İnsanlık tarihinde büyük felaketlerden biri olarak anılır salgın hastalıklar. Şarbonlu hastaların battaniyelerinin Kızılderililere “hediye” olarak götürülüp hiç savaşamadan öldürülen on binlerce kızılderiliyi yazıyor kitaplar. Hatta bu kıyımı biyolojik savaşın başlangıç tarihi olarak alanlar var.
1721 yılında ilk kez çiçek aşısı yapılmaya başlandığında Gagarin'in uzaya çıkmasından daha az etki uyandırmamış. O güne kadar kimi başarılı olmakla birlikte, hasta kişinin bir eşyasını ya da yarasını sağlam kişilere taşıyarak bağışıklama yöntemleri pek çok toplulukta denenmiş. O günlerde de bugünkü aşı uygulamasında olduğu gibi amaç kişinin hastalıkla sınırlı bir miktarda karşılaşarak bağışıklık oluşturmasını sağlamakmış. Toplu aşılama tarihi 1700'lerin sonlarına varıyor. 1885'de Pasteur'ün kuduz aşısını bulmasıyla salgın hastalıklara karşı korunmak için aşılanma fikri insanlığın ufkunu açıyor. Aşı olmak, kendisi risk grubunda olmasa bile, toplumsal bağışıklama, zayıf olanları koruma sorumluluğunu ifade ediyor.
Kızamık, kızıl, çiçek, tüberküloz, su çiçeği, boğmaca, kolera, tifo, hepatit, difteri ve çocuk felci gibi, pek çok çare aranmış salgın hastalıkların toplu kıyımı neredeyse tarihe karışmışken domuz gribi aşısıyla aşı tartışmaları bizim ülkemizde de gündeme geldi. Daha önce kısa süreli söylentiler dolaşır ancak etkisi son derece sınırlı olurdu. Daha çok aşı bizim hayatımızda, okula çantalarıyla gelip bizi aşılayan abla ve abilerimiz için kolumuzu açıp iğne korkusuyla sıraya girdiğimiz bir şeydi. Daha çok aşıya ulaşamayan ülkeler, yoksul ülkelerde aşı programıyla toplam yaşam süresinin uzatılması hedefleri genel tartışma konusuydu. Afganistan, Pakistan, Hindistan, Somali, Mozambik, Zaire'de toplu çocuk ölümleri ve aşıya ulaşımdaki eşitsizlik hakkında itirazlar öne çıkmıştı. Domuz gribinde, -daha sonra biyolojinin hackerları “Antigenciler” sayesinde olduğunu öğrendiğimiz- hızla üretilen aşı pandeminin büyümesinin önüne geçti. O günlerde bir “bilim insanı”, “ne yazık ki yeterince çalışma yapamadan bitti” diye serzenişleriyle protestolara nail olmuştu. Hatırlatalım RTE aşı olmayacağını, kimseye önermediğini söylemiş, ailesiyle birlikte ABD'de aşı olduğu ortaya çıkmıştı.
Bütün bu karambolde öncelikle aşı tartışmalarının ikiye ayrıldığını belirtmek gerekir. Dünyanın güney yarım küresi “aşıya ulaşmadaki eşitsizliği ve toplu çocuk ölümlerini” tartışırken ve daha fazla ve düzenli aşıyı talep ederken daha çok kuzey yarım kürede “aşı karşıtları ve onların etki alanları” tartışılıyor. 2019'da kızamıktan dünya çapında, ağırlıklı olarak 5 yaş altı 140 bin çocuk ölüyor. Ölen çocukların aşıya ulaşamadıkları için öldükleri üzerine yaygın bir aşı kampanyası başlatılıyor ancak Covid19 tüm dünyada aşılamaları da sekteye uğratıyor. On yıllık dünya çapında aşı çalışmalarıyla 1977'den beri görülmeyen çiçek hastalığı yeniden baş gösteriyor.
Aşı karşıtlığı üzerine yapılan çalışmalarda kaynaklar dünyada %55-60 civarında aşı yanlısı, %2 civarında aşı karşıtının olduğunu belirtiyor. Bugünlerde aşı karşıtlığını sık sık duyar olduk çünkü etkili yöntemlerle yaklaşık %30'luk bir tarafsız kesimde güvensizlik yaratan yayınlar yapıyorlar. Bilimsel birikimden uzak ve sisteme karşı güvensizlik duyan kesim hayli çok. Bilgiden uzak olma hali sağlık çalışanlarında bile belli bir düzeyde. Çünkü bilgi toplumsal değil. Belli bir kesimin elinde. Şirketler arası rekabet, patent savaşları bilgiyi emekçi kesimlerden kaçırıyor. Peki biz emekçi insanlar, suyun bunca bulanık aktığı bir dönemde ne yapmalıyız?
