Alabildiğine yaygınlaşan iletişim ortamını yarattığı bir talihsizlik var ki, maruz kalmamak imkansızdır: bir konu ne kadar güncel ve geniş bir çevrede tartışılıyorsa, o kadar yavanlaşıyor.

Çok kişi bu yavanlık selinden kendini kurtaramıyor. Gerçekte, devrim sürecinin gelişiminde kritik bir viraja işaret eden “yumuşama-sertleşme” tartışmaları, devrim sürecinin daha berrak kavranması için bir fırsat olabilecekken, bu yavanlık seline kurban gidiyor. Konu, alışlageldiği üzere, dinci faşist iktidarın bile değil, onun başındaki kişinin karakterine, geçmiş pratiğinin dökümüne, girdiği ittifakların dar çerçevesine sıkıştırılıyor.

Oysa Marksizm, bizlere tek tek kişilerin irade ve arzularından farklı olarak, tarihin gerçekte sınıfların karşılıklı iradelerinin çatışmasının bir bileşkesi biçiminde ilerlediğini öğretir. Marksizmin abece'sini sık sık hatırlatmak zorunda kalmak bile, yavanlığın hangi yaygınlığa vardığının bir yansımasıdır.

Egemen bir sınıf, hasımları ve devrim süreci karşısında hangi politik-askeri yolu izleyeceğini, tek tek kişilerin arzularını temel alarak belirlemez. Egemen sınıfı şu veya bu yola doğru sürükleyen hemen her zaman sınıflar mücadelesinin seyri, temposu, şiddeti ve ulaştığı düzeyin ortaya çıkardığı karşılıklı dengedir. Elbette ki buna uluslararası olayların gelişim seyri de eklenmelidir.

Sertlik-yumuşaklık tartışmaları tüm yavanlığına rağmen, özünde devrim karşısında egemen sınıfın ödüller vererek mi, yoksa ödünsüz mü yola devam edeceği sorusuna indirgenebilir. Bu durumda, göz önüne alınacak güçler dengesinin tarafları bellidir: Devrim ve karşı devrim yani bir kaynaşma ve öfke halindeki emekçi kitleler ile tekelci sermayenin iktidar ve destekçileri. Burada, tarafları belli olan güçlerin dengesi genel ve biçimsel değil, somut ve canlı bir denge olarak kavranmalıdır. Yavanlıktan kurtulamayan sol düşüncenin alışkanlığı odur ki, bu dengeyi somut ve canlı değil, genel ve biçimsel kavrar ve bu genel biçimsel dengenin tek ölçüsü, hangi sınıfın saldırı konumunda, hangisinin savunmada bulunduğuna indirgenir.

Oysa saldırı veya savunma konumunda olmak, güçlerin karşılıklı dengesine dair tüm bilgiyi içermez. Daha net anlatabilmek için, iki ordunun karşı karşıya geldiği bir savaş cephesinden örnek verelim. Bu ordulardan hangisinin saldırı konumunda olduğunu gözlemek, güçler dengesinin karmaşık hesaplanmasında tek belirleyici veri yerine geçmez. Eğer bu ordu, güçlerini çok fazla yaymış ise, uzun cephenin bir kanadındaki saldırılar ardı ardına başarıyla sonuçlansa dahi, bu başarılar cephenin diğer kanatları arasındaki uyum ve hatları zayıflatır, hasmın cepheyi bu zayıf noktalardan yarıp geçmesini kolaylaştırabilir. Yine bu ordu, iyi hesap edilmemiş bir topyekün saldırıyla yıldırım harekatına girişirse en ön cephedekilerin beklenmedik yorgunluğu ve geri hattaki taze güçlerle bağlantının kopukluğu, bir bozguna neden olabilir. Her iki durumda da karşıya geçen değil, savunmada olan savaşı kazanacaktır.

