Bayram değil, düğün değil, faşist Devlet Bahçeli DEM'in elini neden sıktı? Bu konu üzerine çokça yazıldı, bundan sonra da yazılacak. Herkes, bulunduğu konumdan ve politik duruşu noktasından bu soruya yanıt verdi.

Kürt halkının ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesinin bir an önce devrimci içeriğinden arınıp devletle uzlaşma noktasına gelmesini arzulayanlar, uzatılan eli “çok kıymetli” bulduklarını ilan ediverdiler. Bu çizgidekiler, Erdoğan ve faşist Bahçeli'ye, tüm geçmişlerini, tüm yaptıklarını bir kalemde silercesine teşekkür üstüne teşekkür ettiler. Bütün sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal takımın bu çizgi üzerinde tek hizaya dizildiklerini söylersek yanlış olmaz.

Buna karşılık, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz savunan, neredeyse elli yılı bulan özgürlük savaşının daima yanında duran, sınıf savaşının temel ilkelerini daima hesaba katarak burjuva sınıfa ve faşist devlete tam bir güvensizlik içinde olan devrimci-komünist güçler, uzatılan elin kanlı bir el olduğunu hatırlatarak tehlikeye, kurulan tuzağa dikkat çektiler.

Şimdi, sis perdesi yavaş yavaş kalkıyor. Faşist Devlet'in (Bahçeli) kanlı elini neden durduk yerde uzattığıyla ilgili gerçekler, amaç ve niyetler yavaş yavaş açığa çıkıyor. Tam da Leninistlerin işaret ettiği gibi, “kardeşlik, barış” vb. üzerine atılan nutukların birer yalan ve aldatmadan ibaret olduğu; faşist devletin ve dinci faşist iktidarın aslında Kürt Özgürlük Hareketine dönük tam bir teslimiyet ve koşulsuz tasfiye peşinde koştuğu artık her pratik adımda, her açıklamada ortaya çıkıyor.

Son örnek, Diyarbakır'da konuşan RTE'den geldi. AKP Diyarbakır 8. Olağan İl Kongresi'nde konuşan RTE, Kürt Özgürlük Hareketi'ne tam teslimiyet dayattığını bir kez daha şu sözlerle ifade etmiş:

Son dönemde gerçekleşen çalışmaların tek bir amacı vardır. Terör örgütünün kendini fesh etmesi, silahların kayıtsız şartsız teslim edilmesi, örgütün siyaset üzerindeki vesayetinin tamamen kaldırılması, bölücü örgütün baskısı dolayısıyla bir Türkiye partisi olma vasfını kazanamayan siyasi yapıya bu yönde kendini geliştirme fırsatı verilmesi, bölgemizde artan çatışmalar karşısında iç cephemizin güçlendirilmesi, yarım asırlık bölücü terör parantezinin kapatılması tüm boyutları ve unsurlarıyla ebediyen tarihe gömülmesidir.”

Bunlar, dil sürçmesi ya da boş bulunarak söylenmiş sözler değil. Önceden planlanmış, son derece bilinçlice söylenmiş sözler. Tam teslimiyet ve tasfiye peşinde olduklarını söylemek için Diyarbakır'ı seçmiş olması ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir noktadır. Neredeyse aynı kalemden çıkmış benzer sözleri Urfa'da söylüyor:

Ya namlusu ülkemize dönük o silahlar gömülecek ya da Türkiye'ye silah doğrultanlar gömülecek. Bunun haricinde üçüncü yol, alternatif mevzubahis değildir.”

Bununla birlikte, çeperindeki uzlaşmacı kesime rağmen, Kürt Özgürlük Hareketi'nin kurulan tuzağın farkında olduğunu görüyoruz. Bunun için, kendi çeperindeki güçleri faşist devletin tuzak ve sinsi planlarına karşı sürekli uyaran açıklamalarla sık karşılaşıyoruz. Bu uyarılardan biri, KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık'tan gelmişti:

İktidarın yaklaşımında herhangi bir değişiklik yoktur. Tam tersine AKP-MHP iktidarı soykırım siyasetini derinleştirme ve sonuca ulaştırma çabası içerisindedir. Bunun en somut göstergesi iktidarın Rojava'ya yaklaşımıdır. Bunlar olurken Devlet Bahçeli'nin söylemlerini siyasi yaklaşım değişikliği biçiminde algılamak son derece yanlıştır. Şu an özel savaşın ağırlıkta olduğu bir süreç söz konusudur. Devlet ve iktidarın Önder Apo'ya ve Kürt sorununa yaklaşımı özel savaş konsepti dışına çıkmış değildir. Dolayısıyla devlet ve iktidar tarafından Kürt sorununa yönelik yeni bir yaklaşım geliştirilmiş değildir.”

Evet “iktidarın yaklaşımında herhangi bir değişiklik yoktur”. RTE, tam teslimiyeti ve silahların koşulsuz bırakılmasını dayattıklarını, “Ya silahları gömecekler ya da silahlarla birlikte gömülecekler” sözleriyle dile getirmişti zaten.

KÖH'ün liderliğinden sadece Cemil Bayık'ın değil, KCK'nın tüm yönetiminin kurulan tuzağın farkında olduğunu şu açıklamadan anlıyoruz:

“Halka yönelik artan baskılar, Kürt halkına ve Önder Apo’ya yönelik söylenen hakaret içeren sözler, kayyum atamalarının sürdürülmesi, Rojava'ya yönelik işgal saldırıları, AKP iktidarının nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Son olarak Akdeniz Belediyesine kayyum atandığı ve tekrardan halkın iradesinin gasp edildiği bilgisi kamuoyuna yansımıştır.”

Savaşan bir halk iyi öğrenir. Elli yıla yaklaşan savaş içinde Kürdistan işçi sınıfı, yoksul-emekçi halkları iyi öğrenmiştir; düşmanını iyi tanımıştır. Uzun savaşın tüm yükünü çeken Kürdistan işçileri, köylüleri, yoksulları ve kadınları, düşmana güvensizlikle yaklaşmayı iyi öğrenmişler; bundan kuşku duyulamaz. Ne iki ülkenin küçük ve orta burjuvaları, ne de uzlaşmacı, liberal, sosyal reformist politik güçler bu nesnel gerçeği ortadan kaldırabilirler.

Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi, her durumda yolunda devam edecek; tam ve gerçek demokrasiyi gerçekleştirmek üzere iktidarın fethine doğru yürüyecek.