İstanbul seçimleri bitti ama yarattığı sarsıcı sonuçlar peyderpey görülmeye devam ediyor.
Uzun zamandır tüm politik faaliyetlerini HDP-UKH’nin yörüngesinde gerçekleştiren ESP, İstanbul seçimlerinde CHP’nin desteklenmesine karşı olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Ve neredeyse ilk defa, kendine ait bir politikasının da olduğunu sanmaya başlamıştık. Dahası ESP, bu rüzgarla, işi, UKH’ne, “Marksizmle sorununuz nedir?” diye sormaya kadar getirmişti.
UKH ise, İstanbul seçimleri sırasında içine düştüğü açmaz ve kaosun sarsıntısıyla, burjuva partileri değil, sistemi kurtarmak için CHP’yi desteklediğini itiraf etmek zorunda kalmıştı. Son anda gelen “tarafsızlık” çağrısına uymayışını açıklamaya çalışırken, büyük bir “sırrı” da açıktan dillendirmişti.
Bu kervana Kızılbayrak da katıldı. Aslında başkanlık-milletvekilliği seçimlerindeki bağımsız aday çıkarmama, kimseyi de desteklememe ama boykot da etmeme tavır(sızlığı)ından sonra, bu iş nereye doğru evrilecek diye bekliyorduk ve cevabını da İstanbul seçimlerinde CHP’yi desteklemeleriyle aldık.
2018 Seçimleriyle birlikte iç tutarlılık yitimine uğrayan Kızılbayrak, 2019 seçimleriyle birlikte, bir yaprak gibi savrulup gitti. Bu sefer de, bu savrulmanın nasıl sonuçlanacağını bekliyorduk ki, açıkçası düşmanımızın bile başına gelmesin diyeceğimiz bir finalle bitti. Tarafsızlıktan, politikasızlıktan burjuva muhalefetin saflarına savrulmaya evrilen politikanın mimarı H.Fırat, bu hali açıklayabilmek için kendini resmen Troçki’nin kollarına attı. Ve sosyalizme inanmış bir işçinin, bir insanın kabullenemeyeceği akla ziyan şeyleri ard arda sıralayıverdi. Öyle şeyler söyledi ki, mesele seçim politikasını tartışmanın ötesine geçti.
8 Kasım 2019 tarihli Kızılbayrak’taki yazısında ‘gerçeğin her zaman somut olduğunu’ hatırlayan H.Fırat, “gerçekliği bu somutluğu içinde bilince çıkarmadığımız sürece, herhangi bir politik tutum, dolayısıyla devrimci politika yapma şansımız kalmaz” dedi - güzel de dedi- ve bakın nereye bağladı.
“... Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde demek ve bununla kalmak, GERÇEKTE HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEMEKLE aynı anlama gelir. Zira bunlar bizim devrimci stratejik şiarlarımızdır; onları birer propaganda şiarı olarak her yerde her zaman coşkuyla haykırabiliriz, bunu İstanbul seçimleri vesilesiyle de yapabiliriz ve yapmalıyız. Ama YALNIZCA propaganda yapmış oluruz. Oysa biz somut bir politik olayla yüz yüzeyiz ve Lenin’in bu gibi durumlarda özellikle gözettiği gibi devrimci politik süreci ilerletecek ya da onun önünü açacak SOMUT bir devrimci politik tutum belirlemek durumundayız...”
Böylece tüm sosyalist işçiler, H.Fırat’ın -Kızılbayrak’ın- “Çözüm Devrimde Kurtuluş Sosyalizmde” dediğinde, aslında güne- an’a -SOMUTA- devrimci, politik süreci ilerletmeye dair HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEDİKLERİNİ öğrenmiş oldular.
Bu değerli itiraftan sonra Leninistlerin, Kızılbayrak, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki somut- güncel gelişmelere yönelik, politik süreci devrimci anlamda ilerletmeye yönelik politikalara yani proletaryanın bağımsız devrimci sınıf tavrına sahip değildir demesinin ne kadar doğru olduğu anlaşılmış oldu. H.Fırat’ın -Kızılbayrak’ın pratik politikası, reformlar uğruna mücadeleyle sınırlıdır dediğimizde, ne kadar haklı olduğumuz görülmüş oldu.
H.Fırat’ın -Kızılbayrak’ın bu yöndeki eleştiriler karşısında tek söyleyebileceği, “biz, ‘Çözüm Devrimde Kurtuluş Sosyalizmde’ diyoruz”dan öteye bir şey değildir. Ama şimdi, herkes H.Fırat’ın itirafıyla öğrenmiş oldu ki, bu şiar güne-somuta dair gerçekte hiçbir şey söylememektir. (Geçerken söylemeliyiz ki, bu değerli itiraftan dolayı H.Fırat’a ne kadar teşekkür etsek azdır). Demek ki, neymiş, H.Fırat’ın gözünde devrim ve sosyalizm, işçiler için güncel görünmüyor ve işçi hareketinin gerekleri ve Türkiye yaşamının tüm seyri tarafından talep edilmiyor...