Karşılıklı mücadele eden sınıf güçlerinin somut canlı ve dinamik dengelerini kavramak için, saldırı ya da savunma konumuna değil, her iki tarafın sahip olduğu ittifakların sağlamlığına bunların iç bağıntılarına içsel öğelerinin kararlılık ve yalpalama potansiyellerine, tarafların girişeceği bir hareketin beslendiği nesnel koşullara, bu nesnel koşulların hareketi sürdürebilme imkanlarını ne kadar genişletip çeşitlendirebildiğine bakılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, mücadele veren güçlerin dengesi, somut dinamik içeriği ile şöyle özetlenebilir:

Devrim cephesi, onu adım adım kararlılık ve uzlaşmazlıkla donatan proleter hegemonyaya doğru bir dönüşüm geçirirken; yalpalamaya zemin hazırlayan küçük burjuva ara katmanların politik etkinliği kendi özerkliğini yitirmekte; onu ya proletaryanın saflarına ya da muhalif burjuvazinin kanatları altına sığınmaya zorlamaktadır. Büyük buhranın yarattığı büyük yıkım, her biri giderek yaşamsal hale dönüşen meseleleri ara katmanlara özgü bir uzlaşma ya da barışçıl yollardan halletme umudunu ortadan kaldırmaktadır. Aynı büyük yıkım, karşı devrim ve iktidar cephesinde giderek etkisini hissettiren bir karmaşaya neden olmakta; dinci faşizmin tabanı erirken geride kalan destekçi yığınlarda bile işlerin eskisi gibi yürütülmesini istemeyenlerin oranını %85 gibi afallatıcı bir düzeye taşımaktadır. Küçülmesi bir türlü durdurulamayan pasta hem bürokraside, hem iş dünyasında çıkar çevrelerinin kavgasını alenileştirmekte; onları şu veya bu konuda şu veya bu soruşturmada karşı tutumlara savurmaktadır.

Güçler dengesinin somut ve dinamik içeriğine dair pek çok güncel değerlendirme bulunduğu için, meselenin bu yanını yönünü kısaca geçiyoruz. Ancak mutlaka bu güçler dengesi hesabına katılması gereken bir öğeyi burada yeniden hatırlatmakta fayda var: Dünya küresel bir iç savaştan geçiyor. Bunun anlamı, dünyanın öteki ucundaki bir gelişmenin, güçler kapışmasının iç siyasetteki yansımasının eskisinden daha yoğun, daha keskin ve daha hızlı gerçekleşmesidir. Örneğin Çin'in Tayvan’ı çepeçevre saran askeri tatbikatı, ABD ve diğer emperyalistlerin Orta Doğu hamlelerini belirliyor ve Orta Doğu’da değişen hamleler ise Türkiye'nin iç siyasetine anında yansıyor. Gazze gibi küçücük bir toprak parçasındaki aman tanımayan savaş ve katliam, ABD kampüslerinde iç savaş görüntüleri yansıtıyor, AB’nin siyasi birliğini bozuyor ve hükümetlerini sarsıyor. Bu Rusya'nın Ukrayna içlerine doğru ilerlemede elini rahatlatıyor, NATO'nun burnundan öfkeli dumanlar fışkırtıyor ve bu nihayetinde ABD-Rusya tahterevallisinde manevra alanı bulan dinci hükümetin tüm savaş hesaplarını altüst ediyor. Bir dış savaş üzerinden içeride yeni bir denge kurmaya çalışan dinci faşizmin elini kolunu bağlayıp, aleyhine olan zamanı kaybettiriyor.

Gerek küresel iç savaş, gerekse içerideki güçler dengesinin somut-dinamik öğeleri, dinci faşizmi yumuşama mı, yoksa daha fazla sertleşme mi tartışmalarına mecbur etti. Tartışmanın iktidar yanlısı gazetecilerce köpürtüldüğü unutulmamalı, yine de sınıflar savaşı arenasında sertlik ve yumuşaklık ikiliğinin oldukça göreceli olduğuna dikkat çekmek yerinde olur. Hangi sınıfın çıkarlarını temsil ettiğine bağlı olarak, bu ikili kavramın içeriği ve çapı değişir Bir küçük burjuva için bu mevzinin kazanılıp kaybedilmesi, başarının olduğu kadar hasmının sertliğinin ve yumuşaklığının da kerteriz noktasıdır. Gezi ve Kavala davasından tutuklularının serbest bırakılması dar protestocu küçük burjuvazi ruhu tutuklanma korkusundan kurtarır. Oysa bu konuda kerteriz noktasını zindanların yıkılması şiarında çizen devrimci proletarya için, egemenlerin bu adımı hiçbir ödün ya da yumuşama anlamı taşımaz. Keza kayyumlar üzerinden yürüyen tartışma da sertliğin ve yumuşaklığın gerçek ölçüsü değildir. Tekelci sermayenin devrim karşısında verebileceği gerçek ödün, iyice yıpranıp tepkilerin odağı haline gelmiş bir hükümeti yeni ve yıpranmamış bir başkasıyla değiştirme çizgisinden başlar.