Buraya bir not düşelim. Covid19'un bir günlük tedavi gideri 4.500 tl. Aşılama bir kişi için toplamda 400 tl. Yani tedavi her zaman her hastalıkta olduğu gibi bağışıklamadan daha masraflı, patronlar açısından söyleyecek olursak kârlı! Bağışıklama hem can kaybı açısından hem de tedavi giderleri açısından başka bir bakış açısının ürünü. Bir grup “sürü bağışıklığını” savunurken, sürü tabirinin içinde farklı beslenme ve yaşam koşullarında yaşayanların olduğunu gözlerden saklıyorlar. Dünyada milyarlarca yoksulun ağırlıkla karbonhidratla beslendiğini ve sağlıksız koşullarda yaşadığını biliyoruz. Gelişen teknoloji, gıda krizi, su krizi vb. nedenlerle dünya nüfusunun ancak 500 milyon kişiye yeteceğini söyleyen Bill Gates sanıyoruz kendisini hayatta kalacaklar listesinde görüyordur. Özetle, yoksul Güney yarım kürenin Kuzey yarım küreye göre doğal koşullarda hayatta kalma şansı hayli düşük.
İlkel komünal dönemde en uzun yaşam süresi otuzlu yaşlarken toplumsal gelişim ve tıbbın gelişimi ve yaygınlaşması insan yaşam süresini yetmişli yaşlara taşıdı. İnsan yeteneği, birikimi ve aklından daha uzun süre yararlanma ve sağlıklı yaşama koşulları dünyanın bir kesimi için gelişti. Yeni sömürgelerdeki nüfus, bol yedekli ucuz işgücü olmakla birlikte tehlikeli birer mayın tarlasına dönüştü. Bu nüfusun yaşamda kalım kalitesi ekonomik yük olarak görünmekte. Hepimizin gördüğü gibi doğa olaylarında, hastalık ya da açlık gibi nedenlerden binlerce insanın bir anda ölmesi kapitalizmin gündeminde değil. Doğanın yıkımı da gündemlerinde olmayacaktır. Bugün bizlere aşı ulaştırıyor olmaları hem yılların mücadelelerinin kazanımı sonucudur, hem de aşılama oranı belli bir seviyeye gelmeden kendilerinin de bu hastalıktan kurtulamayacak olmalarındandır.
Bizlerin aşının başarısı sayesinde unuttuğumuz kızamık gibi önlenebilir bir hastalıktan kırılması da birkaç kalem finans hesabından başka bir şey değil. Dünyanın birçok yerinde emekçi, yoksul insanlar aşı bulabilmek, aşılara uygulanan patentlerin kaldırılmasını sağlamak ve toplu ölümlerden çocuklarını ve kendilerini kurtarmak için mücadele ederken aşı karşıtlığının kuzeyin zengin ülkelerinde, emekçilerin arasında taraf bulması düşündürücü...
Kapitalizmde yaşamak, burjuvazinin her hareketinden şüphe duymayı öğretiyor bize. Bir şeyi “yapın” demeleri bizim için kötü bir şeyler planladıkları sağduyusuyla karşılık buluyor. Böyle dönemlerde yılların mücadelesiyle bizim yanımızda olmanın bedelini ödeyen örgütlerimizin ne dediğine bakalım. Tabipler birliği, devletin haklı öfkesiyle mücadele ediyor. Tüm mücadele tarihinde emekçilerden yana tavır almış, işkencelerde, zindanlarda, eylemlerde yanımızda olmuş aydınlarımız bizim için araştırıyor, bilgiye ulaşmaya çalışıyor. Tabipler birliği ve Klimik gibi örgütlerde birleşmiş devrimci, demokrat hekimler bize aşı olmamız gerektiğini söylüyor. Bu konuda bizlere sayısız kaynak sunuyorlar.
Deprem, yangın, salgın, sağlıklı gıda ve neredeyse her konuda güvensizliğimiz bizleri bilmeye zorluyor ama her konuda uzman olmamız mümkün değil. Bilimsel bir tartışmayla popüler bir tartışma arasında hayli bir fark var. Karşılaştığımız olaylarda tarihle sınanmış örgütlerimizin ve örgütlü insanların ne dediğine bakalım. Bizi bilgisiz bırakan bu sistem bilgi kirliliğinden, bilim dışı tartışmalardan besleniyor. Bilim ne zaman bizim elimizde olursa o zaman bilimsel tartışmalar kitlesel bir düzeye ulaşacaktır. Bugün henüz ulaşabiliyorken aşı olalım ve bunun toplumsal sorumluluğumuz olduğunu bilerek, daha zayıflarımızı korumak için yapalım.
Devrimci Sağlık Emekçisi