Devrim, emekçi kitlelerin dış engellere ve burjuvazinin uyguladığı şiddete maruz kalmasından daha çok, genel ortalama sol bilincin ürünü olan lafazanlıkların devrimci kitlelerde, emekçi yığınların bilincinde yarattığı bulanıklığın etkisinden dolayı büyük bedeller ödeyerek gelişiyor.

Bu lafazanlıklar içinde güncel olarak devrim için en tehlikeli olanlar, demokrasi olgusuna dair olanlardır. Çünkü devrimin güncel bir sorun olarak gündemde olması demek, ilk ve acil olarak iktidar sorununun gündemde olması demektir. Demokrasiye dair lafazanlıklar ise, iktidar sorununun köklü bir çözüme kavuşmasını geciktirerek, çekilen acıların artmasına neden olmaktadır.

Küçük burjuva sosyalist hareket, burjuvazinin “genel-saf demokrasi” yani basitçe “demokrasi” anlatısının etrafında dönüp durmakta ve bu nedenle lafazanlıktan öteye geçememektedir. Bu yüzden, küçük burjuva sosyalist bilincin lafazanlığını anlamak için asıl olarak burjuva ideolojisinin bir parçasını oluşturan temsili demokrasi, basitçe “demokrasi” anlatısına bakmak gerekir. Aslı anlaşılırsa, bunun sol türevleri kendiliğinden anlaşılacaktır.

Burjuvazi demokrasiyi, siyasi iktidarın kaynağının halkın (tüm nüfus anlamında) iradesine bağlı olduğu yönetim biçimi olarak tanımlar. Ve özü ile içeriğini oluşturan şeylerin/ögelerin “anayasal eşitlik-adalet”, “genel oy-seçim-parlamenter temsiliyet”, “düşünce-basın-örgütlenme özgürlüğü” ve nihayetinde de “azınlığın çoğunluğa tabi olması” olduğunu söyler. Ve bu anlatısını getirip, demokrasinin asla ama asla zorla yan yana olamayacağına bağlar. Burjuva ideolojisinin bir parçası olan bu temsili demokrasi, basitçe “demokrasi” anlatısı, tüm bu ögelerin karşılıklı ilişkisi ve bağıntısından oluşan bir yönetim biçimi olarak sunulur.

Küçük burjuva sosyalist bilinçte şu veya bu biçimiyle sahiplenilen bu anlatı, bugünkü demokrasinin karakterini, özünü, içeriğini emekçi yığınlardan gizlemeye hizmet eder. “Burjuvazinin tüm devlet iktidarı aygıtını elinde tutmaya devam etmesine, bir avuç sömürücünün şimdiye kadarki burjuva devlet mekanizmasından kendisi için yararlanmayı sürdürmesine hizmet eder. Burjuvazi seçimleri, ‘özgür’, ‘eşit’, ‘demokratik’, ‘genel’ seçimler olarak göstermeyi elbette sever, çünkü bu sözler gerçeği gizlemeye, üretim araçlarının, mülkiyetinin ve politik iktidarın sömürücülerin elinde kaldığını, bu yüzden, sömürülenler için, yani halkın muazzam çoğunluğu için gerçek bir özgürlükten, gerçek bir eşitlikten hiçbir şekilde söz edilemeyeceğini saklamaya hizmet eder.” (Lenin, Seçme Eserler, C-7, Sy. 233)

Devrimci kitlelere ve emekçi yığınlara demokrasinin özü ve içeriği olarak anlatılan dolaysıyla demokrasiyle özdeşleştirilen tüm bu şeyler/ögeler, şüphesiz demokrasi olgusuyla ilgilidir. Ama ne tek tek herhangi biri ne de hepsinin oluşturduğu bütün, demokrasi olgusuyla özdeşdir. Bunların demokrasiyle özdeş gösterilmesi büyük bir yalandır, ama hakkını vermek gerekirse ustaca söylenmiş bir yalandır. Çünkü, içinde gerçeğe yakın bolca şey barındırmaktadır dolayısıyla inandırıcılığı güçlüdür. Hele de reformist ve oportünist solun ağzından dökülünce.

