Sözünü ettiğimiz faşist, herkesin ve hemen tahmin edebileceği gibi, “Zafer Partisi” Genel Başkanı Ümit Özdağ'dır. Birkaç yıl önce attığı bir twitte Cumhurbaşkanı RTE'ye hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Gözaltına alındıktan sonra, yani “kafese” konduktan sonra, Cumhurbakanı'na hakaretten değil ama “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ettiği iddiasıyla tutuklandı.

Tek başına ele alndığında elbette beş paralık değeri yok bu haberin. Ama, iktidarın son dönem politikalarıyla birlikte ele alındığında bu gözaltı ve tutuklamanın dinci faşist iktidarın politikalarına karşı bırakalım direnenleri, az çok muhalefet edenleri bile zindana atacaklarının mesajıdır bu. Mesajı alan en başta tutklanan faşistin partidaşlarıdır. Doğru dürüst bir protesto, bir açıklama dahi yapmadılar. Alelacele, bir Başkanlık Divanı toplantısı yapıp yerine birini getirdiler.
Dediğimiz gibi, tutuklamanın kendisi değil, dinci faşist iktidarın vermek istediği mesajdır önemli olan. Dinci faşist iktidar, sadece gözaltı ve tutuklamayla değil, yaptığı işin biçimiyle de mesaj vermeye çalıştı. Faşist Özdağ, Ankara'da akşam yemeğini yerken gözaltına alınıyor. Yani, anlayacağınız, zavallının lokması boğazında kalmış. Oysa, Parti Genel Başkanı'dır, Ankara'dadır, kaçıp göçecek hali yok. Yine de “adamın lokmasını boğazında böyle bırakırız” demeye getirmişler.
Elbette, sadece konumuz olan faşiste değil; hatta esas olarak ona değil. Dinci faşist iktidara ve faşist devlete karşı mücadele eden herkese; burjuva muhalefete vb vb. bu mesajı gönderiyorlar. Devrimci demokrat gazetecilerin hiçbir somut gerekçeye dayanmadan tutuklanmaları, ESP üye ve yöneticilerinin evleri basılarak onlarcasının gözaltına alınması; BEKSAV'ın kapıları kırılarak arama yapılması, eşyaların kırılıp dökülmesi, müzik aletlerine el konması vb vb. bu aynı politikanın şiddetlendirilmiş biçimde devamı sayılmalı. Şüphesiz tüm bunlara, burjuva muhalefet partilerine, örneğin CHP belediyelerine kayyum atanması gibi, yönelik baskıları eklemek mümkün.
Sosyal reformist partiler, uzlaşmacılar, liberaller faşist Bahçeli'nin “el sıkma” ve Öcalan gelsin Meclis'te konuşsun” çıkışından sonra dinci faşist iktidarın politikalarında “yumuşama” beklerken tam tersi yönde bir politikayla karşılaşmalarını neye yormalı? Üstelik, dinci faşist iktidar Suriye'de “zafer” kazandığını şişine şişine anlatırken..
Gerçek, hiç de dinci faşist iktidarın, onun sözcülerinin anlattıkları gibi değil. “Ezeriz, keseriz”tehditlerinin altında derin bir varlık korkusu her hallerinden belli oluyor. Her şeyden önce Suriye'den beklentilerinin boş çıktığı anlaşılıyor. Yıllarca besleyip, eğitip, silahlandırıp Suriye üzerine saldıkları HTŞ ve diğer dinci faşist çeteler umdukları gibi çıkmadı. HTŞ denen çete, Şam'da iktidar koltuğuna oturur oturmaz ilk resmi ziyaretini Ankara'ya değil, paranın olduğu yere, Riyad'a; Suudi Arabistan'a yaptı. Para oradaydı ve her dinci faşist fani için para her şeyden önce ve her şeyin üstünde idi. Aslında, dinci faşist iktidar bunu kendinden bilmeliydi. Öyle anlaşılıyor ki, “kişi kendinden bilir işi” sözünü akıllarına getirmemişler. Haliyle, Şam'da iktidar koltuğunda oturan çetelerin ne yapacağını kestiremiyorlar. “Kürt halkına saldırın” dediler çetelere; ABD, “zamanı değil” deyince oldukları yere kazık gibi çakıldılar. Asıl patronun kim olduğu böyle hatırlatıldı.
