Faşist devletin Rojava topraklarına ve halkına yönelik saldırıları durmak bilmiyor. Mayın tarlasına sürdüğü katil sürüsü çetelerle sonuç alamayınca bizzat kendi ordusunu devreye sokmuş durumda.

Savaş uçaklarıyla baraj önünde “canlı kalkan” olmaya gelmiş sivil halkı bombalıyor; kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesin üzerine bombalar yağdırıyor. Şimdiye kadar onlarca kişiyi katletti. Savaş uçakları, top atışlarıyla saldırılarına, yani katliamlarına devam ediyor.

Bunlar, faşist devletten beklenmedik şeyler değil. Roboski'de onlarca masum sivil Kürt emekçisini savaş uçaklarıyla bombalamasını; Erdoğan ve Bahçeli'ye “el uzattı” diye teşekkür üstüne teşekkür edenler unutsa da, Kürdistan işçileri, emekçileri, yoksulları unutulmadı. Emekçi sınıflar sağlam karakterlidir.

Demek ki, faşist devlete, “biz size saldırmıyoruz, böyle bir politikamız yok, sizinle barış içinde yaşamak istiyoruz” vb vb. mesajlar göndermenin ne bir anlamı ne de faşist devlet üzerinde, dinci faşist iktidar nezdinde bir anlamı var. Onlar, politikalarını çizmişler ve bu yolda kararlılıkla yol almaya devam edeceklerini sadece sözle değil, eylemle gösteriyorlar. Öyleyse, bir kez daha faşist devletle, dinci faşist iktidarla anladığı dilden konuşmak tek ve en etkili yoldur.

Pratik örneğini de bizzat Rojava halkı, Rojava devrimci savaşçıları verdi. Karakozak köyü civarına kadar çekilen Rojava devrimci savaşçıları, faşist devlet ve katil sürüsü çeteleri karşısında geri çekilmenin bir çözüm olmadığını çok kısa sürede anlayarak, o noktada durup karşı koymaya başladılar. Karşı savaşı başlattıkları anda faşist devletin güdümündeki silahlı çeteleri çil yavrusu gibi dağıttıklarını gördüler. Dağıtmakla kalmadılar; süreci tersine çevirmeye de başladılar. Bir kez daha, faşizmle anladığı dilden konuşmak gerek. Bu birinci dersimiz olmalı.

Mayın tarlasına sürdüğü katil sürüsü çetelerin çil yavruları gibi dağıldığını; Rojava savaşçıları önünden kaçıştığını gören faşist devlet, F-16’lar dahil, ordusunun tüm savaş gücünü ortaya koymaya başladı. Siyonist İsrail'in Filistin topraklarında hiçbir yaş farkı gözetmeden sivilleri katletmesini aratmayacak biçimde, faşist devlet katliamlara başladı. Dinci faşist iktidar ve faşist devletin bir yandan “el uzatması”, diğer yandan Rojava'da yaş farkı gözetmeden sivil halka bombalar yağdırması, bize İsviçreli bir profesörün açıklamasını hatırlatıyor. Dünyaca ünlü bir doktor ama aynı zamanda politikayla da yakından ilgili olan Prof. Dr. Franco Cavalli, Türk devletinin son dönem politikaları hakkında şu tespitlerde bulunuyor:

Türk devleti bir yandan Rojava’ya karşı her zamankinden daha sert bir tutum sergiliyor ve Öcalan’a gerçekten konuşma ya da özgürce hareket etme imkanı tanımıyor. Diğer taraftan, çözüme dönük böylesi çok küçük tartışmalar yaşanıyor. Türk devletinin bu tutumu göz önüne alındığında, yaşananların bir tür tiyatro olduğunu düşünüyorum. Bence yaşananlar, Türk devleti tarafından Batı’da Kürt halkının mücadelesini ve Rojava’daki demokrasiyi destekleyen herkesi sakinleştirmek için hazırlanmış bir gösteri. Bu tiyatro ile şu mesajı vermek istiyorlar: ‘Bakın, biz kendi aramızda tartışıyoruz, o kadar da kötü değiliz.’ Bu benim yorumum ve doğru olup olmadığından emin değilim, çünkü elimizde çok az güvenilir bilgi var. Benim izlenimim, bu durumun Kürt direnişini ve Batı’daki ilerici kamuoyunun Kürt halkının mücadelesine giderek artan desteğini zayıflatmaya yönelik bir oyun olduğu yönünde. (...) Hiçbir garantinin olmadığı bir durumda silahların bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda, Erdoğan'ın Rojava üzerinde henüz mutlak kontrolü elde edememesinin tek nedeni, Kürt savaşçılarının direnişidir. Eğer Kürt savaşçılarının silahlı mücadelesi olmasaydı, Rojava çoktan kaybolmuş olurdu, bu kesin.”

Bu sözlerin doğruluğundan şüphe duyulamaz. Prof. Dr. Cavalli'nin sözleri bir başka ders niteliğinde. Rojava'da olsun, Kürdistan'ın başka parçalarında olsun, Kürt halkının özgürlük hakkı için verdiği mücadelenin güvencesi kendi silahlı gücüdür.

Faşist devlet, katil sürüsü çetelerle sonuç alamayacağını anlayınca F-16 savaş uçakları dahil tam savaş durumunda bir saldırıya geçti. Bu noktada, üzerinde durmak istediğimiz şey, faşist devletin vahşi karakteri değil. Bu biliniyor ve bunu tekrarlamanın kimseye yararı yok. Üzerinde durmak istediğimiz ve Kürt halkının kesin biçimde aydınlatılması gerektiğini düşündüğümüz nokta, emperyalist devletlerin, ki bunların başında ABD ve Fransa geliyor, faşist devletin F-16'ları kullanması karşısındaki suskunluğudur.

Birincisi, faşist devlet bu uçakları ABD'nin izni olmadan kullanamaz. Kullandığına göre, ABD'nin bu uçakların Rojava halkının bombalanmasına izin ve onay verdiği kesindir. İkincisi, askeri teknoloji gereği ABD, “Kürtlere borcumuz var” diye açıklama yapan Fransa ve diğer emperyalist devletler -isteyen buna 'uluslararası Koalisyon' da diyebilir- bu uçakların kullanımını Rojava bölgesini “uçuşa yasak bölge” haline getirerek de olsa önleyebilirdi. Önlemediklerini anlıyoruz, görüyoruz. Faşist devlete sağladıkları istihbarat vb vb. yardımlardan ise söz etmiyoruz.

Buradan bir başka sonuca; Leninistlerin defalarca ve sürekli işaret ettikleri noktaya ulaşıyoruz: En başta ABD olmak üzere emperyalistler, Kürt halkının özgürlük hakkı için verdiği savaşın yanında değil, tam karşısındalar. Bu pozisyon emperyalizmin karakterine de uygun olandır: Emperyalizm ezilen halklara özgürlük değil, kölelik getirir. Beyaz Saray'dan, Temsilciler Meclisi ya da Senato binasından yapılan açıklamalar, gerçeği gizlemek, Kürt halkını aldatmak için yapılan işe yaramaz, pratik değeri olmayan şeylerdir. Açıklamalarla satılan hayaldir; öldürülen Kürt kadınlar, yaşlılar, çocuk ve gençler gerçektir.

Tişrin Barajı ve çevresinde ortaya konulan kahramanca direniş ve savaş ruhu, bir kez daha bir gerçeği ortaya koydu: Kürt ulusunun özgürlük hakkı için verdiği savaş, bölge halklarıyla mücadele birliği içinde yoluna devam edecek; zafere ulaşacaktır. Ne faşist saldırılar ne emperyalist devletlerin aldatmacaları bu süreci tersine çeviremeyecek.