Troçki’ye gülücükler yollayan ve dikkatli okurun fark edeceği üzere, uzun zamandır Lenin’e alttan alta laf çakan H.Fırat’ın bu “tespitiyle” düştüğü durumu, ne kadar hoşlanmasa da Lenin’den bir alıntıyla gösterelim. Tasfiyeciliğe karşı kaleme aldığı yazıda şöyle diyor Lenin:
“...İşte tasfiyecilerin taktiği. Lütfen dikkat ediniz. L.S.’in ‘tam demokratikleşme vs. sözleriyle dolamladığı şey, ‘toprağın köylülere devri’ dediği şey, ‘kitleler için aktüel’ görünmüyor ve ‘işçi hareketinin gerekleri’ ve ‘Rus yaşamının tüm seyri’ tarafından talep edilmiyorlar!! Bu görüşler ne kadar eski ve Rus marksist pratiğinin tarihini, onun demokrasinin görevlerinden vazgeçen ekonomistlere karşı uzun süreli mücadelesini anımsayanlar için ne kadar tanış! (C-4/ 151)
“...Gerek işçilerin gerekse köylülerin talepleri ve GENEL POLİTİK TALEPLER kitleler için aynı şekilde aktüeldir ve aynı şekilde gerek işçi hareketinin gerekleri gerekse de ‘Rus yaşamının bütün seyri’ tarafından yükseltilmektedirler...
Öyleyse neden ‘Luç’ 8 saatlik iş gününü alıp geri kalanları reddediyor? Neden işçilerin yerine 8 saatlik işgününün günlük mücadelelerinde bir rol oynadığı, GENEL POLİTİK ve köylü taleplerinin ise böyle bir rol oynamadığına karar verdi?...
O halde söz konusu olan nedir? Söz konusu olan, kendi liberal darkafalılığını her zamanki gibi kitlelerin üstüne, tarihin seyrine yıkan Luç’un reformizmidir...” (C-4/153)
“...O zaman Luç, özgürlükler ortasında en önemlisi de olsa, neden yalnızca bir tanesini (dernekleşme özgürlüğü b.n.) güncel olarak tanıdı ve politik özgürlüğün, demokrasinin, anayasal rejimin temel koşullarının (yani devrimin, b.n.) üstüne bir çizgi çekti, geri plana itti, ONLARI ‘PROPAGANDA’ ARŞİVİNE kaldırdı ve ajitasyondan çıkardı?
Yalnızca ve yalnızca liberaller için kabul edilemez olan hiçbir şeyi ‘Luç’ kabul etmediği için...” (C-4/152)
Alıntı biraz uzun oldu ama hem meseleyi çarpıcı biçimde açıkladığı, hem de elindeki hançeri bulduğu her fırsatta Lenin’e saplamayı adet haline getiren H.Fırat’ın Leninizm karşısındaki konumunu göstermek için gerekliydi.
Sosyalist işçiler şimdi şunu soracaktır, “Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde” şiarını propaganda arşivine kaldıran H.Fırat’a -Kızılbayrak’a: “Yaşanmakta olan ekonomik, siyasal ve toplumsal krize karşı ücretlerin artırılması, örgütlenme özgürlüğü vs vs.den başka ne öneriyorsunuz? Devrim ve sosyalizm bugünün güncel sorunu değilse, güncel olarak bunlar için mücadele etmeyeceksek, bunlar propaganda arşivindeyse, bunlar ajitasyon konusu değilse, siz bize somut, güncel, gerçekte neyin mücadelesini vermemizi öneriyorsunuz? Koskoca bir reformizmden başka...”
Kızılbayrak-H.Fırat, “Çözüm Devrimde Kurtuluş Sosyalizmde” şiarının güncele dair gerçekte hiçbir şey söylememekle aynı anlama geldiğini ilan ettiği andan itibaren, sosyal-reformculuğunu gizlemeye yarayan şalı da kaldırıp atmış oldu. H.Fırat, niye bir İstanbul seçimi uğruna, CHP uğruna bu şalı kaldırıp atmıştır? Çünkü, “liberaller için (burjuva muhalefet için diyelim biz, b.n.) kabul edilemez olan hiçbir şeyi kabul etmediği için.”
Şimdi gelelim işin diğer yanına. Propaganda, somut olan gerçeğe, somut olana, an’a, pratiğe dair bir şey söylememek midir? H.Fırat için böyle... Bu yüzden ısrarla sosyalist işçiler, ortalama solun devrim ve sosyalizmden bahsetmesine aldanmamalıdır diyoruz. Ortalama sol için devrim ve sosyalizm olanaklıdır, ama bu soyut bir olanaktır. Dünyanın etrafında dolanan ayın, günün birinde, yeryüzüne düşmesi ne kadar olanaklı ise, o kadar olanaklıdır. O yüzden, ortalama sol için devrim ve sosyalizmden bahsetmek, ayı seyredip hayaller kurmakla aynı şeydir. Onlar için devrim ve sosyalizm, bildirilerin- kitapların satır aralarına sıkıştırılmış yaldızlı kavramlardır sadece. Geleceğe dair coşkuyla bahsedilecek şeylerdir. Gerçi sosyal reformistler, H.Fırat, devrim kavramını da anmak istemez ya, bu topraklarda devrim mücadelesinin mayası o kadar güçlüdür ki, bundan vazgeçtiklerinde devrimci kitleler nezdinde itibarlarının kalmayacağını bilirler. Dolayısıyla H.Fırat, “Çözüm devrimde” demek zorundadır. Ama somutta, gerçekte, yani her zaman için somut olan gerçekte, kendini reformlara adamıştır. Bu açmazdan tek çıkış yolu kalır, o da “Çözüm devrimde şiarı propaganda şiarıdır; propaganda ise güncele, somuta, an’a dair değildir” deyip, devrimi arşive kaldırarak işin içinden çıkmak.
