İşçilerin çok uzun yıllardır bugüne kadar kazandıkları haklarını kaybettiklerini ve kaybetmeye devam ettiklerini herkes söylüyor. Hatta bu kaybetme haline “kazanamayız, bir şey yapamayız” tavırları damgasını vuruyor.
Karşılaştıkları sorunlarda mücadeleye girişmek için kollarını sıvayan işçilerin karşısına çıkan “deneyimli” sendika yöneticileri başta olmak üzere, uzlaşmacılar, reformistler, işçi sınıfından umudunu kesmiş; herkes ama herkes nasıl olmayacağını, hangi yasaların hangi yasaların ayağına dolandığını, yolun ne kadar uzun ve denenmiş olduğunu anlatırlar. Peki ama kaybetmeyi bu kadar “iyi” öğrenmiş bir “birikime” karşı kazanmayı nasıl öğreneceğiz?
Önce temel görüşün köşelerini çizebilmek için aşağıdaki uzun alıntıyı konumuzun başına koymalıyım.
“Kitlelerin gerçek eğitimi, hiçbir zaman onların bağımsız, politik ve özellikle devrimci mücadelelerinden ayrılmaz. Sömürülen sınıfa, yalnızca mücadele, ona gücünün büyüklüğünü gösterir. Ufuklarını, yeteneklerini genişletir, kafasını ayıklığa kavuşturur, kararlılığını sağlamlaştırır. Devrim boyunca ekonomik grevlerin politik grevlerle iç içe giriş biçimi ayırıcı niteliktir. Yalnız bu iki grev biçimi arasındaki yakın bağlantının harekete o büyük gücü verdiğine kuşku duyulmaz; ancak o zaman Rus halkı gerçekten demokratik ve gerçekten devrimci bir eğitim edinebildi.” (Lenin, Grev Üzerine)
İşçilerin tüm alanlarda sorunlarının biriktiği ve gittikçe karmaşıklaştığı bir durumda hemen harekete geçmek ve hemen sonuç almak isteyen kesimler, geldiği siyasi görüşten bağımsız olarak artıyor. Birbirine benzemeyen ama hedefleri aynılaşmış birçok işçiyi baş başa vermiş buluyoruz. Sorunlarının önceliğini seçmekte bile zorlanıyorlar. Ekonomik taleplerin önüne çoğunlukla insanca muamele görme, insanca çalışma talebi geçiyor. Bütün bu karmaşık durumlarda işçiler mücadele deneyimi olan kesimlere doğru hareket ediyor. Bazen kendi içlerinden daha çok bilen birisi, bazen etraflarında bulunan birileri öne geçiyor ya da koşullar tarafından öne itiliyor. Çok bilenlerin öne geçtiği süreç başladığında eğer öncü olarak kabul gören, mücadele etmekte istekli ise oldukça hareketli ve öğretici bir süreç başlıyor. Öncünün deneyimine bağlı olarak düşmeler kalkmalar... Öncü, mücadelede istekli ya da inançlı değilse, yolunu bürokratik, yasal yollarda arayan birisiyse sıkıcı, uzun, kaybetme deneyiminin yollarını döşeyen bir süreç başlıyor. Doğrusu son dönemde karşılaştığımız işçi kesimlerinin bu ikinci kesimi arkasında bırakmış olduğunu görüyoruz.
Sendikalarda çalışma yapan devrimciler doğal birikimleriyle hemen örgütlenme, hemen bir eylem organize etmenin araçlarını oluşturmaya girişiveriyorlar. İşçiler için bu el alışkanlıkları bile, önemli deneyimlerden birisi olarak hayatlarına katılıyor. Bugün eyleme geçen birçok bağımsız işçi grubunun kendi dövizlerini yazdıklarını, sloganlarını, basın açıklamalarını yazıp pankartlarını hazırlayıp alana çıktıklarını görüyoruz. Bu deneyimler çoğunlukla gördükleri, izledikleri ya da rastladıkları bilgilerle oluşmuş durumda.
