Marx Kapital'de, doğmakta olan sermayeye dair T.J.Dunning’in şu tespitini hatırlatır bize;
“... sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyorlar ki, bu çok doğrudur, ama sorunu pek eksik olarak ortaya koymaktadır. Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut olmaz. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir %10 kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin %20, iştahını kabartır; %50 küstahlaştırır; %100 bütün insanal yasaları ayakları altına aldırır; %300 kar ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşa ve kavga kar getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular...”
Kapitalist sınıfın doğuşunu anlattığı bu bölümü şu cümle ile bitirir Marx: “Sermaye tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak geliyor.”
Kapitalistlerin, kar hırsı ile motive olan soğuk kanlı katiller oldukları, covid pandemisiyle bir kez daha doğrulanmış oldu. Hem de ne doğrulama...
Covid pandemisi nedeniyle 3 milyonu aşkın insan bir yılda hayatını kaybetti. On milyonlarca insan, hayatlarının geri kalanını, onarılmaz manevi ve maddi yıkımla yaşamaya mahkum hale geldi.
İnsanlık böylesine büyük bir felaketi yaşarken, kapitalistler tüm işkollarında olduğu gibi sağlık alanında da, nasıl daha fazla kar elde edeceklerinin, nasıl vurgun yapacaklarının, krizi nasıl fırsata çevireceklerinin peşine düştüler.
Kapitalistler, yıkıntıların altında can derdiyle uğraşan ve son nefesleriyle sesimizi duyan var mı diye haykıran insanların sesine kulak vermediler. Gereksinim olan tam ve etkin kapanmayı gerçekleştirmek için tüm toplumsal ilişki ve kurumları seferber etmeye yanaşmadılar. Bunu yapmak yerine, ellerindeki tüm olanakları silaha çevirip emekçilerin kafalarına dayayarak, son kuruşlarına kadar el koyma, alınterini son damlasına kadar sömürme yarışına girdiler.
Bir yandan, pandeminin katkısıyla etki gücü artan işsizlik silahı ile işçilerin 15 dakikalık çay molasına -Koçların yaptığı gibi- el uzatmaya kadar vardırdılar işi. Ya da fabrikalarını -Dardanel’de olduğu gibi- çalışma kampına çevirenler oldu.
Bir yandan da sahte maskeleri, dezenfektanları, ilaçları... ya da fahiş fiyatlarla yapılan satışları... ya da tedavi masrafları için talep edilen yüklü faturaları koydular emekçilerin önüne.
Peki ama bunlar kapitalist sınıfı kesti mi? Asla. Kapitalistler aşının vadettiği karlılığın kokusunu herkesten önce aldılar. Ve kan kokusu almış köpek balığı gibi çılgına dönmüş haldeler. Bu kar tutkusu ile küstahlaşmada, bütün insani değerleri gözardı etmede ve milyonların ölümünü tezgahlamada kendi sınırlarını aşacaklarına da kimsenin şüphesi olmasın.
Daha aşının bulunma sürecinde, kapitalist sınıfın kanlı ve pis ruhu kendini gösterdi. Aşı çalışması yapan bilim insanları, patent hakkı denilen fikri mülkiyet hakkından vazgeçerek aşının üretimine dair tüm bilgileri insanlıkla paylaşmak yerine, ilaç firmalarına sattılar. Biontech aşısını geliştiren iki Türk bilim insanı, bu sayede 2 milyar dolarlık servetin sahibi oluverdi. Böylece, kapitalist düzen yani mevcut toplumsal ilişkiler (ekonomik, siyasal, hukuki, kültürel, dini vb.) ve bunların ifadesi olan kurumlar tarafından telkin edilen, krizleri fırsata çevirin mottosunun başarılı bir örneğini de vermiş oldular.
Burada bir parantez açıp, bu “bilim insanlarını” şimdi tebrik mi edelim yoksa ayıplayalım mı, diye sormazsak olmaz. Bilimi sermayeleri yapan bu insanlara imrenelim mi! Tıp fakültesinde okuyan gençlerimize, çocuklarımıza bilimi nasıl paraya tahvil ederek milyarlar kazanabileceğinin örnekleri olarak sunalım mı! Harika rol modeller deyip, çocuklarımızı, onlar gibi olma hedefiyle mi eğitelim! Yoksa paraya insandan, insani değerlerden daha fazla değer verdikleri için lanetleyelim mi? En iyisi, ucu fabrikada çalışan işçiden mahalledeki esnafa kadar geniş bir kesime dokunan bu sorular ve yanıtları üzerinde durmayı başka bir makaleye bırakarak devam edelim.
Bilim insanlarını dahi akıl tutulmasına sürükleyen, kirleten para hırsının, ilaç tekellerini ne hale getireceğini siz hayal edin şimdi. Size yardımcı olmak için, birkaç rakamı hatırlatalım sadece.
Dünya yetişkin nüfusu yaklaşık 3 milyar civarında. Hepsinin aşılanması demek, bir yılda 6 milyar doz aşı demektir. Ki, aşının etkinliğinin süreli olmasından dolayı yılda iki kere aşılama öngörülüyor. Bu durumda, yılda 12 milyar doz aşı yapılacak. Bir doz aşının ortalama fiyatı 50 dolar. Yani yılda 600 milyar dolarlık bir pazar bu. Bırakalım %300, %100 kar elde etme olasılıklarını. Sadece %50 kar elde ediliyorsa, bunun anlamı, yılda 300 milyar dolar demek. Hem de her yıl elde edilebilecek 300 milyar dolar. Rahatça anlaşılacağı gibi kapitalistler, altın yumurtlayan tavuk bulmuş olmanın heyecanı içindeler.
