15 Ocak tarihi, bir kez daha dünyanın dört bir yanından yola çıkan insanları bir anıt mezar başında buluşturacak. Lenin’in deyimiyle “Bir Kartal” olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht devrim mücadelesinin yılmaz savaşçıları olarak; yüzyıl ötesinden bugün gibi, bir kez daha haykıracaklar önlerinde uzanan kızıl bayraklar arasındaki kalabalığa: “Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık!..”
Ardımızda bıraktığımız yüzyıl boydan boya, insanlığın büyük ve uzun yürüyüşüne tanıklık etti ve kan ve barut kokuları arasında ateş çemberlerinden geçilerek kazanılan zaferler, yenilgiler ve ihanetler bütün canlılığıyla insanlık tarihinin belleğine kazındı.
Devrimlerle yoğrulmuş bir çağın başlangıç yıllarında mücadelenin içine giren ve kısacık yaşamı boyunca devrimin tavizsiz kadın militanı ve savaşçısı olarak hareket eden Rosa Luxemburg, Polonyalı yahudi bir ailenin çocuğu olarak çok genç yaşta isyancı kimliğini keşfetmiş ve insanlığın büyük davasının peşinden, doğduğu toprakları terk etme pahasına ikirciksiz yürümüştür.
Rosa, işçi hareketinin güçlü olduğu bir dönemde Berlin’e geçti. Sosyalizmi hedefleyen ve dönemin en büyük partilerinden olan Alman Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) bir militanı olarak mücadelesini sürdürür. En büyük desteği, Marx’ın yanında eğitim gören ve aynı partiden yoldaşı olan Karl Liebknech’tir. Rosa, parti görevlisi olarak gittiği her yerde ve işçi sınıfı içinde büyük bir coşkuyla karşılanır. O artık partinin ateşli/coşkulu konuşmacısı, kararlı ve disiplinli devrimci kadın militanıydı.
SPD içinde, farklı birkaç eğilimi birlikte barındırıyordu. Bu eğilimler uç vermeye ve parti içindeki tartışmalar su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Parti içinde, Rosa’nın da bir taraf olarak yer aldığı “Sosyal Reform mu, Devrim mi” tartışmaları; revizyonizmin ve oportünizmin mahkum edilerek SPD içinde bölünmeye yol açacak sürecin de başlangıcı olmuştu.
Bu sırada 1905 Rus Devrimi büyük bir heyecan yaratmış ve Rosa devrime katılma kararı alarak yola çıkmıştı. Varşova’ya vardığında yakalanır ve ikinci kez siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklandı. Çıktıktan sonra bütün hızı ve kararlılığıyla yola devam etti. Marksist bir teorisyen olarak düşünceleri tartışılıyor, yazıları ve broşürleri elden ele dolaşıyordu. Geniş işçi toplantılarında bir kadın devrimci olarak konuşmaları coşkuyla alkışlanıyordu.
1907 yılı Ağustos’unda Stuttgart’ta toplanan III. Enternasyonal Kongresi’ne katıldığında sadece SPD’yi değil, Polonya ve Rus sosyal demokrat işçi partilerini de temsil eden delege olarak yerini alacaktı.
Yaşamı boyunca eylem alanlarında ve işçi sınıfının yanında yerini alan Rosa 1913 yılında, kapitalizmin az gelişmiş ülkelere doğru yayılmasının nedenlerini incelediği “Sermaye Birikimi” adlı eserini yazdı. Tarih, sınıflar mücadelesinde köklü değişimler ve sonuçlar yaratacak I. Emperyalist Savaşa doğru evriliyordu. 1914 başlarında Avrupa’da milliyetçilik ve silahlanma yarışı tırmanmaya başladığında Rosa işçi sınıfını uyaran yazılar kaleme alıyor, yaptığı konuşmalarda savaş tehlikesine dikkat çekiyordu. “Bizden, başka ülkelerdeki kardeşlerimize karşı silahlarımızı çekmemizi bekliyorlarsa, şöyle bağıracağız: Hayır, yapmayacağız.”
Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın (Temmuz-1914) başlamasıyla birlikte esmeye başlayan milliyetçi rüzgar, dönemin en güçlü sosyal demokrat partisi olan SPD’yi de etkilemiş ve milliyetçi eğilime yönelen partiyi sosyal-şovenizmin batağına sürüklemiştir. Anayurt Savunması maskesi altında, yurtseverlik demagojileriyle hükümetin savaş bütçesini partinin önder kadrolarının çoğunluğuna onaylatan SPD, reformist yüzünü Alman Burjuvazisinin yanında yer alarak göstermişti.
Başını Rosa ve Karl Liebknecht’in çektiği parti grubu bu oylamayı şiddetle eleştirerek, parti merkezinin ihanetini reddetti ve savaşa karşı eylem kararı aldı. 5 Ağustos tarihinde, Franz Mehring ve Clara Zetkin’in de içinde yer aldığı 15 arkadaşıyla birlikte, daha sonra “Spartakistler Birliğine” dönüşecek “Enternasyonal” grubunu kurarak partiyle ilişkilerini kestiler.