Son dönemlerde yaşadığımız deneyimler eski bir bilgiyi bize yeniden öğretti. “Sınıfa verilen hiçbir şey boşa gitmiyor.” İlk temastan ve güven ilişkisi kurulduğu andan itibaren büyük bir saygıyla ve bağlılıkla yolculuk başlıyor. Her adım bir eğitim... Tüm kesimlerin birbirleriyle ilişkilerinde saygı seviyesi yükseliyor, küfür dili kesiliyor, dün makbul olan ayrımcılıklar, kaba tavırlar yerini dayanışmanın inceliğine bırakıyor. Yaşamın kuralları o kadar hızlı değişiyor ki, bazen geri dönüp hatırlatıldığında inanmakta güçlük çekiliyor. Bu eğitim süreci aynı zamanda iş yerinde hiç muamelesi görenlerin her şey olmalarıyla gelişiyor. Dün yadırganmayanlar bugün yadırganıyor, dün yadırgananlar bugün yadırganmıyor.
Eylem süreci ise tam anlamıyla bir sıçrama anı. “Pankartı toplayın, slogan atmayın” diyen polisle pankartı açtıran ve slogan atmaya başlayan arasındaki kalma hali yaklaşık üç saniye sürüyor. Sloganlar yükseliyor, pankart açılıyor, polis kenara çekiliyor işte bu ilk zafer. Ona o güne kadar “hiçbir şey yapamazsınız” diyenlere eylemin sonucundan bağımsız anlatılacak çok şey var. Hatta ileriki yıllarda çocuklarına, arkadaşlarına anlatacak... Birbirinden farklı kültürel kökenleri olan, birbirine güven sorunları yaşayan, farklı seviyelerdeki işçiler tam olarak birbirinin eşiti, tek vücut gibi hareket etmeye başladıklarında sınıf bilinci eğitiminde önemli bir aşama katediliyor. İyi organize edilmiş bir eylemde basının karşısına çıkmak, röportaj vermek, birlikte sloganın ezgisini tutturmak, gelişen görüşme ya da müdahale durumlarına birlikte karar ve tepki vermek... “Kapitalizmde işçi sınıfının tek özgür olduğu alan eylem alanıdır” sözü tam olarak yerini buluyor. İşçiler dağılırken bile ara sokaklarda coşkuyla slogan atıyorlar. Sokaklar dün olmadığı kadar onların... Birlikleri dünkünden daha güçlü, her birisi dün olduğundan daha değerli... Emeğinin ve kendisinin gördüğü değersizliği onur meselesi yapan işçinin yüceldiği an...
Eylemin sonunda somut hiçbir şey kazanılmamış olsa bile, her işçinin bütün bir süreçte aldığı yol inanılmazdır. Bir araya gelmek, tahammül etmek, korkulardan kurtulmak, birliği sürdürmek için sorunları çözmek, ortak plan yapmak, eylemin zamanlamasının tartışmalarını yürütmek, plana sadık kalmak, onun için hazırlık yapmak, onu alana taşımak ve nihayet iyi ya da kötü sonuçlarıyla yüzleşmek... Hedefleri büyür, talepler gelişir... İyi bir mücadele deneyimi yaşayan işçiye devrimi nasıl yapacağımızı anlatmak kolay, bu süreci yaşamamış olan bir işçiye anlatmak oldukça zor.
Eylem yapmak için eylem yapmayı yüceltmediğimizin anlaşıldığını varsayarak, işçi sınıfını devrime kazanmayı kendisine görev edinmiş her devrimcinin de kendisini yetiştirmek için geçmesi gereken bir süreç bu. Bütün deneyimler birbiriyle buluştuğunda büyük eylemi örgütlemiş olacağız.
Hepimiz kazanmayı aynı yoldan ve birbirimizden öğreneceğiz.
Temade Çınar