Bakın Lenin “Ne Yapmalı?” da ne diyor bize. Gerçi biz de sürekli Lenin, Lenin diyerek H.Fırat’ın damarına basmış oluyoruz ama elden ne gelir? Yapacak bir şey yok. H. Fırat, Lenin’i, hele de Lenin’i Lenin yapan eserlerden olan ‘Ne Yapmalı?’yı hiç sevmiyor diye, bu başucu kitabından vazgeçecek değiliz.
Lenin “NeYapmalı?” da, “Martinov Plehanov’u Nasıl Derinleştirdi” diye sorar ve Martinov’dan bir alıntı yapar: Martinov şöyle diyor:
“...Plehanov’un bir zamanlar geliştirdiği TAKTİK İLKELERİ mutlaka önemli ölçüde değiştirmek zorundayız... Şimdi propaganda ile ajitasyon arasındaki farkı, Plehanov’un yaptığından farklı tanımlamamız gerekir. Propaganda denince... mevcut toplumsal düzenin tümünün ya da kısmi görüngülerinin devrimci tarzda aydınlatılmasını anlamalıyız. Sözcüğün dar anlamıyla (aynen öyle!) ajitasyondan ise, kitlelerin belirli somut eylemlere çağrılmasını, proletaryanın toplumsal yaşama doğrudan devrimci müdahalesinin teşvik edilmesini anlamamız gerekir...
Benzerlik sadece bu mu? Martinov’un, devrimci mücadeleden, devrimden kaçmak için yaptığı, taktik anlayışa saldırmak oluyor. Taktik ilkeleri yeniden belirlemek adı altında, propaganda-ajitasyon-pratiği birbirinden koparmak oluyor. H.Fırat’ın da bu yazıları “Taktik Sorunlarımız” başlığı altında kaleme alması ne büyük “tesadüf”. Elindeki tek devrimci şiardan da kurtulmak için Martinov’un yolundan yürüyor H.Fırat. Peki Lenin ne diyor buna;
“... Rus sosyal demokrasisini bu yeni daha keskin ve daha derin Martinovcu terminolojiden dolayı kutlarız...” H.Fırat’ı da bu toprakların diline kattığı yeni terminolojiden dolayı biz kutlayalım!
Lenin devam ediyor,
“... tekil bir olay olarak ‘çağrı’ (yani, somut bir politik olaya karşı somut bir politik tutum, b.n.) ya doğal ve kaçınılmaz biçimde gerek teorik inceleme ve propaganda broşürünü, gerekse de ajitasyon konuşmasını tamamlar... Örneğin Alman- sosyal demokratlarının tahıl gümrüklerine karşı bugünkü mücadelesini alalım. Teorisyenler gümrük politikası üzerine inceleme kaleme alırlar ve örneğin ticaret sözleşmeleri ve ticaret serbestliği için mücadeleye ‘çağırırlar’; propagandist aynı şeyi dergide, ajitatör ise halka yaptığı konuşmalarda yapar... Bu eylemlere çağrı dolaylı olarak teorisyenler, propagandistler ve ajitatörlerden gelir, dolaysız olarak ise fabrika ve evlerden imza toplayan işçilerden gelir...”
Martinov bu karışıklığı ne amaçla “icad” etti?.. Iskra’nın (yani Lenin’in, b.n.) dikkatini meselenin yalnızca bir yanına diktiğini göstermek amacıyla.
“Iskra’ya (yani Lenin’e) göre, en azından bugün için ajitasyon görevleri propaganda görevleri tarafından geri plana itilmekte.” (Martinov)
Bu son cümleyi, Martinov’dan insanların konuştukları dile çevirecek olursak, ortaya şu çıkmaktadır: “Iskra’da ‘elle tutulur belli sonuçlar vaat eden’ hükümete yasa koyucu ve idari önlemler talebi sunma’ (..sosyal reform talepleri) politik propaganda ve politik ajitasyon görevleri tarafından geri plana itilmektedir..” (C-2/92-95)
Sanırız mevzu anlaşılmıştır. Propaganda, ajitasyon, pratik arasındaki bağı koparmanın tek nedeni vardır; pratiğe, somut gerçeğe dair politikanın devrimle olan bağını koparmak. Reformlar için mücadeleyi öne çıkarıp, kutsamak...
H.Fırat da, “çözüm devrimde” şiarını, aynı nedenle propaganda arşivinin coşkulu konusu haline getiriyor. H.Fırat -Kızılbayrak devrimle tek bağları olan bu şiarın ayaklarına dolanmaya başladığını görüyor ve kurtulmaya çalışıyorlar. Sosyal reformizme kilitlenmiş olan politik çizgisini CHP’ye eklemlenmeye kadar uzatmak için, “çözüm devrimde” şiarını propaganda arşivine özenle yerleştiriyor ve bunun için H.Fırat’çaya başvuruyor aynı Martinov gibi. Önce taktiğe dair kavrayış sorunlarımız var diyor ve ardından propaganda- ajitasyon- pratik arasındaki bağı koparıp atarak, devrimi, somut olan gerçeğin sorunu olmaktan çıkarıyor.
