Ekonomik bunalımın ağır yıkımını yaygın bir şekilde hayatlarımızda hissediyoruz. Kime dokunsak, kimi dinlesek bin ah işitiyoruz, toplumun her kesiminde geçinemiyoruz, yarınımızı düşünür halde yaşıyoruz çığlıkları büyüyor.
Gıda fiyatları, kiralar, faturalar, temel insani ihtiyaç maddelerinin fiyatları almış başını gidiyor. Markette dokunduğumuz her şey ateş pahası, sosyal olarak çıkıp bir yerde oturmayı geçtik, bugün karnımızı doyurmaya bakıyoruz. Öğrenciler açısından ulaşıma, ders kitaplarına, yurt fiyatlarına, kiralara gelen zamlar ve yeni yılda bu zamların katlandığı düşünüldüğünde önümüzdeki dönemin ne kadar zor geçeceği aşikar.
Kapitalist ekonominin tam ilhak sürecinde dışarıya tam bağımlı hale gelmesi ile birlikte emekçi sınıfların yaşamlarındaki zorluklar daha da katlandı. Öyle bir döneme geldik ki enflasyon oranlarının %40’lara dayandığı, her türlü insani temel ihtiyaç malzemesine korkunç zamların geldiği, emekçiler nezdinde açlığın ne kadar somut bir olgu olduğunu bizlere gösteriyor.
Emekçi sınıfların, Kürt halkının, yoksulların, işsizlerin ve emekçilerin çocukları olan biz gençlerin yaşamı da benzer şekilde dayanılmaz acılarla dolu. Evine bir kilo meyve götüremeyen emekçi insanlardan, parası olmadığı için kafede bir bardak çay içemeyen üniversiteli ve liselilere, ailesinin durumu olmadığı için test kitabı alamadığı için isyan eden çocuklara kadar her yanımız da bu durumda. Durumu dramatize ettiğimizi düşünenler olabilir, ancak öyle bir amacımız olmadığı gibi yaşamın içinde bir şekilde yer alan herhangi bir insan bu korkunç durumu fark edebilecek durumda olduğunu biliyoruz.
Büyük metropollerde ev kiralarının en az 2000 liradan başladığı düşünülürse, 850 TL burs veya kredi alan, emekçi bir ailenin çocuğu bir üniversite öğrencisinin ev tutarak hayatta kalması ve masraflarını karşılaması tek kelimeyle imkansız. Bu yüzden tanıdığımız, sohbet ettiğimiz, bildiri uzatıp diyaloğa geçtiğimiz tüm üniversiteliler hem okuyup hem de karın tokluğuna berbat koşullarda çalışmak zorunda kalıyor. Üniversite hayatı dedikleri okul ile işe gidip gelme arasında bir mekik dokumaya dönmüş durumda.
Üniversite bir şekilde bitse bile sonrasındaki süreç ‘düzgün bir iş bulma’, hayat kurma çileleri ile katmerleniyor, gençler olacak geleceksizliği hayatımızın her alanında hissediyoruz. İmkanları yetmediği için okulu bırakmak zorunda kalanlar, geçinemediği, hayata tutunamadığı için intihar eden gencecik insanların olduğu topraklarda yaşıyoruz.
Kapitalizmin emekçi sınıflar, yoksullar ve işçi sınıfının parçası olan gençler ve işçi çocukları için tarifsiz acılar anlamına geldiğini birçok kez belirtmiştik yazılarımızda. Artık bu tarifsiz acıları maddi yaşamın kendisinde herkes görebiliyor. Toplumun her kesimi bu gidişatı tartışıyor, metrolarda, pazarlarda, otobüslerde, okullarda, sokak aralarında herkes ekonomik krizin derin yıkımını tartışıyor, kendince sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Bununla birlikte fısıltı gazetesi yerini sokak röportajları ile doğal eylem alanlarına bırakıyor. Toplumsal bilinç değişimi de sistemin çöküşüyle hızlanıyor.