Dünyanın her yerinde her dönemde burjuvazi, ödünler politikasını hep aynı çizgide yürütür: en önemsiz konular sanki dünya tarihinin en mühim meselesi, vereceği taviz en büyük tavizmiş gibi gürültü çıkarmak. İş aleminin azgın rekabetinde tekeller böyle oyunların ustası olmuştur ve iş bilmez küçük burjuvaları aynı yöntemle binlerce kez yolmayı bilmiştir.

Hangi önemsiz konuları içereceğinden bağımsız olarak, sertleşme ve yumuşatma yönlü adımların somut güçler dengesinde yaratacağı sonuçları öngörmek zor değil. Eğer dinci faşist iktidar yumuşama izlenimi verecek bir yola girerse, emek cephesindeki sonucu tahmin edebiliriz. Her kritik virajda “kısmi kazanım!” nidalarıyla bayraklarını indirmeye hazır küçük burjuvaların ufuk darlığı, her emekçi için görünür bir gerçeklik olacaktır; emekçilerin boğuştukları yaşamsal sorunlar yanında, o sözü edilen kısmi kazanımların zavallılığı, proletaryanın sözünü egemen kılacaktır. Karşı devrim cephesinde ise yumuşama izleniminin (izlenim, çünkü burjuva sınıfın her ödülü Mao'nun ünlü sözüyle “şekere batırılmış kurşun”dur) etkileri çok daha yıkıcı sonuçlara gebedir. Yenilmez kabul eden armadanın çoktan su aldığını sezinleyenler, bu geri adımlar karşısında paniğe kapılacaklardır. Hesaplarını işlerin her daim ödünsüz süreceği üzerinden yapanlar, özellikle yargı ve güvenlik bürokrasisi “talimat ve karşı talimat” arasında kalarak, bürokratik aygıtın düzenli işlemesi gereken çarklarını bozacaklardır. Bürokrasi buna benzer bir durumu, “çözüm sürecinde” fazlasıyla yaşamıştı. O dönem çok güçlü destek ve ekonomik olanaklara sahip dinci faşizmin, benzer bir karmaşadan ve aynı sağlamlıkla çıkmayacağı söylenebilir.

Velev ki dinci faşizm, yoluna daha sertleşerek devam edecektir; bunun en belirgin sonucu, emek saflarında proleter hegemonya'nın kurtuluşunu sıçramalar biçiminde ilerletmesi olacaktır. Hali hazırda yeterince sert baskı koşulları mücadelenin şu anki dengelerini yarattı. Bundan sonra her ileri baskı bu dengeyi de ileri sıçratacaktır. Sertleşmenin dinci faşist cephede oluşturacağı esas tahribat, işlerin aynı biçimde yürütülemeyeceğine kanaat getiren ezici çoğunluktaki destekçi kitleden yükselecektir. Öte yandan tekelci sermayeyi, şimdi bir yol ayrımı tartışmasına taşıyan etmenlerden birisi, uzun süreli olağanüstü baskının güvenlik aygıtını iyice yıpratıp güçten düşürdüğünün görülmesidir. Yeni ve daha ileri bir baskı dalgası, bu işi yürütecek aygıtın beklenmedik bozgunuyla sonuçlanabilir.

Kuşku yok ki, burada özetlenen olası sonuçlar, pekala tekelci sermayenin de öngörü alanındadır. Bu nedenle dinci faşist iktidar kesin bir karara varmakta zorlanıyor. Şurada önemsiz bir ödün, öbür tarafta ciddi bir sertleşme tutumuyla toplumun nabzını yakalamaya devam ediyor. Fakat akıp giden zaman, tekelci sermayenin aleyhinedir. Gerek küresel iç savaşın geldiği nokta, gerekse ekonomik buhranın kırmızı alarm zilleri, sermayeyi bu karar anına sürüklüyor. Karar hangi yönde olursa olsun, emek hareketi üzerinde proleter hegemonyanın dönüşüm sürecini hızlandıracak, dinci faşist saflardaki dağılmayı hızlandıracaktır.

Umut Çakır