Her birisinin gül yüzü vardı. Çocuk gülüşlerinde yaşam saklıydı ve öyle kaldılar. Güzellikleri, masumiyetleriyle hepimizin vicdanlarında derin izler bıraktılar. Bir toplumun çocuklarının yok oluşunu yaşıyoruz. Bu çocuklar, emekçi halkların çocuklarıdır. Onlar yalnızca ansızın gözden kaybolmuyorlar, her gün yoksulluğun şiddetin, aşağılanmanın kırbacı altında acıyla büyüyorlar.
“...Erkekler, kadınların özlemlerinin en kararlı muhalifleridir” diyor Bebel.
Flormar'dan atılan kadın işçilerin çalışırken ve şimdi eylemdeyken yaşadıklarını öğrenince, Bebel'in bu sözünü anımsamak işten bile değil. Fabrikada erkek ve kadın çalışanların arasındaki ücret-mesai farklılığı, taciz-hakarete varan davranışlar, belirgin olan haksız uygulamalar kadın işçilerin öfkesini büyütmüş, hatta eylem kararlılıklarını artırmıştır.
Seçimler gündemde. Havada beş para etmez manifestolar dolanmakta. Faşist partiler gençlikle, kadınlarla alay edercesine “manifesto”larında “şu kadar para, bu kadar burs, şöyle sigorta, böyle iş” diyorlar. 'Sol' adına ortaya çıkanlar; “kadınlar ve gençlik 'tek adam' diktatörlüğüne geçit vermeyecek”le başlayıp, ne olduğu, nasıl olacağı belli olmayan özgürlük düşü yazıyor.
Her gün işlenen kadın cinayetleri üzerine; “Bizde seri katil yok ama seri cinayetler var” demiştik bir yazıda. Şimdi de “Teksaslı değiliz ama silahlanmada öndeyiz” diyerek, son bir kaç olayın vurgusuyla başlayalım.
Bir vakitler, kimilerine göre kiliselerde kadınların şarkı söylemesi bile yasaktı. Evlenmek istemiyorlarsa kiliseye gönderiliyorlar ve bir çeşit hapis cezasına çarptırılıyorlardı. Havva'nın günahını taşıdığına inanılan kadının öğrenmesi gereken tek şey itaatti. Ki bu itaati öğretme yetkisi bile yoktu. Yazmak, okumak, araştırmak bir kadının haddine miydi? Hem o, bunu nasıl yapabilirdi ki, bir günahkar olarak?.. Önce günahını temizlemeliydi!