Rosa ve arkadaşları, Lenin’in savaşa karşı çıkışını destekleyerek, tüm halkların emperyalist hükümetlerine karşı mücadele etmesi gerektiğini savundular. Askere alınan insanlara “silahlarınızı kendi burjuvalarınıza çevirin” diye haykırıyorlardı.
1 Ocak 1916 tarihinde grubun adı “Spartakist Birliği” oldu. Birliğin ilkeleri Rosa tarafından yazılmıştı ve şöyle diyordu: “Eğer enternasyonal proletarya, emperyalizme karşı uzlaşmaksızın bir bütün olarak dövüşürse, bütün gücünü ve kendini feda etme yeteneğini bir araya getirip, eylemine pratik ilke olarak ‘savaşa karşı savaş’ sloganını seçerse, sosyalizm nihai amacına ulaşabilir.”
Rosa ve Karl, cüretkar çıkışlarının bedelini zindanlarda ödüyor ama hiçbir şekilde yılmıyor, ödün vermiyorlardı. Lenin onların bu tavrından övgüyle bahsedecekti. “Kokuşmuş bir ceset”ten farkı kalmayan SPD’nin içinden çıkan bu yiğit komünist önderler, sarsılmaz bir irade ve inançla yollarına devam ettiler.
Haziran 1916’da Rosa, grev çağrısında bulunması ve 1 Mayıs’ta gösteriye katılmış olması gerekçe gösterilerek bir kez daha tutuklandı ve 8 Kasım 1918’e kadar tutsak kaldı. Tutsaklık yıllarında birçok yazı ve makale kaleme aldı.
“Burjuva toplumu, bir çıkmazla yüzyüzedir; ya sosyalizme ya da barbarizme dönecektir. Bir seçimle yüz yüzeyiz. Ya emperyalizmin zaferi ve bütün bir kültürün yok olması, eski Roma’daki gibi çökme, yıkılma, bozulma, uçsuz bucaksız bir mezarlık, ya da sosyalizmin zaferi, emperyalizme ve onun metodu olan savaşa bilinçli şekilde hücum eden işçi sınıfının zaferi... Bu, dünya tarihinin karşılaştığı güçlüktür, o mu, bu mu; zarları sınıf bilincine erişmiş proletarya atacaktır.”
Tutsak olan Rosa, 1917 Mart’ında başlayan Petrograd işçilerinin isyanını büyük bir heyecanla izledi. Alman proletaryası da yer yer başkaldırı girişimlerinde bulundu fakat sendikalar hala SPD’nin etkisi altındaydı. 3 Kasım 1918’de Kiel denizcilerinin başkaldırısının ardından tüm ülke çapında başlayan genel grev 9 Kasım’da ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmanın ardından SPD iktidara geldi. Ancak iktidara gelen parti sosyalizme ve sınıfa yabancılaşmış, burjuvaziyle bütünleşmişti.
Büyük alt-üst oluşların yaşandığı günlerde tutsaklığı biten Rosa Berlin’e geçti ve Aralık’ta Karl ile birlikte, Alman Komünist Partisi’nin kuruluşunu ilan ettiler. Fakat Alman proletaryasının devrimci sınıf partisi ayaklanmaya öncülük etmede geç kalmıştı. Büyük Ekim Devrimi’nin zaferini gören ve savaşın yıkıcı etkilerini iliklerine kadar yaşayan Alman proletaryası, kaderlerini belirlemekten vazgeçmedi. Yurt çapında örgütledikleri işçi ve asker konseyleriyle 4 Ocak 1919’da Berlin’de Spartakist Ayaklanmayı başlattılar. Almanya’nın, Rus Devrimi’ne benzer bir devrim felaketiyle sarsılacağı korkusuyla yönetimdeki bütün taraflar birleşir ve ayaklanma kanla bastırıldı. Sıra da Spartakistlerin öncü kadroları vardı.
Ayaklanmanın kanla bastırılması üzerine Rosa son kez olacak bir yazı kaleme aldı:
“‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz.’ Devrim daha yarın olmadan ‘zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunları bildirecektir: ‘Vardım, Varım, Varolacağım.’”
Bir dönem çatısı altında mücadele sürdürdüğü partide revizyonizme bayrak açan, oportünizmin çürüyen yüzünü gösteren Rosa ve Karl iktidara gelen aynı partinin izni ve onayıyla hunharca katledildiler. Ardından da Spartakist öncü kadrolar…
15 Ocak 1919’da kaldıkları otel basılıp Rosa son kez gökyüzüne baktığında, arkalarında bıraktıkları mirasın dünya proletaryasına ulaşacağını ve sınıflar mücadelesinde proletaryanın eline güçlü bir silah verdiklerini biliyordu.
“Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik! Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir... Bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyası egemen olacaktır. Her şeye rağmen.”
Deniz Yankı