Ama “nankörlük” HTŞ çeteleriyle sınırlı değildi elbette. Dinci faşist iktidar, “Suriye'yi fethettik” diye övünürken payına Emevi Camii'nin halısını dokuma ihalesi kaldığını 9 Ocak'ta öğrendi. ABD öncülüğündeki beş emperyalist ülke, ABD ile birlikte İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, 9 Ocak'ta İtalya'nın başkenti Roma'da “Suriye'nin Geleceği” konulu toplantı yaptılar. Türkiye, toplantıya davet edilmemişti. Emperyalistler, orta yerde yatan avın nasıl paylaştırılacağını kararlaştırırken dinci faşist iktidar yutkunarak toplantıyı seyrediyordu. Suriye'de koçbaşı rolünü karşılıksız mı yaptırmışlardı? Paylarına çakallardan artakalanlar mı kalmıştı? Durum tam da bunu gösteriyordu. Oysa, ne hayaller kurmuşlardı ekonomilerini krizden çıkarıp canlandırmak için...
Dinci faşist iktidar ve tekelci sermaye egemenliği çöküş içinde. El attığı hiçbir yerde ve hiç bir şeyde dikiş tutturamıyor; neyi eline alsa elinde kalıyor. Bolu Kartalkaya'da meydan gelen ve yetmiş dokuz yurttaşın yaşamını yitirmesine yol açan yangın faciası, dinci faşist iktidarla birlikte düzenin de çöküşünün açık resmidir. Burjuva muhalefet de düzeni kurtarma kapasitesinden uzak; çaresiz, dağınık ve ne yapacağını bilmez halde. CHP, kendi belediye başkanının görevden alınmasına ses çıkaramayacak; kitlelerin dinci faşist iktidara olan öfkesinden korkacak noktada. Beşiktaş Belediyesi'ne kayyum atandığı ilk gün sokağa çıkan öfkeli kitleleri görünce onları evlerine nasıl geri göndereceğinin derdine düştü.
Muhalefetiyle, dinci faşist iktidarıyla, kurumlarıyla düzen tam bir çöküş içinde. Birleşik devrimin gelişimi burada hem bir sonuç hem de bir neden. Dinci faşist iktidarı “beka sorunu” söylemine iten durum budur. Birleşik devrim korkusu, muhalefetiyle iktidarıyla, hepsini, sarmış durumda. Onun için kimsenin aykırı ses çıkarmasını istemiyorlar; aykırı en ufak bir sese tahammül edemiyorlar. Korku salmaya; korkuyla kitleleri sindirmeye çalışıyorlar. Ankara'daki faşistin gözaltına alınıp tutuklanmasını böyle anlamak gerek.
Kitleler ise, başta işçi sınıfı, ücretli emekçiler, emekçi köylüler, kadınlar ve elbette Kürt halkı ısrar ve kararlılıkla sokağa çıkıyorlar; mücadele ediyor ve dinci faşist iktidara, sermaye sınıfına meydan okuyorlar.
Burada Kürt halkının dinci faşist iktidar karşısındaki tutumuna dikkat çekmek gerekir. Dinci faşist iktidar, öne sürdüğü faşist Bahçeli'nin DEM Parti'lilere el uzatmasının farklı bir hava yaratacağını; Kürt halkının mücadelesinin yumuşayacağı beklentisi içindeydi. “El uzatma”sının nedeni de buydu. Kürdistan'ın orta ve küçük burjuva kesimlerinin bir kısmı “uzatılan el”e “tav” da oldular. Ama savaşın asıl yükünü çeken güçler, Kürdistan işçileri, emekçileri, yoksul kitleleri; yani faşist devlete ve dinci faşist iktidara güvensizlikle yüklü olanlar kurulan tuzağa düşmediler. Temkini ve mücadeleyi elden bırakmadılar. Ne Kürdistan'da ne Rojava'da dinci faşist iktidar şimdiye kadar istediklerini alabilmiş, amaçlarına ulaşabilmiş değil.
Birleşik devrim her şeye rağmen yolunda ilerlemeye devam ediyor.