Burjuvazi ve küçük burjuva sosyalistler tarafından demokrasinin ta kendisi olarak sunulan bu anlatının barındırdığı her şey, bunların bahsetmeyi sevmediği daha başka özelliklerle birlikte demokrasi olgusunun özünü dışa vurma, dile gelme biçimlerinden bazılarıdır sadece. Onun dış görünümünü, yüzeyini oluştururlar. Tıpkı bir binanın dış görünümü gibi.

Bir binanın dış görünümü mantolama vb yöntemlerle iyileştirilebilir, hatta çok güzel, görkemli, güven verici hale getirilebilir. İşte bu dış görünüm binaya ne kadar ait ise, demokrasiyle özdeşleştirilen tüm bu ögeler de o kadar demokrasiye dairdir. Nasıl binanın dış görünümüne bakarak, o bina hakkında gerçek bilgiye-özüne ulaşmak mümkün değilse; demokrasiyle özdeş gösterilen şeylere bakarak demokrasinin özünü anlamak da mümkün değildir. Nasıl ki bina hakkında gerçek bilgiye ulamak için yüzeyine, dış görünümüne bakmaktan vazgeçip içine girmek, temellerine inmek gerekirse (ki özellikle mantolama vs ile albenili bir görünümde olanlarda); demokrasi olgusunu anlamak için de, dile gelme biçimlerine bakmayı bir kenara bırakmak gerekir. Nasıl ki evinin gerçekliğini gizlemek isteyen bir satıcı evini dış görünümü üzerinden pazarlamak için çırpınırsa; burjuvazi ve onun peşine takılan küçük burjuva sosyalist hareketler de, ‘demokrasi’ olgusunu dile gelme biçimleri, görünümü üzerinden pazarlar emekçi yığınlara; “Eşitlik”, “adalet”, “özgürlük”, “parlamento” vs vs üzerinden yani.

Burjuvazi ortaya koyduğu ve benimsetmeye çalıştığı bu demokrasi anlatısıyla, işçi ve emekçileri siyasal mücadelenin, demokrasi mücadelesinin yüzeysel konularıyla sınırlı tutmayı amaçlamıştır. Bu yüzden, bu anlatının peşine takılan küçük burjuva sosyalist hareketin yürüttüğü mücadele de, mevcut siyasal düzenin dış görünümüne makyaj yapmaktan, dökülmekte olan sıvalarını yenilemekten başka bir sonuç doğurmadı, doğuramazdı da. Herhangi bir konuda köklü değişim, yüzeyinde olanlarla mücadele ederek, görünümünde olanları değiştirerek elde edilemez çünkü.

Bu yüzden devrimci kitleler onlarca yıldır süren demokrasi mücadelesini zafere ulaştırmak istiyorlarsa, ne yüzeysel olana takılıp kalarak kendi bilinçlerini ve pratiklerini çıkmaza sokmalılar ne de emekçi yığınlarla kolay bağ kurma adına küçük burjuva sosyalistlerinin önerdiği ortalama bilince seslenme kolaycılığına düşmeliler. Özellikle de şimdi. Ekonomik ve siyasal krizin sıçrama yaptığı ve emperyalistlerin zora düştüğü bu dönemde, emekçi kitleler demokrasi olgusunun özünü kavramaya, burjuva ideolojisinin etkisinden kurtulmaya ve kendileri için demokrasiyi, konseyler demokrasisini elde etmeye her zamankinden daha hazırlar çünkü. Ekonomik-siyasal kriz, emekçi yığınlara yoğun bir şekilde kendi deneyimlerinden öğrenme sürecini yaşatıyor.


Burjuva Anlatısı Neden Etkili Olmuştur

Bu demokrasi anlatısının yalnızca burjuvaziye doğrudan bağımlı durumda olan kişilerce değil, yalnızca sermayenin baskısı altında bulunan ya da sermaye tarafından satın alınmış (sermayenin hizmetinde çok sayıda her türden bilim insanı, sanatçı, din adamı, gazeteci vs vardır) olanlarca da değil, aynı zamanda basitçe burjuva özgürlüğüne ilişkin önyargıların etkisi altında bulunan kişilerce de tekrarlandığını görürüz.

