Nasıl tuhaf bir çağa denk geldik böyle! En vasıfsız, en şarlatan, en pespaye kişilerin anlı şanlı koca devletlerin, yetmiyor, koca uluslararası örgütlerin en tepesine geldiği bir dönem bu! Vay insanlığın pamuk ipliğine bağlı geleceğine!
Özellikle son on yılda emperyalist ülkelerin yönetici kademelerine tırmanan siyasetçilere bir bakın. Dişe dokunur vasıflara sahip tek bir örnek bulamazsınız. Geçtik uluslararası çapta yetkin ve yetenekli yönetici tiplemesini; burjuva normlara göre bile elle tutulur tek bir yönetici çıkarabilmiş değil sermaye dünyası. Hırsları zekalarıyla ve yetenekleriyle ters orantılı karikatürler sergisi sanki!
Tersten söylemek de mümkün. Artık sermayeye gerçek anlamda yönetici değil, istedikleri yere itirazsız yönlendirilebilecek “yönetici” lazım. Ne kadar çürümüş olursa, ne kadar az liderlik vasfı taşırsa o kadar iyi!
Komedyen eskisini tutup Ukrayna’nın başına getirdiler. Muppet Show gibi oynatıyorlar. “Son Ukraynalı kalıncaya kadar” savaşmaya kararlı “uygar Batı”! paralı askerleri, ipten kazıktan kurtulmuşları, NATO komutan ve savaşçıları, tüm NATO imkanları Ukrayna’da, faşist Kiev yanında savaşın hizmetine sunulmuş. Hiçbir gizlisi saklısı da yok üstelik bu durumun. Her şey aleni.
İşte böyle bir ortamda NATO Dışişleri bakanları Bükreş’te toplandı. İlk gündem, elbette Ukrayna. Dünyanın silahını yığdılar, yığmaya devam ediyorlar. Bir bütün olarak NATO’nun kurmay aklı ve imkanları Rusya’ya karşı bizzat sahada. Sanki bunlar herkesçe bilinen apaçık olgular değilmiş gibi, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg çıkıyor, “Ukrayna savaşında taraf değiliz” diye açıklama yapıyor!.. Üstelik aynı konuşmasında “Putin’in kazanmaması gerek” diyor, “Ukrayna’ya desteğimiz devam edecek” diyor, “Rusya kazanırsa kalıcı barış olmaz” diyor!.. Heyhat, akıl dağıtılırken çağımız burjuva dünya yöneticileri hangi köşelerde gizli saklı kaldı acaba!
Kuşkusuz meselenin bu çapsız memurla ve o pek “yüksek medeniyet” sahibi “Batı”nın yöneticilerinin düşük seviyesiyle ilgisi yok. Daha önce bu köşede defalarca dile getirdik. Emperyalist-kapitalist sistem, özellikle son çeyrek asırdır hızlanan çöküş sürecini tersine çevirmenin, bir şekilde egemenliğini sürdürmenin yegane yolu olarak büyük yıkım savaşını görüyor. Bu düşünce ve kanı giderek daha fazla taraftar buluyor sermaye dünyasında. Oğlunun pedofil dediği bir bunağı dünya emperyalist sisteminin kumanda mevkine bunun için getirdiler. Londra’da “10 Numara”nın (başbakanlık konutu) sakinleri bu nedenle sürekli seçimsiz değişip duruyor. Her gelen daha bir “şahin”, daha fazla savaş çığırtkanı!..
Bükreş’teki toplantının ikinci gününün temel gündemi ise, tahmin edilebileceği üzere, Çin! Washington tarafından dikte edilen hareket planı, en başta NATO olmak üzere tüm emperyalist kurumların tartışmasız bir şekilde temel belgesi oluveriyor. Her tür emperyalist birlik ve kurum, ABD dış politik ajandasının temel enstrümanı haline dönüşüyor.
Çapsızlığı kendi partisi ve İngiliz tekelci sermayesi için bile katlanılmaz düzeyde olan Truss’ın yerine başbakanlığa getirilen Sunak, Rusya konusundaki “şahin”liğine derhal Çin’i eklemeyi ihmal etmedi: “Çin'e yaklaşımımızı değiştirmemiz gerekiyor. Açık konuşalım, ticaretin otomatik olarak sosyal ve politik reforma yol açacağına dair saf fikirle birlikte sözde 'altın çağ' bitti. .... Çin'in değerlerimize ve çıkarlarımıza sistematik bir meydan okuma oluşturduğunun, daha da büyük bir otoriterliğe doğru ilerledikçe daha da şiddetlenen bir meydan okuma oluşturduğunun farkındayız.”
