Tarih boyunca ezilen, sömürülen sınıflar, koşullar uygun olmasa da yeterli olanakları ve güç birikimi olmasa da egemen sınıfın baskılarına karşı isyan ve başkaldırıya eğilimli olmuşlardır. Tarihsel-toplumsal koşullar uygun olduğunda bu eğilim giderek toplumsal bir harekete dönüşmüş, ayaklanmalar ve devrimler yaratmıştır.
Tarihsel gelişme bugün de bu yönde ilerliyor. Sermaye sınıfı, toplumu yönetemediğini, üretici güçleri elinden kaçırdığını ve toplumsal gelişmenin karşısına dikildiğini her olayda tekrar tekrar ortaya koyuyor. Kapitalizmi ve egemen sınıfı eleştiren, ona karşı çıkan, tarihsel gelişme yönünde hareket eden her harekete, her kişiye şiddetle saldırıyor; kuşatıp baskı altına alarak ezmeye çalışıyor. Ama bütün bunlara rağmen ayaklanmalar bütün dünyada dalga dalga yayılıyor; güncel duruma gelen devrim, devrimci kitle mücadelelerinin, isyan ve ayaklanmaların ortasında ete kemiğe bürünmeye başlıyor.
Tarihsel-toplumsal gelişmeler, bugüne kadar yaşanan bütün toplumsal sistemleri geçici duruma getirmiş, yıkılıp gitmeleri sonucuna varmıştır. Köleciliğin, feodalizmin yıkımını olduğu gibi, kapitalizmin sıçramalı çöküş evresine gelişimi ve kendi sonuna doğru hızla sürüklenmesini de ancak tarihsel gelişme yasasıyla açıklayabiliriz.
19.yüzyılda kapitalizm serbest rekabetçiydi. 20.yüzyıla doğru tekelcilik gelişti ve kapitalizm emperyalizm aşamasına geçti; 21.yüzyıla doğru tarihsel gelişme yeni evreye girdi, emperyalist- kapitalist sistemin sıçramalı çöküş süreci hızlandı. Bütün bu süreçleri açıklamanın biricik yolu tarihsel gelişme yasasıdır. Bu süreçleri açıklamak için olduğu kadar, eskinin içinden doğmaya başlayan yeniyi görmek ve göstermek için kapitalizm altındaki gelişmeleri incelemek, tarihsel gelişme yasasına başvurmak gerekir. Bilimsel sosyalist teori “insanlığın geleceği komünizmdedir” derken yine tarihsel gelişme yasasıyla bu sonuca varmıştır.
Günümüzü açıklarken kullandığımız kavramların başında her halde “kapitalizm” yer alır. Ama bir kavram hiçbir zaman ifade ettiği olgunun bütün özelliklerini yansıtmaz, yansıtamaz. Bu nedenle bir olguyu ele alırken pek çok özelliğiyle birlikte ele almak, diyalektik materyalist yönteme başvurarak dünü, bugünü ve geleceğe dair yönelimiyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Bir toplumsal sistem olarak kapitalizm uzun bir süreçten geçerek bugünlere geldi. Her tarihsel evrede birbirinden farklı özellikler gösterdiği gibi, ülkeden ülkeye de bazı farklıklar gösterebilir. Bütün bu süreçte kapitalizmi kapitalizm yapan artı-değer sömürüsü; sermaye birikimi, karşıt sınıflar olarak proletarya ile burjuvazinin varlığı gibi her yerde ve her aşamada ortak olan özellikleri de vardır. Sermayeye dayalı bu üretim sisteminin yapısal özelliklerinden biri de aşırı üretim krizleridir. Kapitalist sistemin başından bu yana varolan ekonomik krizlerini çözemeyen kapitalistler, her defasında bu krizleri öteleme yoluna gittiler. Ötelenen kriz, her defasında bir süre geçtikten sonra yeniden ve daha büyük bir sorun olarak ortaya çıktı.
Yaşam koşulları zaten kötü olan emekçi sınıf açısından kriz dönemleri, yaşam koşullarının daha da ağırlaştığı, işsizlik ve açlığın emekçi nüfusunun daha geniş kesimlerini pençesine aldığı dönemler oldu.
Bu durum proletaryanın verdiği sınıf mücadelesinin daha da yükselip sertleşmesine yol açar. Tarih boyunca proletaryanın her büyük eylemi, her devrimci başkaldırısı kriz dönemlerinde ortaya çıktı. 1840’lı yılların devrimlerinin yenilgisinden sonra emekçi sınıfın sorunları giderek ağırlaştı. Biriken sorunlar yeni bir kriz ve savaşla birleşince işçi sınıfının ayaklanması, 1871 Paris Komünü’nü yarattı. Sermaye sınıfı Komünü yenip, komünarları katliamdan geçirdi. Burjuvazi tam devrim belasından, komünizm belasından kurtulduğunu düşünürken, bu sefer Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşti.