Burjuvazinin bu anlatısının geniş emekçi kitleler içinde yaygın bir karşılığı olmuştur. Bu karşılığın halen şöyle veya böyle sürdüğünü, demokrasi nedir dendiğinde emekçi yığınların aklına ilk gelenlerin bu anlatıda sıralananlar olmasında görürüz. Şüphesiz ki, ilk dönemdeki kadar etkili, sorgusuz sualsiz değildir. Yaşanan tecrübeler, bu anlatıyı yıpratmış ve sorgulanır hale getirmiştir elbette. Ama bu, burjuvazinin demokrasi anlatısının bir zamanlar çok etkili olduğunu ve zamanla çökmesine rağmen izlerinin geniş kitleler içinde varlığını koruduğu gerçekliğini değiştirmez. Bu etki, birkaç nedenden dolayı oluşmuş ve izlerini halen sürdürmektedir.

Bu nedenlerin en başında geleni, her nesnenin, olgunun, sürecin ilk ve en kolay fark edilen kısmının yüzeyi yani görünümü olmasıdır. Her nesne, olgu ve süreci kavrayabilmek için, yüzeyde olandan öze ve içeriğe doğru ilerlemek gerekir. Marx’ın dediği gibi, yüzeyde olana bakarak öz kavrayabilseydi, hiçbir bilim dalına gerek kalmazdı.

Kapitalist toplumlarda geniş kitleler, bunu başarmalarını sağlayacak bilimsel düşünme bilgisinden yoksun bırakılmışlardır. Dolaysıyla kavrayışları da yüzeyde olandan öze doğru kendiliğinden ilerleyemez. Bu yüzden, kapitalist toplumlarda olgulara, süreçlere ve nesnelere dair yaygın ve dolaysıyla ortalama kavrayış/bilinç, olguların-süreçlerin-nesnelerin kendini dışa vurma biçimiyle sınırlı kalır hep. Geniş emekçi yığınların demokrasi olgusunu, dile geliş biçimiyle (eşitlik-adalet-özgürlük-parlamentarizm-azınlığın çoğunluğa tabi olması vs) sınırlı algılamaları bu yüzden doğaldır, anlaşılırdır.

Burjuva cumhuriyet, “anayasal eşitlik-adalet”, “genel oy-seçim-parlamento”, “düşünce-ifade-örgütlenme özgürlüğü” ve diğer özellikleriyle, dünyada toplumların gelişimine büyük bir katkı sundu. “İnsanlık, kapitalizme doğru ilerledi ve ancak kapitalizm, kent kültürü sayesinde, ezilen, proleter sınıfına, kendini sınıf olarak görme ve kitlelerin mücadelelerini bilinçli olarak yöneten uluslararası işçi hareketini, tüm dünyada partiler içinde örgütlü o milyonlarca işçiyi, o sosyalist partileri yaratma imkanı verdi” (Lenin) Burjuva cumhuriyetin bu özellikleri olmasaydı, işçi sınıfının bu gelişimi de olanaksız olurdu. Dolayısıyla burjuva demokrasisinin tüm bu “eşitlik”, “adalet”, “özgürlük” “parlamentarizm” gibi dile gelme biçimleri, geniş kitlelerin gözünde büyük bir anlam kazanmış oldu. Ve bunlar demokrasiyle özdeşleştirildi. Halen demokratik devletin özgür olduğu ve herkesin çıkarlarını temsil etmekle yükümlü olduğu yolundaki yalanların emekçi yığınlar içinde karşılık bulması, bu eski önyargılardan geriye kalanlardır.

