Sorunlarımızın katmerleştiği, yaşamlarımızın giderek çekilmez bir hale geldiği bir dönemden geçiyoruz. Açlık, sefalet, savaşlar, yıkımlar, politik baskılar, geleceksizlik, işsizlik...
Kafamızı nereye çevirsek orada acılar içinde yaşayan insanlar, nereye dönsek hayatından bıkmış, psikolojik olarak sorunları olan, geçinemeyen, aklında yurt dışına çıkma düşüncesi olan veya intihar etmeyi düşünen gencecik arkadaşlarımızla karşılaşmak mümkün. Pandemi ile birlikte daha da derinleşen, sorunların daha da gün yüzüne çıktığı, gençlik olarak yaşadığımız sorunların daha da biriktiği böylesi bir dönemde hepimiz bir çıkış yolu arıyoruz.
Gençliğin, özelde öğrenci gençliğin, belli kesimleri kendini yurtdışına atarak kurtuluşu bulmaya çalışırken, gençliğin belli kesimleri de çalışma yaşamının zorluklarını, sömürüyü görüp kolay yollardan para kazanma adına çürümüş ilişki biçimlerini seçerek yozlaşıyor, tam da burjuvazinin egemen kültürüne, ideolojisine, yaşam anlayışına kendini kaptırıyor. Okul okuyan arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu geçinebilmek veya ailesine bakabilmek için ya okurken çalışmak zorunda ya da okulu bırakıp tamamen çalışma hayatına katılmak zorunda kalıyor. Çeteleşme, uyuşturucu kullanımı ve suça sürüklenme oranlarının inanılmaz boyutlara vardığı, gerici burjuva kültürün geniş gençlik kesimlerini kendi tesirine almaya çalışırken çürüttüğü bugünlerde çıkış yolu göremeyen, yaşama bir biçmiyle 'tutunmayı' başaramayan gencecik arkadaşlarımız yaşamlarına son veriyorlar.
Kapitalizmin bizlere sunduğu gelecek tahayyülünün sınırlılığı, kapitalist dünyada her şeyin ama her şeyin, buna duyguları, insani değerleri, kültürü vb. de dahil edebiliriz, basit bir para ilişkisi biçimine dönüşmesi emperyalist kapitalist sistemin egemen olduğu her yerde bizleri yaşamın dışına itiyor. Bütün yeteneklerimiz, becerilerimiz, zekamız, beden gücümüz bir kapitalist tarafından satın alınarak heba ediliyor, genç işçiler olarak patronlara ne kadar artı-değer üretsek o kadar yoksullaşıyor, o kadar yabancılaşıyoruz. Burjuva dünyanın bize telkin ettiği, belleğimize kazımaya çalıştığı ya kendi ayakları üzerinde durabilen bir 'kurtsun' ya da ezilmeye, baskı görmeye, horlanmaya onlara göre 'ayak takımı' olarak görülmeye mahkum bir bireysin.
Başarılı olmak, hayata tutunabilmek, yükselebilmek için diğerlerini ezmen, kendi başına dalgalara karşı ayakta durabilmen gerekiyor, dayanışma denen şey kapitalist dünyanın hiç tanımadığı, hiç bilmediği emekçilere özgü soylu bir davranış, çünkü kapitalistlere göre para ve güç ilişkileri her şeyi çözebilir. Burjuva dünyanın kültürüne göre çok çalışırsan çok kazanır ve her şeyi elde edilebilirsin, peki ya yaşama tutunamayan, çok para kazanmak değil, farklı üretimlerde bulunmak, sıradaki gibi değil sıradışı olmak, kendi idealleri peşinde koşmak, insanlığın sorunlarını acılarını düşünmek isteyen birisi olduğunda ne oluyor? Faşist devlet aygıtı hemen karşında konumlanıyor, sana hizada durman gerektiğini, sadece kendi sorunlarına kafa yorman gerektiğini hatırlatıyor, hele ki örgütlü bir genç devrimciysen, faşist devletin tüm baskıları, gücü sadece seni ve temsil ettiğin devrimci mücadeleyi sindirmeye çalışıyor. Peki, yaşadığımız topraklarda o kadar yaşamsal sorunlar varken, o kadar acılar birikmişken sermaye egemenliği ve onun devleti bu sorunları çözmek için gerçek anlamda bir şey yapıyor mu? Yazıyı okuyanların hayır dediğini duyar gibiyiz, bunun en yakın örneğini İzmir depreminde tanık olduk.
