İran’daki ayaklanma, tıpkı bizim Haziran Halk Ayaklanması gibi, kimsenin beklemediği bir anda duru gökte çakan bir şimşek gibi, patlak verdi.
Koşulların bir devrim için her zamankinden daha elverişli olduğu bugünkü dünya konjonktüründe leninist bir partinin dünyanın herhangi bir yerinde devrime önderlik etmesi, herhalde hiç kimse için “duru gökyüzünde çakan bir şimşek” olmayacaktır. İşin aslına bakarsanız sorulması gereken soru, bu derece elverişli koşullarda şu ana kadar nasıl olup da bunun başarılamamış olduğudur. Böyle bir soru sorulduğunda olası cevapların çokluğu ve çeşitliliği bizi şaşırtmamalıdır. Devrim sorununa pratik açıdan değil de teorik açıdan yaklaşanların bu konuda yazdıkları, söyledikleri, çizdiklerinin bıktırıcı kalabalığı bizi bugüne kadar bir adım bile öteye götürmemiştir; bundan sonra da götürecek değildir.
Yoldaşım... Canım... Her şeyim...
Yoldaşım, canım, her şeyim... Seni merak etmek korkunçtu... Hepinizi merak etmek korkunçtu... Yaralananları ve sonsuzluğa gidenleri öğrenmekte... Önce yaralıların listesini gördük, uzayıp giden bir liste... Uzadıkça yürekte dayanacak güç kalmıyordu "ama" diyordu insan yine de "demek halâ yaşıyorlar..." "demek halâ hayatta kalma şansları var".
Yıkılan Duvardan Yayılan Işık
Çanakkale E Tipi Cezaevinde siyasi tutuklular B, C ve D blokta bulunmaktaydı. B bloktaki iki koğuşta kadınlar C ve D blokta ise erkek tutsaklar. Operasyon başladığında B bloktaki kadın tutsakların bulunduğu spor salonunun alt katına tüm ölüm oruççuları toparlandı. Çekileceğimiz son yer orası olacaktı.
Saldırının başladığının ilk işaretinden çok kısa bir süre sonra tüm tutsaklar, düşmanın bir sonraki hamlesini ayakta beklemeye başlıyoruz. Uzun bir süredir bekleniyordu bu an. Panik yok, kargaşa yok, şaşkınlık yok. Çok kısa bir sürede bütün tutsaklar nerede olunması gerekiyorsa orada hazır. Karşılaşma anını bekliyoruz sabırsız, kararlı… Etrafımız duvarlarla çevrili, duvarın dışında düşman içinde biz. Bir sonraki adım nereden, nasıl gelecek?