Başta dediğimiz gibi, seçimler vesilesiyle kaleme alınmış bu yazılarda öyle şeyler var ki, bu konuyu sona bırakıp öze dair şeylerden devam edelim. 15 Kasım’da H.Fırat aynı konu vesilesiyle yazmaya devam ediyor.
Bu sefer de A.Nimtz’in “Lenin’in Seçim Stratejisi” kitabını okuduğunu anlatıyor ve “Bundan böyle seçim konulu tartışma ve değerlendirmelerimizi Nimtz’in derlediği bilgiler ışığında yapmak gerektiğini” söylüyor. Nimtz’in kitabı, “mümkün mertebe devrimci bir bakış açısıyla yazdığını”, “oportünist çarpıtmalar ve spekülasyonlar karşısında tam bir Engels savunusu ortaya koyduğunu” söylüyor.
Peki, ilk soru şu olsun: H.Fırat’ın hayran kaldığı bu Nimtz kimdir? H.Fırat’ın “Devrimci ve Engels savunucusu” iddiasını şimdilik bir yana koyalım; kitabın önsözünde, kim olduğunu kendisi anlatıyor Nimtz.
“... Proletarya diktatörlüğünün yerini bürokrasi diktatörlüğünün aldığı, Stalinist karşı-devrim ve buna eşlik eden dehşet, gerçekten de düşmanlarının Lenin öldükten sonra meydana gelenlerden dolayı Lenin’i suçlayan bitmek bilmez bir kampanya yürütmelerine olanak verdi...” (LSS -1/12
“... Ekim Devriminden öncesine ait belgeler Stalinist karşı-devrimin tohumunu bile içermiyordur...” (Sf:13)
“... Bu kitabın konusu olmamasına rağmen Stalinist karşı-devrim, görmezden gelinemeyecek bir konudur...” (Sf:13) (H.Fırat’ın “devrimci ve Engels savunucusu” diye yutturmaya çalıştığı adamı görüyor musunuz?)
“... Bu noktada Lev Troçki’nin Stalinizm teorisinden faydalandım. Ekim Devriminde Lenin’in ikinci adamı kızıl ordunun komutanı, karşı-devrimin tanığı ve nihayet pek çok kurbanlarından biri olan Troçki...” (Sf:13)
Sanırız A.Nimtz’nin kim olduğunu anlamak için bu kadarı yeter. Stalin’e, Sovyetler Birliği’ne dair hezeyanlarını bir kenara bırakalım da, Troçki’nin Lenin’in ikinci adamı olduğu yalanını uyduran bu zat için H.Fırat’ın ne dediğini hatırlayalım, “Oportünist çarpıtmalar karşısında tam bir Engels savunucusu!” Nimtz’in kendi hakkında H.Fırat’tan daha dürüst olduğu görülüyor değil mi?
Rus Devriminin her zorlu dönemecinde Lenin’i, Bolşevikleri terk eden, sürekli olarak Menşeviklerle arabuluculuğa soyunan, Lenin’e rağmen Almanlarla ateşkes imzalamayarak devrimi bir felakete doğru sürüklemeye kalkan Troçki, Lenin ve Ekim Devriminin ikinci adamıymış. Ve H.Fırat, bu insana övgüler düzen birisinde, Nimtz’te, tutarlı devrimcilik görüyor. Lenin, Troçki’nin topu topu 3-4 yılını şöyle özetler:
“...Troçki ise sadece kişisel yalpalamalarını gösteriyor, başka bir şey değil. O, 1903’te Menşevikti, 1904’te Menşevizmden uzaklaştı ve 1905’te yine ama bu sefer ultra- devrimci lafızlarla gösteriş yaparak menşeviklere döndü; 1906’da bir kez daha menşevizme sırt çevirdi; 1906 yılının sonlarında Kadetlerle seçim anlaşmaları yapmayı savundu -fiilen menşevik oldu- ve 1907 ilkbaharında “kendisiyle Roza arasında “politik eğilim farkından çok bireysel nüans olduğu” ndan söz etti. Troçki bugün bir fraksiyonun, yarın bir başka fraksiyonun DÜŞÜNSEL DONANIMINI AŞIRIR... O nedenle... ben onun... yalnızca otzovistlerle tasfiyeciler nazarında belli bir güvene sahip olduğunu açıklamak zorundayım...” (C-3/ 485)
İşte A.Nimtz’in yol göstericisi Troçki’nin, Lenin’in gözündeki yeri budur. Sorun Rus devrimini, Lenin’in- Stalin’in- Troçki’nin devrimdeki yerini kavrayışı bu olan Nimtz’in, H.Fırat’ın nezdinde oportünist çarpıtmalara karşı tam bir Engels savunucusu bir devrimci olabilmesidir. Açık, berrak zihne sahip biri, duran bir saatin bile günde iki defa da olsa doğruyu gösterebileceğini bilir ve bir anlığına dahi olsa o saate inanabilir ama Lenin, Stalin ve Sovyet Devrimine şaşı bakan A.Nimtz’in bir defa dahi olsa doğruyu göstermesine ihtimal vermez, kaale de almaz bu yüzden. Nimtz’de devrimci tutarlılık bulmak için ise insanın H.Fırat olması yani gizli Troçkist olması gerekir. H.Fırat dilediğine inanıp, ciddiye alabilir. Ama devrimci proletarya, sosyalist, bilinçli işçiler, dostunu ve düşmanını tanımayı öğrenecek kadar deneyim ve bilgi sahibidir bu topraklarda.