Durum buyken, kimi aklı evveller de çıkıyor ve kapitalistlerden, insanlık adına bu kardan vazgeçmelerini talep ediyorlar. Bilim insanlarının birkaç milyar dolar için yapamadığı şeyi yani aşının üretim bilgilerinin tüm insanlıkla paylaşılmasını, tekelci sermayeden talep ediyor bu aklı evveller. Kapitalist düzeni, kapitalist sınıfı anlamamak için gösterilen bu ısrarlı çabaya şaşmamak elde değil.
Hele de Marx’ın, her gözeneğinden kan ve pislik akarak geliyor diye anlattığı sermaye, o günden bugüne kan ve pislikten koca bir deniz yaratmışken. Sadece iki dünya savaşında on milyonlarca insanın vatan, millet, din adı altında sermayenin kar hırsı yüzünden öldürüldüğünü bilmeyen mi var! Sadece bu topraklarda, toplumun ekonomik, siyasal, kültürel vb. gereksinmelerine karşı açtığı iç savaşla on binlerce insanı katlettiği ne çabuk unutuluyor. 12 Eylül darbesinin ardından 24 Ocak ekonomik kararlarının yattığı az mı yazılıp çizildi. Daha yeni, Bolivya’daki darbenin arkasında E.Musk’ın Amerikasının ve işbirlikçi sermayenin lityum kaynaklarına el koyma arzusu olduğu açıkça söylenmedi mi? Afrika’daki katliamların ardında, tekelci sermayenin yer altı zenginliklerine el koyma çabası olduğu az mı anlatıldı? İş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin ardında sermayenin kar ve egemenlik tutkusu olduğu herkesin bildiği sırlar değil mi vb.
İşte bunlar ortadayken, insani değerler adına, sol adına, sosyalizm adına konuştuğunu söyleyenlerin, bu felaket karşısında üretebildikleri politika, ilaç tekellerinden aşıya ulaşımı tüm insanlara açmalarını talep etmek. Gerçekten bunlara şaşmamak elde değil. Ama niye şaşıyoruz ki, ekonomik krizin faturasını kapitalistler ödesin demeyi, politika sananlar da bunlardı.
İlaç tekelleri değil bu karlarından feragat etmek, aksine bu karlarını katlayarak nasıl sürdürülür kılacaklarının peşine düşecekler. Covid virüsünün versiyonları, mutantları bitmeyecek. Hangisinin doğal evrimle, hangisinin kapitalistlerin kar hırsının yarattığı evrimle olduğu anlaşılamayacak. Her yıl yapılmasının ötesinde, zorlayıp yılda 2-3 defa tekrarlanması için çaba sarf edecekler. İlaç tekelleri, covid virüsünü yaşatmak için çaba sarf ederken, pazarlarına göz dikecek olası yeni rakipleri yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar. Patentler, bilim insanları satın alınacak, yok edilecek, bağımlı ülkelerdeki çalışmaların durdurulması, sonuçsuz kalması ya da gereksiz hale gelmesi için ekonomik, siyasi her yola başvuracaklar.
Bu kadar da olmaz, bu hastalık yüzünden kapitalist üretim ve dolaşım süreci de zarar görüyor, dolayısıyla bizzat diğer kapitalistler bunlara engel olur diyenler olacaktır. Böyle düşünenlerin anlamadığı, kapitalist üretim tarzının ta kendisidir. Kapitalist üretim tarzında, bir çok konuda kapitalist sınıfın genel çıkarları ile tek tek kapitalistlerin özel çıkarları arasında sık sık çelişki ve çatışma ortaya çıkar. Bu çelişkiler ve yarattığı yıkımlar, bu üretim tarzının bir parçasıdır.
Bu beladan kurtulmanın tek yolu var bu yüzden. Kapitalist özel mülkiyetin varlığına son vermek. Sermayenin varlığına son vermek. Üretimin kar elde etmek için değil; insanı mutlu etmek, insanın maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamak için yapıldığı bir toplumsal düzen kurmak. İnsanal bir toplum kurmak. Pandemi, her vesileyle bize bunu anlatıyor. Pandemi, aynı zamanda, ezilen ve sömürülen tüm toplumsal kesimleri, kapitalistlerin tüm manipülasyonlarını işlevsiz kılmak suretiyle bir araya getirerek, toplumsal devrim için gerekli koşulları olgunlaştırıyor.
İşçi sınıfının kapitalist özel mülkiyete, sermayenin varlığına ve egemenliğine karşı sesini yükseltmesi, tüm ezilen ve sömürülenleri kendi bayrağı altında insanal bir toplum yaratmak için toplanmaya çağırması için, koşullar hiç bu kadar uygun olmamıştı. Toplum, işçi sınfının insanal toplum inşa etme çağrısını anlamaya ve yanıt vermeye hiç bugünkü kadar hazır olmamıştı.
İ.Cevat Çetiner