6.9 şiddetindeki depremin vurduğu İzmir'de enkaz üzerinde dinci-faşizmin temsilcileri resimler çekip şov yaparken, ekipler kurup çalışmalar yapan işçiler, ezilenlerin, emekçilerin o en soylu davranışı olan dayanışmayı örenler ile deprem vergilerini ceplerine indirip emekçileri ölüme terk edenler iki ayrı dünyayı temsil ediyor. Bu iki ayrı dünyadan biri bugün egemenliği her yerde ayaklanmalarla sarsılan köhnemiş, her şeyi para ilişkisine dönüştüren, emekçilein, gençlerin yaşamlarını dayanılmaz hale getiren burjuva dünya, diğeri ise dayanışmaya, sorunların ortak çözümüne, birbirinin yanında durmaya dayanan sosyalist dünya. Dayanışma çadırları kuran gençlerin çadırlarını yıkanlar, yaşadığımız sorunlar karşısında sessiz kalmamızı, kabullenmemizi isteyenler gençliğin ve toplumun örgütlü gücünden korkuyor. Yan yana gelmemizi, ortak olan sorunlarımızın çözümü için birlikte mücadele etmemizi engellemeye çalışmaları tam da bundan!
İşte çürümüş, köhnemiş burjuva kültürün, burjuva ideolojisinin bizlere sunabildiği hiç bir şeyin olmadığı, sorunları yaratanın ve bu sorunları derinleştirenin sermaye sınıfı ve onun devleti olduğu gün gibi ortadayken yalnız olduğumuzu düşünüp sessiz mi kalacağız, yoksa bir araya gelip mücadele mi edeceğiz?
Geleceksizlik, işsizlik, eğitimin niteliksizleşmesi sorununu çözüyoruz yalanını söylerken, genç işsizliğin milyonlara varması, intiharların tavan yapması, açlık çığlığının iktidarın yanına kadar ulaşması zaman kaybetmeden harekete geçmemizi dayatıyor. Kapitalizm nasıl sebebi olduğu sorunları çözmek için kılını kıpırdatmayacaksa, çözümün devrim için mücadele etmek olduğunu bilince çıkarmamız gerekiyor.
Yeni bir dünya çığlığının daha da yükseldiği bugünlerde harekete geçmenin, güçlerimizi birleştirmenin yakıcılığı daha da önem kazanıyor. Ufukta ayaklanma bulutlarının toplandığı böylesi bir dönemde, tarihi seyreden mi olacağız, yoksa tarihin akışına yön verenlerden mi olacağız?
Biz tarihin akışına yön vermek için harekete geçmenin, sorunlarımızdan sadece şikayet etmenin değil, çözüm için harekete geçmenin tam zamanı olduğunu düşünenleriz. Beklemek, çözümü burjuva partilerden beklemek kof, içi boş umutlardır.
Devrimi her yere taşımanın sorumluluğu hayatın içinde bulunan biz gençlerin, lisede gerici eğitimle yüz yüze olan liselilerin, şirketleşen üniversitelerde okumaya çalışan üniversitelilerin, iş yerinde baskı gören, sömürülen genç işçilerin, sokakta rahatça gezemeyen, hayatın her yerinde ikincil konumda olan genç kadınların işidir. Sorunlarımızı tespit ediyorsak, bu sorunlara karşı, toplumsal mücadelenin içinde yer alarak çözecek olan özne de bizleriz. Şimdi bekleme değil, harekete geçmenin zamanı!
K. Taylan Kızıldağ