Yeni tanıştığımız, belediyeye bağlı bir taşeron şirkette çalışan işçi anlatıyor, “İki üniversite bitirdim, 26 bine çalışıyorum. Yol-yemek çıkarsan asgari ücret işte. Bu ücretler bizim emeğimizin karşılığı olamaz.
Sendikalar bu hırsızlığın, baskılamanın aracılığını yapıyorlar. Bir şey söyleyene ‘senin işini bekleyen dışarıda bir sürü insan var’ diyor. Bunu söyleyecek olan sendika mı? Ben sendika işlerinden anlamam. Siz benimle kavga verecekseniz, ben varım. Siyasi düşünceniz falan da beni ilgilendirmez. Ne yapılacak, nasıl yapılacak bize o lazım.” Çay içiyoruz, tarihi eserlerin doğanın nasıl talan edildiğinden konuşuyoruz. Mücadeleci sendikalar arasında güçlü bağlar kurmak ve sıkı çalışmak konusunda anlaşıyoruz. Başka alanlarda tanıdığı işçilerden bahsediyor. Ayrılırken işyerinde kuracağı komitenin nasıl çalışacağını konuşuyoruz. İlk karşılaşmadan daha sıkı sıkılıyor eller, ayrılıyoruz.
Bir başka işçi bizi evinde karşılıyor. Anne bize ne yedireceğini, içireceğini şaşırıyor. “En son seçime kadar Erdoğan’a laf söyleyenin boğazını sıkardım, şimdi bıraktım. On bin liraya kim yaşar? Ben emekli olacağım diye bir ev sattım. Şimdi o evden on beş bin kira alırdım. O kiradan buraya geldi, biz nerelere düştük. Olur mu böyle?” diyor. İşçi arkadaşın ne kadar büyük bir alanda uzmanlaşmış olduğunu öğreniyoruz. “Devleti yaşat ki, sen yaşayasın.” diyor ve ekliyor, “Biz işçi mücadelesi verirken devletle de karşı karşıya geleceğimizi biliyoruz. Bunu göze alamayan sendikacılık yapmasın.”
Belediye seçimleri sonrasında, bir kavga bitmiş diğeri başlamış bir dönemdeyiz. Yine bir belediye işçisi, gururla yedi kez sürüldüğünü anlatıyor. Yeni belediye başkanı dinci faşist bir kökenden geliyor. İşçi, belediye başkanıyla oturup yiyip içen birisi olduğunu anlatıyor. “Başkana dedim ki, ben işçi olarak senin için çalışmıyorum. Onun için iznimi aldım çalıştım. Eyvallah. Eğer olur ki sen kazanır da başkan olursan, senin karşına işçi Ahmet olarak çıkacağım, kıran kırana seninle mücadele edeceğim, dedim. O da bana ‘ben de seninle kıran kırana mücadele edeceğim’ dedi. Başkan kazandı şimdi herkes kendi yerine geçecek.”
Hepimizin düşüncesi ve dünya görüşü ayrı. Ama hepimizi birleştiren bir sınıf mücadelesi var. Böyle onlarca örnekte kâh oturup bir çay içiyor kâh bir bildiri uzatıp “bu ne” diyene iki kelam ediyoruz. Karşılaştığımız işçilerin hiçbiri diğerine benzemiyor. Farklı kökenlerden gelen, farklı yaşam biçimleri olan işçi arkadaşların sınıfın çıkarları ve tarafı söz konusu olduğunda dilleri birleşiyor. Daha fazlasını konuşmak için yollar açılıyor.
Sınıf eğitimi, sendika komiteleri yoluyla yönetimlerin denetlenmesi, işyeri sınırına bağlı kalmaksızın tüm işçi arkadaşların sorunlarında yanında olmak, işçiler arası tüm rekabetlerin ortadan kaldırılması, yaşadığımız ve hak ettiğimiz yaşam, işçilerin mücadele birliğinin yarattığı ve yaratacağı güç... Alan hakkında hiçbir şey bilmesek bile, hemen her işçi ile konuşabileceğimiz ve ortaklaşacağımız konular. Tüm işçiler için “örgütlenmeyi bilen” birilerinin gelip onların çıkışsızlığına bir ışık yakması o kadar değerli ki... Sendikalar sermayenin arzuları ve çıkarları doğrultusunda sınıfın kendi eğitimini ulaşılmaz hale getirmiş durumda. Sınıf eğitimi ancak devrimciler tarafından sınıfa taşınabilir. Sınıf için devrimciler varsa umut var, devrimciler için de işçi sınıfı varsa umut var. Tarih her iki tarafın birbiriyle buluşup buluşmaması üzerine yazılıyor.
İşçilerin kendilerini küçümseyenleri, olanları korkak, bilinçsiz bulanları ve onların yerine karar vermekten başka bir yol görmeyenleri ne kadar net gördüklerine tanık oluyoruz. “Sorsan, bizden bir şey olmaz, biz bir şey bilmiyoruz, geldin gördün mü, sordun mu, içinde bizim sözümüz olmayan bir şeyse boşuna yorulmayın” diye sitemini anlatıyor bir işçi arkadaş. İşçilerin içinde bu kesimler hızla artıyor. Örgütlenmeye ve örgütlenme çalışmaları yapanlara karşı duydukları güvensizlik hala aşılması gereken bir sorun. Bu güvensizlik onlardan yetkiyi alıp kendi şahsi çıkarları için kullananlar tarafından defalarca yaratılmış. Onları dinleyen, sorunlarını, çalışma ve yaşam koşullarını, en çok da birikimlerini merak eden ve her şeyi samimice onlarla birlikte yapmak isteyen herkes kapıların nasıl da kolayca açıldığını görüyor. İşte burada daha önemli bir yol karşımıza çıkıyor; o yoldan yürümek...
İstikrarlı, kararlı ve her adımda birbirinden öğrenerek, her adımda önyargısız...
Temade Çınar