Diyalektik kavrayış yetersizliği, sürekli olarak Lenin tarafından konu edilip, eklektizmle eleştirilen Troçki’nin öğrencisi Nimtz’e hayran kalan H.Fırat, ikinci yazısına diyalektik hatırlatmasıyla giriş yapmış. Troçkist Nimtz’e hayran kalan H.Fırat’ın böyle bir hatırlatma yapması pek anlamlı olmuş doğrusu! Eminiz ki, devrimci proletarya, Nimtz’in Stalin’e karşı-devrimci demesini olanaklı kılan diyalektik kavrayışını ne kadar güvenilir buluyorsa, ona hayranlık bildiren H.Fırat’ın diyalektik kavrayışını da o kadar güvenilir bulacaktır bundan sonra.
H.Fırat, İstanbul seçimlerine dair taktik dehasını anlatmaya çalışırken, geçmişte devrim-reformizm ilişkisine dair kurduğu diyalektiği hatırlatıp, kendini CHP’yi destekleme konusunda da haklı çıkarmaya çalışıyor. Sanıyor ki, devrim-reform diyalektiğini kavrayışı çok doğru. Şöyle diyor:
“...Program taslağı gündemi çerçevesinde, özellikle de programın ‘Acil Demokratik ve Sosyal İstemler’ ile ‘Emeğin Korunması’ bölümleri üzerine çok hararetli tartışmalara vesile oldu. Konu devrim-reform ilişkisi, bu kapsamda devrimci bir programda reform istemlerine yer olup olmadığı idi. Programda acil istemlere yer verilmesine karşı çıkan yoldaşların dayanağı tarihsel deneyimlerdi, programın bu bölümünün sonradan kendi içinde amaca dönüştürülerek reformizme geçişe dayanak yapılabileceği kaygısı taşıyorlardı...”
H.Fırat’ın bugünkü pratik politikasının reformlara kilitlenmiş olmasına bakılırsa, itiraz edenler haksız da değilmiş ki, H.Fırat bundan öyle bir zirve yaptı ki, bir ara özeleştiri verildiyse de, pratikte değişen hiçbir şey olmadı. Neyse, mesele H. Fırat’ın devrim- reform ilişkisini programda diyalektik bir ustalıkla belirledikleri iddiasıydı. H.Fırat, o zaman bana inanmıştınız, şimdi niye inanmıyorsunuz demeye getiriyor.
Bu konu H.Fırat-Kızılbayrak reformizminin bir başka temel taşı olması nedeniyle önemli. Ama konu uzun ve bizim uzunca ele alma imkanımız yok burada. Dolayısıyla detaya girmeden bir şey söyleyelim. Parti programında, zafere ulaşmış bir devrimin yapması gereken demokratik, sosyal, ekonomik, işçi yaşamını iyileştirmeye yönelik acil istemler bölümünün olmasıyla; devrim mücadelesi sürecinde uğruna mücadele edilmesi gereken reformlar bölümünün olması başka şeylerdir. İlki, reformları devrime tabi kılmak, onun ürünü görmektir. İkincisi koşulsuz toplumsal reformculuktur.
Bir komünist partinin programında meselenin nasıl konulması gerektiğini görmek için, H.Fırat’ın gözünü Troçki’den ve onun öğrencisi olan A.Nimtz’den ayırıp Lenin’e çevirmesi lazım. Lenin’in diyalektik kavrayışını anlaması lazım.
“...Bu nedenle Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, önüne en yakın politik görev olarak ÇARLIK OTOKRASİSİNİN YIKILMASI VE YERİNE AŞAĞIDAKİ ŞU HUSUSLARI güvence altına alan demokratik bir anayasa temelinde cumhuriyet kurulmasını koyar...” (C-2 / 227) der Lenin parti programında.
Bu betimlemenin ardından Lenin, işçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmadan korunmasını sağlayacak ve ayrıca kurtuluşu için mücadele yeteneğini yükseltecek önlemleri sıralar. İşçi sınıfını ileriye taşıyacak tüm reformlar, otokrasinin yıkılmasına, politik özgürlüğün elde edilmesine yani devrime bağlanmıştır. Böyle yapılmaz da H.Fırat’ın yaptığı gibi programda, devrim sürecinde uğruna acil mücadele edilecek talepler reform talepleri bölümü konulursa, toplumsal reform mücadelesinden kurtulunamaz. Durum görülüp, biz iktisadi mücadeleyi fazla öne çıkardık dese de, özeleştiri verilse de, Kızılbayrak’ın durumunda olduğu gibi.
