Emperyalist kapitalist dünya panik içinde. Birkaç bankanın batması, bütün bir burjuva dünyayı paniğe itmeye yetti de arttı bile.
İlk kıvılcım bir Amerikan bankasının iflasıyla çaktı. Önce Silicon Valley Bank iflas etti. Bankanın adı, faaliyet alanını da ele veriyor. Silikon vadisi bölgesinde teknoloji alanındaki şirketlerle iş yapan bu banka, diğer bildik bankalardan farklı bir faaliyet içindeydi. En önemli özelliği, elinde on milyarlarca dolar tutan tahviller tutuyor olmasıydı.
Bankanın bu özelliği onun asıl kar kaynağının tahvillerden elde ettiği faiz olduğunu gösteriyor. Kısaca SVB olarak anılan banka ABD bankaları arasında 16. sırada yer alıyor. SVB'nin büyüklüğü hakkında fikir edinmek için kısa bilgi: SVB, 31 Aralık 2022 tarihi itibariyle 175.5 milyar dolarlık mevduata, 209 milyar dolarlık toplam varlığa sahipti.
Banka, elinde bol miktarda tahvil, yani faiz getiren kağıt bulunduruyordu. Ne var ki, Amerikan Merkaz Bankası FED, enflasyonu düşürmek amacıyla faiz oranlarını sürekli yükseltince SVB'nin elinde tuttuğu tahvillerin değeri hızla düştü. Belli bir noktadan sonra banka bu düşüşe dayanamaz hale geldi ve Amerikan devleti bankaya el koyma anlamına gelen kayyum ataması yaptı. Banka iflas etmişti.
SVB'yi Signatura Bank takip etti. Ayrıntılara gerek yok. Bu banka da aynı nedenlerle battı. Sırada daha pek çok Amerikan bankası olduğu mali sermaye çevrelerinde biliniyor.
Bu iki Amerikan bankasını İsviçre’nin en büyük bankalarından biri, Credit Suiss izledi. Birkaç gün arayla bu banka da iflas noktasına geldi. Ancak, bir diğer büyük banka olan UBS, Credit Suiss’i iflasını ilan etmeden üç milyar dolar gibi bedava denilecek fiyata aldı. Kendi parasıyla da değil. İsviçre Hükümeti UBS'nin kasasına 9 milyar dolar koyarak bu işi bitirdi.
Sadece ABD ve İsviçre'de değil, bütün emperyalist ülkelerde şimdi banka iflasları bekleniyor. Alman Deutsche Bank'ın hisseleri son bir kaç haftada %13 civarında değer kaybetti. Elinde tuttuğu bol tahvillerin değerinin, daha doğru bir ifadeyle, fiyatının düşmesi onun risk primlerini yükseltti ve sonuçta piyasadaki hisselerinin fiyatı düşmeye başladı. Deutsche Bank sadece Avrupa'nın değil, dünyanın sayılı bankalarından biridir ve onun iflası, örneğin Türkiye dahil, dünyanın dört bir yanındaki bankaları derinden etkileyecek.
Bu bankaların ve iflas için sırada bekleyen bankaların batkısının arkasında, ilk bakışta, Merkez Bankalarının faiz artırımı olduğu görülüyor. Merkez bankaları enflasyonun artışını kontrol altına almak için faizleri artırdıkça bankaların ellerinde tuttukları tahvillerin değeri düşüyor. Bu bilindiği halde Merkez Bankalar faiz artırımından vazgeçmiyorlar.
En son İngiliz Merkez bankası, faiz oranlarını son 14 yılın en yüksek seviyesi olan %4.25'e yükseltti. Artık çok basit anlaşılır haliyle söylersek İngiliz bankaları için de alarm zilleri çalıyor.
İlk bakışta tüm bunların kendi içinde “bağımsız” banka krizleri olduğu düşünülebilir. Oysa durum bundan çok farklıdır. Söz konusu olan banka sisteminin kendi içindeki bağımsız bir krizi değil. Bankaların krizi bir sonuçtur. Krizin temeli, kapitalist üretimin bunalımına gelir dayanır. Asıl temel orada.
Birincisi, bunalım dönemlerinde faiz oranı doruk noktalarına ulaşır. Çünkü ne olursa olsun yapılması gereken ödemeler için para gereklidir. İkincisi, faizlerin yükselmesi, örneğimizde görüldüğü gibi, “menkul değer” denen senet, tahvil, bono gibi “değerli” kağıtların fiyatlarında bir düşüş meydana getirir. Neden aynıdır: Nakit para gereklidir. Üçüncüsü, değerli kağıtların fiyatının düşmesi, elinde para-sermaye bulunduran kapitalistlere ileride fiyatları en azından ortalama düzeye çıkacak olan faiz getiren bu kağıtları çok düşük fiyata satın alma imkanı yaratır. Böylece “aşırı dolandırıcılık” ortamı ortaya çıkmış olur.
UBS'nin, dünyanın en büyük 30 bankasından biri olan Credit Suiss'i İsviçre hükümetinin desteği ve 110 Milyar para desteği garantisi ile mideye indirmesi bunun canlı örneği oldu. Kapitalist üretim biçiminin krizleri aynı zamanda büyük balığın küçük balığı yuttuğu, büyük ve hükümetle sıkı bağı olan sermayenin kendinden küçük sermayeyi kendine kattığı; böylece sermayenin daha az elde birikmesinin ve merkezileşmesinin hızlandığı süreçlerdir.
Faiz, kapitalist ile emekçi arasında değil, iki kapitalist arasındaki bir ilişkidir. Borsa ise, kapitalistin emekçiyi değil, bir başka kapitalisti soyduğu yerdir. Bu iki araç, yani faiz ve borsa, kapitalistin kapitalisti soymasıyla sermaye birikiminde ve merkezileşmesinde önemli bir rol oynar. Kapitalist üretim biçiminin bütün bir tarihsel gelişmesi sonucu, sermayenin birikimi ve merkezileşmesi günümüzde dev boyutlara ulaşmıştır.
Ne var ki, sermayenin bu amacı, yani sürekli birikme ve büyüme amacı, onun yıkımının da temelini oluşturur. Burjuva dünyanın panik içinde olmasının nedeni de bu. Kapitalist üretimin bu yıkıcı sonucu burjuva dünyanın karşısına en canlı haliyle çıkmış durumda.
Yine de, proletarya, yoksul köylülüğe, kent yoksullarına önderlik ederek kapitalist üretim biçimine devrimci yollarla son vermedikçe, sırf kapitalist bunalımların kapitalist üretim biçimine, burjuva sınıf egemenliğine son veremeyeceğini akıldan çıkarmamalı.
Kapitalizmin bunalımı, burjuva sınıf egemenliğini bir devrimle yıkma olanaklarını proletaryaya verir. Kapitalizmi ve burjuva sınıf egemenliğini yıkmak ise, devrimci komünist parti öncülüğündeki proletaryanın işidir.