Proletarya Ekim Devrimiyle birlikte kapitalizmden komünizme geçiş çağını da açmış oldu. Rusya’da proletaryanın açtığı bu yoldan daha sona pek çok ülkeden proletarya ve emekçiler de yürüdüler; Doğu Avrupa ve Çin Devrimlerinden sonra sosyalizm bir dünya sistemine dönüştü. 90’ların başında yaşanan karşı devrimlerle sosyalist sistem dağılmış olsa da, sosyalizme giden yol açılmıştır.
Kapitalizm daha yeni yeni gelişirken her ülkenin burjuvazisi milliyetçi duygularla hareket etti; ulus devleti savundu. Zira her ülkedeki burjuvalar kendi iç pazarlarında tek başına hakimiyet kurmak istiyor, diğer burjuvaların bu pazara girmelerini istemiyorlardı. Kapitalizm gelişip de egemen üretim haline gelir gelmez sermaye yeni pazarlar için dünyaya açılmaya başladı. Marx’ın deyimiyle “dünya pazarı sermayenin kendisinde veriliydi”. Burjuvazi artık her ulusal sınırı aşılacak bir engel olarak görüyordu. Özellikle emperyalizm aşamasında bütün dünya kapitalistler için bir pazar haline gelmiş, üretim uluslararası bir karakter kazanıp toplumsallaşmıştı.
Kapitalizmin bir diğer temel sınıfı olan proletarya ise daha baştan itibaren enternasyonalist bir karaktere sahip oldu. Şu ya da bu demeden iş bulabildiği her yerde emek gücünü sattı. Bu yüzden “proletaryanın vatanı yoktur” dendi: Çünkü onu sömürenin hangi ulusa mensup olduğu değil, burjuva olmasıydı önemli olan. Ve zaten proletarya nihai hedefi olan sınıfları ortadan kaldırma hedefine ancak enternasyonal bir hareket olarak davranırsa erişebilir. Proletarya, sermayenin egemenliğine karşı verdiği savaşta enternasyonalizme dayanarak, enternasyonal proleter hareketin eylemlerinin, devrim deneyimlerinin bilgisine sahip olarak, onlardan öğrenerek burjuvaziye karşı üstünlük sağlayabilir; kendi devrimini gerçekleştirip kendi kendisini egemen sınıf olarak örgütleyerek nihai hedefine doğru ilerleyebilir.
Kapitalizmde çıkarları birbirine karşıt olan iki sınıfın, proletarya ile burjuvazinin varlığından bahsettik. Ancak modern burjuva toplumun ve kapitalizmin en gelişkin olduğu ABD dahil hiçbir kapitalist ülkede nüfus sadece proletarya ile burjuvaziden oluşmaz. Bütün kapitalist ülkelerde bu iki temel sınıfın yanında ara katmanlar da varlığını sürdürür. Sermaye birikiminin daha çok elden daha az ele doğru akma eğilimi ve üretimin uluslararası karakterinin derinleşmesi, kırda olsun kentte olsun mülksüzleştirmeye devam ediyor; kesintisiz olarak daha çok üreticiyi proletaryanın saflarına doğru itmeyi sürdürüyor. Sermayenin kendi işleyiş yasalarından ileri gelen bu eğilim bütün dünyayı tekeller, hatta tek bir dünya tekeli ve proleterler haline getirme yönünde olsa da, bu gerçekleşmeden çok önce kapitalizm yıkılacak, yerini daha ileri ve yeni bir toplumsal sistem alacaktır.
Kapitalizmin tekelci aşamaya varması ve emperyalizm evresiyle birlikte kapitalizm çöküş ve çürüme aşamasına girmişti. Bu dönemde I.Emperyalist Savaşla birlikte daha ileri bir topluma geçişin olanakları doğdu; Rusya’dan başlayarak bazı ülkelerde devrimler yaşandı, II.Emperyalist Savaştan sonra da sosyalizm bir dünya sistemi oldu. Sosyalist ülkelerde yaşanan karşı-devrimlerden sonra burjuvazi her ne kadar nihai zaferini ilan ettiyse de, yeni evreyle birlikte hem yeni bir topluma geçiş için gereken bütün koşullar yeterince olgunlaştı hem de emperyalist kapitalist sistemin çöküş süreci hızlandı; sermayenin egemenlik sistemi çözülüp dağılmaya başladı.
Emekçi sınıflar dünyanın her yerinde yeni bir toplum uğruna mücadeleye atılırken kapitalist sistem büyük bir hızla kaçınılmaz sonuna doğru sürükleniyor.
Özgür Güven