H.Fırat’ın ömrü uzlaşma arayışıyla geçmiş olan Troçki’nin öğrencisine hayran kalması boşuna değil anlayacağınız. Aynı diyalektik kavrayışsızlığa sahipler. Lenin’in deyimiyle “Diyalektiği başını geçiremediği yerden kuyruğunu geçirmek” olarak anlıyorlar.
H.Fırat, devletin faşist olduğu gerçeğini de reddediyor. Gerçeğin her zaman somut olduğunu hatırlayan H.Fırat, anlaşılan, bu devletin faşistleştirilmiş olduğuna dair 50 yıldır hiçbir somutluk görememiş. Şöyle diyor:
“...Milliyetçi cephe örneğinde olduğu gibi, basitçe dinci faşist bir hükümet tarafından değil, fakat devlete hakim dinci faşist bir iktidar bloğu tarafından yönetilmektedir. Bu, bugünün Türkiyesinin en özgün yönlerinden biridir...
Günümüz Türkiyesinde dinci-faşist parti, devlet olgusu ile onun yerleşik hale gelmek sancısı/çabası gösterilmeden, doğru devrimci bir taktik politika saptamak, izlemek olanağı olamaz. Bugün AKP-MHP bloku hükümet değil, devletin ta kendisidir; bu durumu kalıcılaştırmakta zorlansa da ve bu nedenle halen elinden gelen her şeyi yapsa da... Buna günümüz Türkiye’sinin bu temel siyasal gerçeğine dayanmadan hiçbir taktik politika isabetli olamaz...”
Şimdi H.Fırat’ça yazılmış bu cümleleri biz fanilerin anlayacağı dile çevirmek lazım. H.Fırat, MC hükümet olmakla birlikte devlete egemen olamadı diyerek, 12 Mart 71’ darbesiyle devlet faşistleştirilmemiştir diyor aslında.
Ve bugünü anlatmaya çalışırken, dinci-faşist parti sadece hükümet değil, aynı zamanda devlete hakim oluyor derken de, aslında, 12 Eylül darbesiyle bile devlet faşistleştirilmedi diyor.
Yani H.Fırat, devletin faşist olduğunu, gerçekliğin bu olduğunu kabul etmiyor. Somutu anlama kabiliyetini, dolayısıyla gerçeği görme yeteneğini anlatmak için başka söze gerek var mı?
Bu sözlerin benzerlerini 71’lerden bu yana çok duyduk aslında. TKP’nin ağzında geveleyip durduğu o meşhur “tırmanan faşizm” safsatasının H.Fırat’çası bunlar. H.Fırat’ın dinci-faşist partiye karşı belirlediği taktik politika “tırmanan faşizm” tespitini yapan TKP’nin çözüm olarak ortaya koyduğu taktik politikanın aynısı: “Faşizme geçit yok!” Dolayısıyla da çözümü de aynı, CHP’ye destek.
Lenin Troçki’yi nasıl tarif ediyordu: “Bugün bir fraksiyonun, yarın bir başka fraksiyonun düşünsel donanımını aşırır.” Lenin, H.Fırat’ı tarif etmiş.
Biz H.Fırat’ın bu konumuna yıllar önce dikkat çekmiştik. Devrimci proletaryayı H.Fırat’ın “yarı troçkist reformist” bir anlayışa sahip olduğuna dair; EMEP, ÖDP vs’nin 90’lı yılların başında hararetle savunduğu faşizmin çözülebileceğine dair sapkın fikirleri paylaştığına dair uyarmıştık. Bunun için, Taylan Işık’ın “Reformizmin Eleştirisi” kitabına, özellikle de “faşizm ve demokrasi mücadelesi ilişkisi üzerine” adlı bölüme bakılabilir.
H.Fırat’ın Lenin’den hoşlanmadığını söyledik sık sık. Lenin’e adım başı şerh düşen ve arkadan hançerleyen H.Fırat, Nimtz’den bazı alıntılar aktardıktan sonra,
“... Yinelemiş olayım: Bütün bunlarla amacım size ustalarımızın taktik esneklikte işin ucunu kaçırdıklarını göstermek ya da işte örnek alınması gereken davranışlar bunlar demek değil” diyor.
H.Fırat’ın, A.Nimtz’le aynı kalıptan, Troçki’nin kalıbından çıktığı ne kadar belli.
Ağlarını örüyor, kurbanlarını çekmek için yemleri özenle döşüyor ve bekliyor...
Şimdi yukarıdaki sözleriyle H.Fırat, ustaların taktik esneklikte ipin ucunu kaçırdıklarına mı inanıyor? İnanıyorsa niye açıkça söylemiyor? İnanıyorsa, ustaların yanlışından neden medet umuyor? Yok ustaların taktiğinin doğru olduğunu düşünüyorsa neden örnek alınmalıdır diyemiyor cesaretle?
Devrimci komünistler, Marx, Engels, Lenin’in yöntemlerini, sorunları ele alış tarzlarını her zaman örnek alır ve alınmasını önerir. Ancak onları kavrayamamış olanlar, bunu yapamaz, lafı ağızlarında geveleyip dururlar. Ve böylece kavrayışsızlıklarını açığa vururlar.
