Son günlerini yaşadığımız 2024 yılının işçi sınıfı için pek iyi anılacak bir yıl olmadığı çok açık. Yaşamın her alanında tam bir kuşatmayla karşı karşıyayız. İğneden ipliğe her şeye gelen yüksek zamlar durmak bilmeden devam ediyor.
TÜİK verilerinde bile geniş tanımlı işsizlik %30’u aşmış durumda. Kiralarda yaşanan astronomik artış alınan ücretlerin büyük bölümünü yutuyor. Sağlıklı beslenme bir yana asgari gıdaya ayrılabilen miktar iyiden iyiye küçüldü. Bırakalım insanca yaşanacak, insanca beslenecek olanakları insanlar sofralarında makarna ve ekmeği bulduklarında kendilerini şanslı görüyor. İşçi ve emekçilerin büyük kısmı çocuklarının beslenme çantasına süt, peynir, bal değil salçalı ekmek koyuyor. Çok ağır koşullarda uzun saatler çalışan pek çok işçi fabrikalarında verilen yemeklerin tatlısını, meyvesini ceplerine koyup akşam çocuklarına götürüyor, yemekhaneden artan ekmekleri istemenin utancını yaşıyorlar.
Yaşananlar yalnızca geçinememenin, yoksulluğun dehşetli boyutlara varması değil, aynı zamanda hiçbir şeye yetememenin sonucunda yapmak zorunda kaldığımız şeyler açısından da bir onur mücadelesi haline de geliyor. Hanelerin içinde, kahvelerde, köşe başlarında homurtular yükseliyor. Sokak röportajlarında insanlar yaşanan hayat pahalılığını ve ona duydukları tepkileri kendilerini sakınmadan, Silivri’nin soğuğuna aldırmadan anlatıyor. Eleştiri yapanlar sadece “muhalifler” içinden değil, mevcut iktidarı yıllardır destekleyenler de itirazlarını yüksek sesle dile getiriyorlar.
Peki, siyasal iktidar IMF’nin talimatını harfiyen yerine getirmek konusunda neden bu kadar ısrarcı. Bazı sermaye çevrelerinin bile beklenti ve önerilerinin altında yapılan %30’luk zamla verilen 22.104 TL ne anlama geliyor?
Bir yanda uluslararası sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz işgücü sağlama, yeni yağma ve talan alanları açma zorunluluğu, diğer yanda Suriye içinde sürdürdüğü işgalci ve ilhakçı savaşın maliyeti sermayenin devletini daha pervasız davranmaya zorluyor. Böylesi bir sıkışmanın sermaye ve onun iktidarı için taşıdığı riskleri gayet iyi görüyorlar. Bunu için daha gaddar daha kıyımcı ve zalim olmak zorundalar.
İşçi sınıfını, emekçileri çökertme ve tam teslimiyeti hedefleyen bu süreç yalnızca ekonomik zorla ve örgütsüz bırakmakla da sınırlı değil. Aynı zamanda tüm emekçilerin onurunu da hedef alan bir noktaya evrilmiş durumda. Sermaye ve onun iktidarı işçi ve emekçilere birer haşere, böcek muamelesi yaparak tüm reflekslerini felç etmeyi deyim yerindeyse işçi sınıfını bir kadavra haline getirmeyi hedefliyor. Dolaylı olarak “Seni bir böcek gibi ezerim”, “sen bir haşeresin, hiçbir değerin yok” ifadesini kullanıyor veya en azından böyle hissetmesi için her şeyi yapıyor. Böyle yaparken de en yüksekten konuşarak kendinden emin görünmeye çalışıyor. Kendisinden emin görünmesi gerekiyor çünkü göstereceği bir zaaf veya zaaf gibi görünecek bir esneklik onları ve temsilcisi oldukları sınıfı cehennemin dibine gönderecek. Bu öfke ve birikimi gayet iyi biliyorlar.
Özellikle sosyal medya üzerinden gerçekleşen her toplantıya yüzlerce, binlerce işçi katılıyor. Uzun yıllardır sermaye ve onların hizmetkarı olan işbirlikçi sendikaların temsilcileri şaşkınlık içindeler. Asgari ücret komisyonunda yetkili sendikanın başı Ergün Atalay gelen tepkilerden bunalmış ne yapacağını bilmez bir halde canlı yayında “biz komisyon toplantılarına asgari ücretle çalışan arkadaşları koyduk. Son toplantıya biz katılmadık, kimse fikrimizi sormadı, artık bu komisyonda olmayacağız. Hükümetle işveren bir oluyor, istediği kararı çıkarıyor.” diye güya veryansın ediyor.
On yıllardır işçi sınıfının sırtına çöreklenen bu asalaklar diğer işbirlikçi konfederasyonlar gibi bünyelerinde çalışan sayısız uzmanı istatistik memuru haline getirmişler. Kendilerinin televizyon yorumcusu gibi açıklama yapmalarını da görevlerini yerine getirmiş saymamızı bekliyorlar. Burjuva sendikaların işçi sınıfına karşı işledikleri suçlar bağışlanamayacak boyutta.
Önceki yıllarda yayılan ve 2024 yılında da kesintisiz bir hal alarak devam eden işçi eylemleri hem nitelik hem de nicelik olarak yükselerek devam ediyor. Tek tek yaşanan ve devam eden işçi eylemlerinin diğer eylemlerle birlikte akacağı alan arayışı daha görünür biçim alıyor. Teslimiyetçi işbirlikçi sendikal bürokrasiden kopuş sadece düşünsel zeminde değil, fiili istifalarla genişliyor ve birçok tartışma platformunda kendini gösteriyor.
Bu yıl içinde kamuoyu tarafından “Mücadeleci Sendikalar” olarak ifade edilen sendikalar, sınıf hareketinde yaşanılan bir arayışın ve ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı. Sayısız eylem etkinlik toplantı ve kampanya ile isminden sıkça söz ettirdi. 15 Aralık’ta Ankara’da yaptıkları eylem uzun süredir ihtiyaç duyulan inisiyatif, kararlılık ve duruşu sergilemesinden dolayı geniş çevrelerin dikkatini çekti. Bu sendikalar darlığa düşmez, sorumluluktan kaçmaz ve sınıfın çıkarları ve mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda yürümeye devam edecek olurlarsa katılacak yeni güçlerle dönemin taşıyıcı kolonu olacaktır.
Tarihin hiçbir döneminde emeğin itibarsızlaştırılması bu boyutlara ulaşmadı. Asgari ücreti belirleyen akıl dünkü açıklamasında “patronların elini tutan yok isteyen fazla versin” diyor. İşçi sınıfına ve emekçilere kullandıkları iğrenç üslupları ve köşeye sıkıştırmaya dönük her hamleleri öfkeyi ve kini biraz daha büyütüyor.
Kendilerini saraylarında yüksek güvenlikli yalılarında ulaşılmaz ve güvende zannedenler, aslında cam kulelerde yaşadıklarını görecekler. Sermaye ve onun tüm temsilcileri ilk taşla tuzla buz olacaklar.
İnan Çelik