Elbette ki emekçi yığınlardan, sahip oldukları kendiliğinden bilinçle, gördükleri ve yaşadıkları şeyin özünün ve içeriğinin burjuva devletin egemenliği olduğunu hemen anlamaları beklenemez, beklenmemeli. Ama bu anlama süreci gerçekleşene kadar da iş işten geçmiş, emekçilerin demokrasiye dair yaygın ve ortalama bilinci, bu temelde şekillenmiş olur. Burjuvazinin emekçi yığınları uzun yıllar boyunca demokrasi mücadelesi adı altında, burjuva demokrasisini makyajlamakla oyalayabilmesini de buna borçludur. (Emekçi yığınlar, kendi öz politik deneyimleriyle öğrenebilirdi ancak ve zamanla iş işten geçmiş olur.)

Diğer bir neden ise, burjuvazinin, çarpık bir demokrasi kavrayışının oluşması için yürüttüğü ısrarlı, sistematik ve bilinçli çabadır. Emekçi kitlelerde gelişen kendiliğinden bilincin eksik ve yanlış tüm yanlarını beslemiş ve kök salmasına çalışmıştır.

Burjuvazi, zorunlu kalmadığı sürece bilimsel düşünceden yana olmamıştır. Tarih sahnesine çıktığı ve bilimsel düşüncenin savunuculuğunu yaptığı ilk döneminden sonra -ki bu dönem Akıl Çağı olarak tanımlanan 16.-17. yüzyıllar ve Aydınlanma Çağının başlangıcı olan 18.yüzyılın ilk yarısıdır- bilimsel düşünceye düşmanlaşmıştır. Bu düşmanlaşmasının temel sebebi, proletaryanın tarih sahnesine çıkması olmuştur. Proletaryanın, eski dünyanın (sömüren ve sömürülen ilişkisine dayanan dünyanın) mezar kazıcısı olarak ortaya çıkışından korkuya kapılan burjuvazi; proletaryanın bilimsel düşünceyle bütünleşmesi halinde ulaşacağı gücü görmüş ve bunu engellemek için her türlü yola baş vurmuştur. Kiliseye/dine karşı bilimsel düşüncenin savunuculuğunu yapan ve savaşımını veren burjuvazi, proletaryanın her alanda yeni bir yaşam önermesi karşısında öylesine korkuya kapılacaktır ki, kilisenin/dinin en hararetli savunuculuğuna bile soyunacaktır. Burjuvazinin bu gerçekliğinin en güncel örneği Afganistan’dır. Afgan halkının, proletaryanın önderliğinde yeni bir yaşam yaratmasından duydukları korku ile, insanlığı neredeyse orta çağın karanlığına kadar geriletmeyi hedefleyen İslamcı hareketleri tüm gücüyle desteklediğini bilmeyen yok. İşte, burjuva sınıfın gericiliğinin bir sonucu da, demokrasinin özünü dile getiren, üstelik en örtülü biçimde dile getiren özelliklerini, demokrasinin özü ve içeriği olarak göstermesi olmuştur. Egemen sınıf olma konumunun verdiği tüm olanakları da seferber ederek, demokrasinin özünü ve içeriğini gizleme çabasına girmiştir. Emekçi sınıflarda oluşan kendiliğinden bilinç de işini kolaylaştırmıştır. Demokrasinin özünü ve içeriğini kendiliğinden kavrama yeteneğinden yoksun olan emekçi sınıflar, burjuvazinin bu bilinçli çabasının etkisiyle iyice karanlığa hapsedilmişlerdir.

Burjuvazi, demokrasi olgusunun yüzeyine, dile gelme biçimine dair şeyleri onun özü olarak göstermekle, emekçi yığınlarda bu yönde kendiliğinden oluşan algıyı, hissiyatı beslemekle yetinmemiştir. Demokrasinin görünür yüzeyine ait bazı şeyleri ise, demokrasi olgusuyla hiçbir bağı olmayan şeylermiş gibi almış ve anlatmıştır. Ordu, polis, hapishaneler, sivil bürokrasi vd... Yani, demokrasinin görünür yüzeyini demokrasiyle özdeş gösterirken de seçici davranmıştır.