Toplumun geniş kesimleri bir tarafta asalak gibi yaşayıp servetine servet katanların olduğu, diğer tarafta milyonlarca insanın sefalet koşullarında yaşadığını yaşamın kendisinden öğreniyor. Toplumun geniş kesimlerinin burjuva partilere, faşizmin kurumlarına, sermayeye güveni giderek azalıyor, gençler giderek politikleşiyor. 12, 13 yaşında çocuklar dahi duru bilinçle krizin sorumlulularını gösterebiliyor. Kapitalizmin yaşadığı ekonomik ve siyasal bunalım göz önüne alındığında giderek gelişen, parça parça harekete geçen kesimlerin sayısı artıyor. Birçok yerde eylemler artıyor, süreklileşiyor, işçilerin tabanda komite-konsey örgütlenmesine ilgisi artarken, gençlik içinde devrimci saflarda örgütlenme isteğinin arttığını gözlemleyebiliyoruz.
Tabii, devrimin kitle tabanı gelişip güçlenirken ve bir araya gelmenin yollarını daha çok ararken, faşizm de baskıyı daha çok koyulaştırmaya, resmi ve sivil faşist güçleri aracılığı ile daha çok saldırmaya devam ediyor. Üniversitelerde son süreçte artan sivil-faşist saldırılar, sokaklarda göçmenlere ve ezilen uluslara yönelik artırılan ırkçı yönelimler ve faşizm tarafından devamlı kaşınan şovenist histeri yükselmekte olan mücadelenin önünü alma çabalarıdır.
Dinci-faşizm emekçi sınıfların, işçi sınıfının, kadınların, Kürt halkının, gençliğin devrimci bir ayaklanmasından, gelişecek devasa kitle hareketinden korkuyor ve bunun yaklaşmakta olduğunu seziyor. Mevcut kapitalist ilişkilerin dünya genelinde emekçiler nezdinde ve dünya için yarattığı yıkım düşünüldüğünde de kapitalizme karşı isyanların, ayaklanmaların birçok ülkeye yayıldığını görebiliyoruz.
Yaşadığımız toprakların da böylesi fırtınalara gebe olduğunu bildiğimizden düşmanımızın yani karşı-devrim cephesinin bu fırtınalara yönelik giriştiği çok yönlü hazırlığı görebiliyoruz. Şimdi karşı tarafın hazırlıklarını bir kenara bırakıp bizlerin ne yapması gerektiğine dair çubuğu bükelim biraz da.
Bu süreci güçlü bir şekilde örgütleyebilmek için daha güçlü kitle ilişkileri yakalamak adına sürekli bir siyasal çalışma ve pratik içinde olmalıyız. Kitlelere ulaşmanın yolları forumlar düzenlemek, toplantılar örgütlemek, yaygın sokak çalışmaları, ajitasyon-propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmaktan geçiyor.
Daha geniş gençlik kitlelerine ulaşmanın yazılı bir formülasyonu yok, bundan sonra da olmayacak, çünkü her alanın, her kentin, her üniversite, lise veya iş yerinin çalışma koşulları birbirinden farklı olabiliyor. Bu açıdan bunun yollarını bulmak, orada çalışma yürüten yoldaşlara düşmektedir.
Ama politikalarımıza güvenerek, kendimizden emin bir şekilde, inisiyatifli ve atak bir şekilde çalışırsak, birçok insanla ilişki kurma şansımız olacaktır. İnsanların bize gelmesini beklemektense bizim insanlara gitmemiz ve onları politik olarak ikna edip, örgütlemeye çalışmamız gerekiyor. Öfkenin bilenmediği, kıvılcımların olmadığı hiçbir yer yok, bu yüzden girişmek ve devamını getirmek için ısrar etmek gerekiyor. Unutmayalım, büyük zaferler için büyük iddialar ve büyük coşkular gerekir, bu topraklarda her ikisinin de mevcut olduğunu bilerek, kıvılcımları harlamaya devam edelim!
K. Taylan Kızıldağ