Benzer içerikte konuşmaları Stoltenberg de yaptı: “NATO, Çin'i bir hasım olarak görmüyor ancak son yıllarda askeri harcamalarını ve nükleer gibi silah çeşitliliğini artırması, etki alanını genişletme çabaları ve Rusya ile ilişkilerinden dolayı endişe duyuyor.”
Kuşkusuz bu tarz açıklamalar da yeni yapılıyor değil. ABD dış politikasına paralel olarak bir süredir bu türden açıklamaları yapıyor Genel Sekreter Stoltenberg. Bir “Atlantik paktı” olan NATO, epey süredir Pasifik’te cirit atıyor!
Böylece emperyalist-kapitalist kamp için konumlanma daha hızlanmış oldu. 11 Eylül komplosu ardından tüm dünyayı savaş girdabının içine sürüklemeye başlamıştı emperyalistler. ABD emperyalizminin başını çektiği emperyalist koalisyon, yirmi yıla yayılan işgaller, bombardımanlar, yakıp yıkmalar dizisinde hemen her cephede başarısızlığa uğradı. Bu girişimlerin hiçbiri, başlamış olan çöküş sürecini tersine çeviremedi. Bırakın tersine çevirmeyi veya durdurmayı, yavaşlatamadı bile. Çöküş süreci alabildiğine hızlandı. Buna paralel bir şekilde dünyanın dört bir yanında emekçi kitleler ve halklar süreklileşen bir ayaklanma sürecine girdi. Böylece emperyalist-kapitalist düzen için büyük bir yıkım savaşı, yıkılmakta olan egemenliğin belki de yegane kurtarıcısı olarak kafalarda belirginleşmeye başladı. Bu yüzden Rusya’nın yanına Çin de hedef tahtasına oturtuldu; Pasifik’te gerilim sürekli tırmandırıldı. NATO’nun tüm faaliyeti tam olarak bu plan doğrultusundadır.
Rusya’nın kuşatılması ve parçalanması meselesine gelince... Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra devreye konan bir plan idi bu. Ayyaş Yeltsin döneminde Rusya kelimenin gerçek anlamında enkaza çevrildi ve parçalanmanın eşiğine getirildi. Çeçenya savaşları tam da bunun için çıkarılmıştı. Ama olmadı. Rusya’nın iç dengeleri bu dağılma sürecini durdurdu. Geçmişin kazanımlarını korumak isteyen kadrolar, “sloviki” (güvenlik bürokrasisi) dedikleri çekirdek kadro, geniş emekçi yığınların içine yuvarlandıkları tarifsiz yıkımın yarattığı büyük hoşnutsuzluk dalgası... tüm hepsi, emperyalistlerin desteklediği “yıkım projesini” başarısızlığa uğrattı. Bu aşamadan sonra Rusya’nın varoluş mücadelesi, hemen her sahada sık sık emperyalistlerle sürekli bir gerilim ilişkisi olarak gerçekleşti.
Tarih ironilerle doludur. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmi yıkma işine soyunan kapitalizm yolcuları, çelişik bir biçimde, o kapitalizmin mabetleriyle, emperyalist merkezlerle kanlı bıçaklı bir ilişki yürütmek zorunda kaldı. Ve bu durum, onları, uluslararası devrimci halk hareketlerinin, çeşitli düzeylerdeki antiemperyalist mücadelenin ve devrimci proleter hareketin dolaylı destekçisi haline dönüştürdü. Aynı dönemde tüm dünyada hızla yükselmeye başlayan antikapitalist ayaklanmalar zinciri, tam da bahsettiğimiz bu çelişkinin yarattığı devasa gözeneklerde kendine gelişme ortamı buldu. Günümüzün en özgün olgularından biri, budur.
Bu olguyu tersten, emperyalistlerin açıklamalarından da görmek mümkün. Daha yakın zamanda Stoltenberg’in “Ukrayna’da Rusya kazanırsa biz kaybetmiş oluruz” mealindeki sözleri daha tazeliğini koruyor. Emperyalist dünya, Bükreş toplantısının bir kez daha gösterdiği gibi, bu “kötü gidişi” karşılamak için, tüm güçlerini ABD arkasında bir araya getirmeye, yıkım savaşlarıyla kendi egemenliğine dayalı düzenin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Dünya hiç olmadığı kadar büyük yıkım tehlikesinin eşiğine gelmiş bulunuyor.
Ukrayna’da yitirilecek savaş, ABD’nin liderlik ettiği tüm emperyalist kamp (ve elbette NATO) için tam bir çöküş, tam bir hezimet anlamını taşıyacaktır. Bunun tüm dünyada ilerici ve devrimci hareketlere muazzam bir itilim vereceği aşikardır. Ukrayna’da prelüdü gerçekleşen sürecin varacağı nokta burasıdır.