Bir kez daha insani değerlerin tümünün ayaklar altına alındığı, insan onurunun yok edildiği o utanç verici manzaralara tanıklık ediyoruz. Nereden mi bahsediyoruz, Antakya’nın kadim Cebl Akra dağının ardındaki Suriye’nin Lazkiye kentinden. Emperyalizm, siyonizm ve bölge gerici devletlerinin desteğindeki faşist barbar sürülerinin Baas rejiminin düşmesinin ardından Lazkiye ve çevre kentlerde yaptığı katliamlara bir süredir tanıklık ediyoruz. 2011’den bu yana defalarca katledilen Arap Alevi halkı, Hristiyan topluluklar ve bölgede yaşayan Kürt halkı bu sefer çok daha ciddi bir tehdit altında.

Suriye’de Baas iktidarının, emperyalizm, Türkiye, İsrail ve dinci faşist çeteler tarafından devrilmesinin ardından, iktidarı alan dinci-faşist çeteler emperyalizmin ve sermaye egemenliğinin kanlı yüzünü bir kez daha gösterdi. Lazkiye, Tartus, Hama gibi Arap Alevilerin ve Hristiyan toplulukların yoğun yaşadığı bölgelerde açık sokak infazları, sıradan insanlara yönelik işkenceler, insan kaçırmalar, yağma ve talanlar, inanç merkezlerine yönelik saldırılar ciddi boyutlara varmış durumda. Bölgenin emekçi halkı, Suriye iç savaşının başlamasından bu yana bu katil sürülerinin hedefindeydi. Baas rejiminin düşmesinin ardından oluşan politik boşlukta ve belirsizlikte bu katil sürüleri, ilk olarak bu bölgelere yöneldi. Ancak her katliam, karşısında bir karşı koyuşu da yaratır, şu an bölgede yaşanan durum tam da budur. Dinci-faşizm tarafından eğitilen ve dinci-gericiliğin en soysuz karakteri ile şekillenmiş bu vahşi sürüler, katliamların yoğunlaşması ile cevap almaya başladı. Kent merkezlerinde ve köylerde yaşayan emekçiler kendi imkanları ile bölgelerini korumaya çalışırken, mevcut saldırı dalgasına karşı sokak gösterileri de düzenliyor. Dünyanın her yerinden toplanıp getirilmiş emperyalistlerin beslemesi bu tosuncuklar, zoru gördüğünde tabanları yağlamayı da biliyor.

Bu saldırgan sürüler İsrail’in, bölgedeki Arap gericiliğinin, emperyalist devletlerin ve dinci-faşist iktidarın açık desteği ile pervasızca hareket ederek Suriye’nin emperyalizm tarafından ekonomik olarak tam ilhak edilmesinin önünü açıyor. Üstelik bu faşist sürüler hamileri Siyonist İsrail’e Suriye topraklarının ilhak ve işgali için alan açarken, İsrail fırsattan istifade kendisine tehdit olacak Suriye’nin eski askeri potansiyelini de imha etmeyi ihmal etmiyor. Bir taraftan ezilen inanç kesimlerine yönelik bu vahşi saldırılar sürerken, Kürt halkının kazanımları da dinci-faşizm tarafından tasfiye edilmek isteniyor. Çetelerin, türlü desteğe rağmen Fırat önlerinde art arda mağlup edilmesi, tüm dünyaya bir kez daha halklaşmış bir devrimin, zoru kuşanmış bir halkın ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Rojava’nın kendini koruyacak örgütlü güçlerinin olması bölgedeki faşist sürüleri, işgalci devletleri durduran en önemli durumlardan biri olarak yerini koruyor. Emperyalizm ve dinci-faşizm de Kürt halkının bu güçlü örgütlü gücünü dağıtmaya çalışıyor. Tarihte pek çok örneği de mevcut. Rus burjuvazisi değil miydi, Şubat devriminin ardından silahlı işçilerin elinden silahları almaya çalışan, tıpkı 1870’in Fransız burjuvaları gibi. Bugün de Kürt halkını dize getirmek ve kendi kaderini tayin etmesini engellemek için aynı yol izleniyor.

Suriye’deki gelişmelerin ve ibrenin kısa süreli de olsa karşı devrimcilerin lehine dönmesi, Türkiye’deki faşist, gerici güçlere de saldırganlıklarını artırmaları olanağını veriyor. Bir süredir “siyasal Aleviler” demagojisi üzerinden ortaya atılan bu sözlü saldırılar, tüm ilerici güçlere bir gerçeği yeniden hatırlatıyor. Dinci-faşizm şovenist histerilerle, dinci gerici politikalarla ve özelleşmiş saldırılarla ezilen inanç kesimlerini, ezilen Kürt ulusunu her fırsatta hedefe koyuyor. Dinci-faşist iktidarın beslediği tosuncukların Suriye’de yaptığı Alevi katliamları, yüz yıllık burjuva egemenliğin tarihindeki baskı ve katliamcı anlayışla izdüşümlüdür. Çünkü bu yüzyıllık tarihte halklar arasında bu gerici, iğrenç demagoji ile nefret tohumları eken, ezilen inanç kesimlerine ve ezilen ulus ve ulusal topluluklara katliamlar düzenleyen bu anlayış, bu politikayı bugün daha geniş bir coğrafyada uygulamaya koyuyor.

Bu saldırganlık sürerken, Alevi emekçiler, ilerici devrimci güçler sokaklara çıkmaya, bu saldırganlığın durması için tepkilerini koymaya başladı. Ancak yeterli değil, her fırsatta katliamlarla tehdit edilen, hedef gösterilen ezilen inanç kesimlerine mensup emekçilerin kurtuluşu ve özgür, güvenli bir yaşam sürebilmesi, devrimin zaferinin kazanılmasına bağlıdır. Bugün Türkiye’den Kürdistan’a, Suriye’den Ortadoğu’nun geniş topraklarına kadar ezilen halklara özgürlük emperyalizme, siyonizme ve dinci-faşist iktidarlara karşı yürütülecek devrimci mücadeleler sayesinde kazanılacak. Bölgede karşı devrim üslerinin halk devrimleriyle yıkılması için anti-faşist, anti-kapitalist ve anti-emperyalist hattın güçlendirilmesi günün acil sorunudur. Öbür türlüsü BM’den veya bölgedeki gerici devletlerden bu katliamları durdurmalarını istemek boşa kürek sallamaktan başka bir şey olmayacaktır.

K.Taylan Kızıldağ