Peki ama neden “anayasal eşitlik-adalet”, “genel oy-parlamentarizm” ve diğer şeyleri demokrasiyle özdeşleştirirken, militarizme-bürokrasiye dair şeyleri dışta tutmuştur? Çünkü bunlar, demokrasinin diğer dile geliş biçimlerinden farklı olarak demokrasinin özünü (sistematik zor olduğunu) açık olarak dile getiren özelliklerdir. “Eşitlik”, “adalet”, “özgürlük” ve benzerleri, demokrasinin özüne dair olan diğer olguyu yani sınıf egemenliğini dile getiren özelliklerdir, ama anlaşılacağı üzere örtülü halde dile getirerek aslında bu özünü gizlemeye hizmet ederler. Bu yüzden burjuvazi demokrasinin kimi dile geliş biçimlerini demokrasiyle özdeşleştirirken kimilerini ise hiç alakası yokmuş gibi göstermeye çalışmıştır.

Militarizm ve bürokrasi, demokrasiye dair bilincin kendiliğinden dahi olsa yüzeyden öze doğru derinleşmesine bir nebze olsun imkan verirler. Emekçi yığınların temsili demokrasiyi sorgular hale gelmelerinde sivil ve askeri bürokrasinin kendilerine karşı tavrının belirleyici olmasında görürüz bunu. Burjuvazi bunun farkında olduğu içindir ki, sivil ve askeri bürokrasinin demokrasi olgusuyla ilgisini gizlemiş, bunları devletin kurumları olarak tanımlayıp devletle de demokrasinin bir birinden ayrı şeyler olduğunu anlatmıştır. Devleti kutsayıp tartışılmaz ilan ederken, demokrasiyi de yönetim biçimi olarak gösterip, hükümetlerin vizyonuna, niyetine, becerisine bağlı olarak “eşitlik”, “adalet”, “özgürlük” vd şeyleri iyi veya kötü uygulayabileceğini söyleyip durmuştur.

Burjuvazinin demokrasinin özünü oluşturan sınıf egemenliği ve devlet olgularını tüm gizleme çabalarına rağmen, sınıf çelişkileri ve diğer toplumsal çelişkilerden doğan çatışmalar, geniş emekçi kitleleri demokrasi anlatısını sorgulamaya ve daha ötesine geçmeye zorlamıştır her zaman. Özellikle de ekonomik-siyasal kriz dönemlerinde.


Burjuva Demokrasi Anlatısının Çökmesi Kaçınılmazdı

Demokrasiye dair burjuva anlatısının emekçi kitleler içinde ortalama bilinç haline gelmesi ne kadar doğal ve anlaşılır bir durum ise; bu anlatının kumdan kaleler gibi yıkılması da kaçınılmazdı.

Bu çöküşü yaratan başlıca nedenlerden biri, bilimsel sosyalizmi savunanların uzun yıllardır sürdürdükleri ideolojik-politik-pratik mücadeledir. Bilimsel düşünceyi yayma ve emekçi kitleleri eğitme çabası, gerçekliğin emekçiler tarafından görülüp kavranmasında önemli bir yer tutar.

Bu anlatının çökmesinin bir başka nedeni ise, sınıf çelişkileri başta olmak üzere tüm toplumsal çelişkilerden doğan çatışmanın, geniş kitleleri demokrasiye dair bu ortalama bilinci sorgulamaya ve ötesine geçmeye zorlamasıdır. Emekçiler kendi öz politik deneyimleriyle görür ve öğrenirler ki “genel-saf demokrasi”, basitçe “demokrasi” denilen şey, hiç de bildikleri ve kendilerine anlatılmakta olan şey değildir.

Bu basitçe “demokrasi”, nalıncı keseri gibi sürekli zenginlerden yana yontmaktadır. Bu basitçe “demokrasi”, nüfusun küçük bir kısmını, %10-15’ini 8-10 milyonu zenginleştirirken geri kalanını sürekli yoksullaştırmaktadır. Milli gelirden herkesin emeğinin karşılığını almasına değil, bu küçük azınlığın milli gelirin %70-80’nine el koymasına yaramaktadır. Bunun olması için gerekli her türlü yasanın çıkarılmasını, daha olmadı mı yasaların çiğnenmesinin yollarını bularak yapmaktadır.

