Emekçiler yaşanmakta olan toplumsal yıkıma burjuva devlet aygıtının çözüm üretemediğini görüyor. Hatta yaşanan yıkım ve çürümenin başlıca nedenlerinden biri haline geldiğini de.
Ve çözüm olarak, yasa yapma yetkisinin kendisine tanınmasını, önemli konularda referanduma gidilmesini, demokrasinin, kendi iradelerini daha etkin hale getirecek şekilde revize edilmesini yani siyasal iktidar/devlet üzerinde irade sahibi olmayı istiyorlar. Bunlar, emekçi yığınların doğrudan demokrasiye, sovyet/konsey demokrasisine doğru bir yönelim içinde olduklarının emareleri. Yaşam alanlarını ve emeklerini savunmak için harekete geçtiklerinde karşılarına dikilen devlete, “devlet kim, devlet benim” diyerek had bildirmeleri, sezgisel dahi olsa çözümü doğrudan demokraside gördüklerini gösteriyor. Emekçi yığınların kendiliğinden bilincinin, burjuvazinin devlet anlatısının sınırlarını zorladığı ve sovyet/konsey demokrasisi anlayışının sınırlarına kadar vardığı görülüyor. Çeşitli sorunlara karşı mücadelede emekçilerin komite, konsey, vb örgütlenmelere yönelmesi de bunu ortaya koyuyor.
Emekçi yığınların kendiliğinden bilinci doğrudan demokrasi anlayışının sınırlarına kadar ulaştığına göre, burjuva ideolojisinin bir parçası olan temsili demokrasi anlayışının aşılmasının da zamanı gelmiş demektir. Sorun, çözümünü doğuracak kadar olgunlaşmıştır.
Sağlıklı bir doğum ise ebeyi gerektirir. Emekçilerin siyasal iktidar ve devlet konusundaki yaklaşımları, ideolojik-politik-pratik alanların hepsinde köklü bir değişime açık hale gelmiştir ama bu değişimi sağlıklı bir şekilde kendi başlarına yapmaları beklenmemelidir. Yapamadıklarını görüyoruz zaten. Kendi kaderlerini ellerine almak için ayaklanmalara girişen, bu uğurda evlatlarını feda eden emekçiler, bunu sağlamak için burjuvaziden ve kurumlarından kurtulmaları gerektiğini ve siyasal erkin gerçek anlamda ellerinde olması gerektiğini sezmiş olsalar da, bunun nasıl olacağını, yerlerine neyi koymaları gerektiğini kavramış, bilince çıkarmış değiller. Bu konuda devrimci bir fikre sahip değiller. Yani ideolojik dönüşüme uğramış değiller. İstedikleri şeyin doğrudan demokrasi ve bunun hayata geçmesinin aracının da komite/konseyler demokrasisi olduğunun bilincinde değiller. Bu bilince ulaşılmadığı için de, ayaklanmalar köklü siyasal dönüşüme kadar varamıyor. Mevcut siyasal düzeni sarsıyorlar, ama yerine koyacak yeni bir şeyi zihinlerinde ve pratiklerinde somutlayamadıkları için, günün sonunda olan mevcutla uzlaşma oluyor. Bu da, emekçi yığınları harekete geçmeye zorlayan siyasal-ekonomik sorunların köklü çözümünü getirmiyor. Böylece, kesintisiz biçimde ayaklanma halinde kalıyorlar. Emekçiler, ayaklanmalarla iktidara getirdiklerine karşı yeniden ayaklanıyorlar. Acı ve bedellerle dolu uzun bir süreç yani.
Bu ağır aksak işleyen yeninin, doğum sürecinin sağlıklı bir gelişime kavuşması gerekiyor ki, çekilen acılar en aza inebilsin. İşte bunun için bir ebeye, yol göstericiye, proletaryanın burjuvaziden bağımsız sınıf bilincine ihtiyaç var. Burjuvazinin ideolojisinde kopmuş, bağımsızlaşmış ve ona karşıt hale gelmiş olan devrimci iradenin emekçi yığınları ideolojik olarak dönüştüren ve harekete geçiren devrimci fikrine.
Emekçi yığınların ideolojik gelişimine her konuda öncülük etmek, onları burjuvazinin ideolojik etkisinden kurtarmak ve harekete geçirmek, devrimci iradenin her daim görevidir kuşkusuz. Ama sınıf mücadelesinin gelişimiyle birlikte iktidar sorunun çözümünün ilk ve acil görev haline gelmiş olması ve siyasal iktidar/devlet/demokrasi olgularına dair emekçi kitlelerin kendiliğinden bilincinin ulaştığı düzey; emekçi yığınları bu konularda ideolojik dönüşüme uğratmayı acil ve anın görevi yapmıştır. Emekçi yığınların devlete/demokrasiye dair bilinçleri geliştirilerek burjuvaziden bağımsız bir bilince ulaşmaları sağlandığı ölçüde; burjuvazinin egemenliğine son vermek için mücadele eden siyasal bir ordu haline geleceklerdir. Ve hiç kimse, emekçi yığınları şu veya bu biçim altında burjuvazinin siyasal egemenliğine; bu egemenliğin var olmasını sağlayan kurum ve organların sürmesine razı edemeyecektir.