Nimtz, Lenin’e ait olduğunu söylediği bir alıntıyı öyle aktarmış ki, alıntının doğru veya yanlış olduğundan bağımsız olarak, sanırsınız ki, Lenin, “ehvenişercidir. O karayüzleri (bugünün faşistleri diyebiliriz b.n.) dizginlemek için Kadetlerle (otokrasiyle uzlaşma arayışında olan burjuvalar, b.n.) ittifaka razıdır.” Bu durumda, Lenin’e göre: “ gericiliği yalnızlaştırmak için ehvenişer liberallerle yapılacak geçici seçim ittifakları mübah olacaktı” diyormuş Lenin, Nimtz’e göre. H.Fırat da mal bulmuş mağribi gibi buna atlamış ve kendini bunun üzerinden haklı çıkarmaya çalışıyor. Üstelik bir de Lenin, işi abartmış oysa biz abartmıyoruz diyerek...
Oysa bu tümüyle yalandır.
Kadetlerle ittifakı menşevikler savunmuş ve Lenin ısrarla karşı çıkmıştır. Lenin’in ittifak yapılabilir dediği, burjuvazinin devrimci kanadını ve köylüleri temsil edenlerdir. Ki, onlarla ittifakı da, en başta, otokrasiyi ayaklanma ile yıkmayı kabul etmeleri şartına bağlamıştır. Sadece bu konu üzerine, “Kadetlerle Blok üzerine” (C-3’te) adlı makaleyi kaleme almış ve birçok yazısında da bu tavrını ısrarla anlatmıştır. Lenin’in arkasında durmayı beceremeyen H.Fırat’tır. Bu makaleden kısa bir alıntı:
“...Menşeviklerin temel gerekçesi kara-yüzler tehlikesidir (Tıpkı günümüz reformistlerinin temel gerekçesinin ‘AKP-MHP faşizmi’ olması gibi). Bu gerekçe ilk planda ve esas olarak kara yüzler tehditlerine karşı kadet taktiği ve kadet politikasıyla mücadele edilemeyeceği için yalandır. Bu politikanın özü, çarlıkla yani kara yüzler tehlikesiyle uzlaşmaktır..” (C-3/ 384)
İşin aslına bakarsanız A.Nimtz de Lenin’in “ehvenişerci” olmadığını gayet iyi biliyor. Ama işine geldiği yerde öyle göstermek istiyor. Fakat Lenin’in düşünce sistematiği öylesine bütünlüklüdür ki, ne kadar kesilip biçilse ve bağlamından kopartılsa da cümleleri eğer onun bir konuya dair düşüncelerini bir çok alıntıyla aktarıyorsanız, eninde sonunda yaptığınız çarpıtmayı kendi elinizle açık etmek zorunda kalırsınız. Tıpkı Nimtz gibi. Bakın ne diyor Nimtz başka bir yerde Lenin’i anlatırken:
“Lenin’in menşeviklerin Kadet yanlısı duygudaşlıklarına karşı çıkarken o çok tanıdık ‘EHVENİŞER’ ya da ‘bir kaç kırıntıya şükretmeyelim mi’ tezlerine cevap vermesi gerekiyordur. Kadet kabinesi otokrasinin kabinesinden daha ehven değil midir? Bazı reformlar hiç olmamasından daha iyi değil midir? ‘Bunların hepsi ... bütün dünyada... hiçbir DEVRİMCİYE YAKIŞMAYAN... ne kadar oportünist ne kadar reformist tezler...” (LSS- 195)
Lenin’in ehvenişer anlayışına yaklaşımı neymiş? “Hiçbir devrimciye yakışmayan reformist bir tez.”
Devrimci proletarya Lenin’e sonuna kadar güvenebilir. O, çocukları açlık çekerken burjuvazinin gazetesinde yazı yazmayı dahi reddetmiş Marx’ın öğrencisidir. Lenin, devrimci ve devrimden yana olmayan hiçbir şeyin yanında bulunmaz. Yani o, taktik esneklik adı altında ipin ucunu hiç bir zaman kaçırmamıştır. Devrimci proletarya, Troçki’nin çırakları olan Nimtzlere, H.Fıratlara güvenmemelidir.
Alın size Nimtz’in ayaklarına dolanan bir iddiası daha. Nimtz, kendinden o kadar emindir ki, kitabının adını “Lenin’in Seçim Stratejisi” koymuş. Oysa biz biliyoruz ki, Lenin, seçimlere yaklaşımı, özel bir duruma dair özel politika olarak tanımlar ve en fazla seçim taktiğinden bahseder. Yine de biz bildiğimizi bir kenara bırakalım. Nimtz’in kendi kitabında sayfa 208’e bakalım.
“... Parlamenter çalışma gibi gerilla savaşı da bir stratejiden çok, sosyal demokratların duruma bağlı olarak kullandıkları taktikten biriydi...”
Lenin böyledir işte. Ona ne kadar tuzak kurmaya çalışırsanız çalışın, size kendi yaklaşımının söyletir. H.Fırat’ın, Lenin’i devrimci bir anlayışla ele aldığını iddia ettiği Nimtz, böylesi bir beceriksiz düzenbazdır işte. Ağlarını örüp kurbanlarını bekleyen bir devrim ve Lenin düşmanıdır.