Emekçi yığınlar, bu basitçe “demokrasi”nin kendilerine sağladığı yaşamı, deneyimleyerek öğrenirler ve burjuvazi ne kadar çabalarsa çabalasın, emekçilerin kendiliğinden bilincinin gelişiminin önüne geçemezler. Önüne geçmek için çabaladıkça inandırıcılıkları, dolaysıyla ideolojik hakimiyetleri daha fazla sarsılır, sorgulanır. Çünkü, burjuvazinin başını su üstünde tutmak için sarıldığı her aracın neye hizmet ettiği emekçilerin gözünde daha anlaşılır hale gelmiş olur.

Bilimsel sosyalizmi savunanlar da bu nesnel gelişmeden güç alarak; demokrasinin sınıf egemenliği aracı olduğuna ve mevcut demokrasinin de burjuva demokrasisi olduğuna (daha doğrusu ondan geriye kalan kırıntılar olduğuna) dair bilinci emekçiler içinde yaygınlaştırmada daha etkin hale gelirler.

Böylece, öncelikle emekçi kitlelerin en mücadeleci kesimleri burjuvazinin ideolojik egemenliğinden kopmaya başlar. Bilimsel düşünce, bir avuç bilimsel sosyalizm savunucusunun düşüncesi olmaktan çıkmaya başlar. Devrimci bir kitle sadece pratik etkinliği bakımından değil aynı zamanda devrimci komünist partiyle bağları güçlendikçe yeniyi kurabilecek bir ideolojik kavrayışı da olan bir kitle belirir.

Kapitalist toplumların içinde girdikleri ekonomik-politik krizler ise, bu sorgulamayı ve çöküşü yaygınlaştırıp, derinleştiren bir başka etken olmuştur her zaman. Toplumdaki çelişkiler ve çatışmalar, krizlerin etkisiyle daha da şiddetlenir. Emekçilerin giderek daha geniş kesimi, bu çatışmanın içine çekilir. Ve egemen sınıf, bu nesnel durum karşısında aldığı ekonomik ve politik kararlarla, demokrasi olgusunun özünü, içeriğini ve mevcut demokrasinin neye karşılık geldiğini daha açıktan göstermek zorunda kalır. Bunun sonucu, basitçe “demokrasi”ye dair bilinen1 her şeyin daha fazla sorgulanması ve daha geniş kitleler tarafından sorgulanması olur.2

Devrimci dönemlerde, siyasal devrimi zafere ulaştıracak denli büyük emekçi kitleler burjuvazinin ideolojik hegemonyasından kurtulmaya ve mevcut düzeni aşma yeteneklerinin göstermeye başlar bu yüzden. Devrimci fikirler, emekçi kitleleri ideolojik olarak dönüştüren ve harekete geçiren bir güç haline gelir bu yüzden. Temsili demokrasiden, basitçe “demokrasi” anlatısından kopuş ve doğrudan demokrasiye yönelimin güç kazandığı görülür bu yüzden. Bütün iktidar sovyetlere, konseylere, şuralara, kongrelere şiarlarının yaygınlaştığı ve emekçilerin demokrasiyi gerçek anlamda kazanmak-elde etmek istediği görülür. Bunu siyasal bir mücadele konusu haline getirmek ise komünistlerin görevidir.

1“Anayasal eşitlik-adalet”, “düşünce-basın-örgütlenme özgürlüğü”, “genel oy-seçim-parlamentarizm”, “azınlığın çoğunluğa tabi olması” vb.

2Anlatılan basitçe “demokrasi”, kitleler gözünde daha fazla polis copu, mahkemeler, zindanlar, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik-özgürlüksüzlük ve bir avuç zenginin daha fazla zenginleşmesiyle özdeş hale gelir.

İ.Cevat Çetiner

NOT: Yazarın konu ile ilgili I. II. III. ve IV. makalelerini okumak için tıklayınız