Peki ama, politik dönüşüm/devrim almaksızın emekçi kitleleri doğrudan demokrasiye, sovyet/konsey demokrasisine ideolojik olarak kazanmak ve harekete geçirmek mümkün müdür? Sezgisel olarak gösterdikleri yönelimi bilinçli bir yönelime vardırmak mümkün müdür?
Doğrudan demokrasiye geçebilmek için, burjuvazinin siyasal düzenine/devletine/demokrasisine son vermek, parçalayıp tarihin çöplüğüne atmak ve işçi-emekçi komite/konseylerini devlet organları haline getirmek gerekir. Yani devrim olmadan doğrudan demokrasiye geçilemez. Doğrudan demokrasinin (emekçilerin iradelerinin toplumsal yaşamın her alanında egemenliğinin) kurulabilmesi için, siyasal devrim şarttır. Bugün dünyada, devrimsiz bir doğrudan demokrasi kurma çabalarının sürekli hüsranla sonuçlanması da bunu gösteriyor bize. “Demokrasi artı devlet” gibi, gelişmelerin doğal akışının bir ürünü değil de, yaşama insan zihninin kurgusu-projesi olarak dayatılan tüm arayışların hüsranla sonuçlanması da bundandır. Tarih ve yaşanmakta olan gerçek dünya bize diyor ki: Eski bir devrimle parçalanıp atılmalı ki yeni kurulabilsin.
Ama, emekçi yığınları ideolojik olarak doğrudan demokrasi/konseyler demokrasisi anlayışına kazanmak için, politik dönüşümün gerçekleşmiş olması şart değildir. Hatta, siyasal devrim için, emekçi yığınların devlet/demokrasi olgusu kavrayışlarında ideolojik dönüşüm gerekir. Emekçi yığınların sovyet/konsey demokrasisini talep eder ve mücadelelerinin önüne bu talebi yerleştirir hale gelmeleri gerekir. Bu, devrim dönemlerinde mümkündür.
“Devrim dönemlerinde çözüm bekleyen tarihsel görevleri dile getiren yeni devrimci fikirler özel bir önem kazanırlar, bu fikirler, yığınları harekete geçirmeye yardım ederler ve bu yığınlardan köhneleşmiş sınıfların direncini kıracak politik bir ordu kurarlar. O halde yığınların bilincinde, ruhsal durumlarında derinlemesine bir değişimi ifade eden ideolojik bir dönüşüm çoğunlukla politik bir dönüşümden önce gelir”. Lenin'in, “bütün iktidar sovyetlere” şiarının devrim arifesinde milyonlarca emekçinin bilincine yerleşmiş olmasını da buna örnek gösterir.
Rusya’nın tarihine baktığımızda görülen budur. Bolşevikler, devrimci dönemlerde ısrarla “geçici devrim hükümeti” ve “iktidar sovyetlere” devrimci fikirlerini emekçi yığınlara taşımış ve eşiğine kadar geldikleri iktidar sorununu devrimci yönde çözmeleri için cesaretlendirmiş, harekete geçirmeye çalışmışlardır. Devrimci dönemlerde bu o kadar hayati bir konudur ki, bu devrimci fikirler, burjuvaziye ve küçük burjuva sosyalist hareketlere karşı yürüttükleri mücadelede emekçi kitlelerin kendi yanlarında saf tutmasında da belirleyici rol oynamıştır.
Çünkü emekçiler, devrimci dönemlerin bir aşamasında iktidarı doğrudan kendi ellerine almanın her şeyden daha önemli olduğunu; aksi taktirde hiçbir sorunlarını ciddi anlamda çözemeyeceklerini görmeye başlarlar. Ve bunun nasıl mümkün olacağını somut, sade, anlaşılır biçimde ortaya koyan fikirleri dinlemeye açık hale gelirler. Bolşeviklerin, “bütün iktidar sovyetlere” devrimci fikri de bu niteliklere sahip olduğu içindir ki, emekçi kitleler bolşeviklerin öncülüğünü kabullenmiş, onların öncülüğünde siyasal bir ordu haline gelerek zaferi kazanmışlardır.
Devrimci bir sürecin içinde olan bugünün dünyasında yığınların bilincinde, ruhsal durumunda derinlemesine bir değişimi ifade eden ideolojik dönüşüm bir çok alanda gerçekleşmiş durumda. Sosyalizmin insanca bir toplumsal yaşamın nasıl olması gerektiğine dair devrimci fikirleri, yığınları 100 yılı aşkın bir süredir eğitmiş, geliştirmiş ve kendiliğinden oluşmuş siyasal bir ordu haline getirerek kesintisiz biçimde burjuvaziyle savaşmalarını sağlamıştır. Bu süreç, 1917’lerde 1940’larda olduğu gibi gerçek anlamda siyasal iktidarı almak için harekete geçme eşiğine kadar getirmiştir emekçi yığınları. Şimdi dünyanın her yerindeki emekçilerin iktidarı doğrudan kendi ellerine almalarının nasıl mümkün olacağını somut, anlaşılır, sade biçimde ifade eden, gösteren devrimci fikre ihtiyacı var. İşçi ve emekçi sovyetleri/konseyleri fikrine.
İ.Cevat Çetiner
NOT: YAzarın konu üzerine ilk ve ikinci yazdığı yazıları okumak için tıklayınız