Ve madem konu seçimler vesilesiyle açıldı, H.Fırat’ın CHP’yi desteklemek için söylediği evlere şenlik şu iddiasına da değinmeden bitirmeyelim:
“...Bu tutum, E.İmamoğlu’na dolaylı destek anlamına gelmiyor mu? Hayır, bu tutum, E.İmamoğlu’na dolaylı destek anlamına gelmiyor. Dolaylı da olsa ‘destek’ etkin bir tutumu ima ediyor. Devrimci bir parti ... ‘dolaylı’ da olsa bir burjuva politikasına ‘dolaylı’ da olsa herhangi bir destek vermesi söz konusu olamaz. Elbette dinci-faşist iktidara karşı başarılı bir seçim kampanyası, sonuçta sandıkta İmamoğlu’na yarayacaktır. Ama bu destek değil kendiliğinden bir sonuçtur...”
Bu laf cambazlıklarına kim inanır? Burada yapılan laf kalabalığını anlamak için sosyalist olmak değil, dürüst olmak yeter de artar.
Elbette bazen, ürettiğiniz politikanın (karşılığını hemen alın veya alamayın) bazı sonuçları kendiliğinden de olsa başka güçlerin işine gelebilir. Örneğin seçimleri boykot edersiniz ve büyük bir katılım olur. Halkın %70’i sandığa gitmez. Bu durumda seçimleri faşist dinci partiler büyük bir oy oranıyla kazanır. O zaman dersiniz ki, bu politikamın kendiliğinden bir sonucudur, bu sonuç benim politikamın yanlışlığını göstermez. Bunda elbette kimse size bir şey diyemez, sadece politikasını destekleyen %70’e varan bir kitleyle devrim için hangi adımları attığınızı sormak dışında. Çünkü siz, burjuvaziden tamamen bağımsız bir politika koymuşsunuz, yıkmayı amaçladığınız burjuva düzen kurumlarından biri olan burjuva seçim ve burjuva parlamentodan halkın kopmasına hizmet etmişsinizdir.
Peki ama sizin yaptığınız nedir? Burjuvazinin partilerinden birinin karşısında durmak ama diğerine karşı söz söylememektir. Israrla CHP’ye oy kullanmayın dememeliydik ve demeyerek doğru yaptık diyerek burjuvazinin bir partisine karşı etkin bir tavır takınırken, burjuvazinin bir diğer partisine karşı taktiksel olarak tavırsız kalarak, doğru yaptığınızı söylüyorsunuz. H.Fırat, işte sizin CHP’ye yönelik bu taktiksel tavırsızlığınız, dolaylı destek anlamına geliyor biz fanilerin dünyasında.
Bir düşünün fabrikada bir işçi size gelip soruyor: Seçimlerde ne yapmalıyım? Siz anlatıyor da anlatıyorsunuz, dinci faşist partilere karşı yaklaşımınızı. Sonra size işçi diyor ki, zaten onlara oy vermeyi düşünmüyorum. Ama CHP’ye vereyim mi? Proletaryanın devrimci sınıf tavrı ne olmalı? Verme diyemiyorsunuz verin de diyemiyorsunuz. Dönüp yeniden dinci- faşist partilerin kötülüğünü anlatıyorsunuz, devleti elde ettiklerinde olacakları sıralıyorsunuz. Tabi cevap alamayan işçi arkadaş yeniden soruyor, iyi de CHP’ye oy vereyim mi?
Evet, H.Fırat, bu işçi arkadaş ne yapsın? Ona sınıfın politikasını götüren sosyalist işçi ne desin? Soru bu kadar basit.
H.Fırat’ın bu taktik dehası sonucu, sosyalist işçinin “Bak sana CHP’ye oy ver diyemiyorum. Ama sen, AKP-MHP’ye dair anlattıklarımdan dolayı tehlikenin ne olduğunu ve ne demek istediğimi anlamışsındır” demekten başka elinden ne gelir. H.Fırat’ın taktiği, Özal’ın “Benim memurum işini bilir” taktiğine benziyor...
H.Fırat’ın yaptığı bu cambazlığın seçimlerden üç gün önce HDP üçüncü yol olmalı ve kimseyi desteklememeli diyen A.Öcalan’ın tavrından ne farkı var. Üstelik o, tam tarafsızlık çağrısı yaptığı halde, sokak çağrısı yapmadığı için bu çağrının AKP’ye destek anlamına geldiğini her fani anlamıştı. O’nunki, CHP’ye oy vermeye hazırlananları sandıktan uzak tutmak istediği için, dolaylı olarak AKP’ye destekti. Sizinki de AKP’ye oy vermeye hazırlananları sandıktan uzak tutmayı savunduğunuz için yaptığınız CHP’ye destekti.
Sizi ve A.Öcalan’ı burjuva cephenin iki ayrı kanadında ama sonuç itibariyle, burjuva cephede bir araya getiren, aktif boykot çağrısı yapmamanız, yapamayışınız olmuştur. Her zaman söyledik, devrimin geldiği bu aşamada devrimci politika ve taktiklerin reddi, reddedenleri burjuvazinin saflarına iter.
İ. Cevat Çetiner