Yeni bir yıl yaklaşırken IMF’den uluslararası yatırımcılara pek çok çevrenin asgari ücret tavsiyesi Ekim ayından itibaren gündeme oturdu. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, 23 Ekim'de Washington'da yaptığı bir sunumda yatırımcılara “asgari ücrete yüzde 25 civarında zammın 2025 yılı enflasyon ve büyüme hedefleriyle uyumlu olacağını” açıkladı. Maliye Bakanlığı çevrelerinden asgari ücret zammının gerçekleşen enflasyon yerine “hedef enflasyondan” belirlenmesi ‘’tavsiyeleri’’, yeni bir icat olarak karşımıza çıktı.

Sermaye çevreleri bu çağrılara balıklama atladı. TOBB Konfeksiyon ve Hazır Giyim Sanayi Meclis Başkanı Şeref Fayat; "Umarız brüt ücretten net kısmının çalışana daha çok verileceği şekilde bir formül bulunur” diyerek patronlara dokunmayacak kamu kaynaklarını işaret eden formüllere bir yenisini ekledi. Fayat, konuşmasının devamında “aksi takdirde asgari ücrette yüzde 25-26'nın üzerinde bir artış maalesef çok daha büyük bir istihdam çıkışına sebep olacak" dedi ve “Deutsche Bank'ın notunda yer alan asgari ücrete yüzde 30'un üzerindeki zammın işletmeleri zorlayacağı görüşüne de katıldığını” söyledi.

Konfederasyonlar her konuda olduğu gibi anlaşmalı bir şekilde top çeviriyorlar. Belli ki işbirlikçi sendikalar, asgari ücretin gündeme gelmesini istemiyorlar. Ekim ayının son günlerinde 126 iktisatçı akademisyen ortak imza ile bir açıklama yayınladılar: “Son dönemde uygulanan para ve maliye politikaları, enflasyonla mücadele hedefi doğrultusunda şekillendirilmektedir. Ancak, 2024 yılı Temmuz ayında asgari ücret artışından kaçınılması ve 2025 yılı Ocak ayı için öngörülen artışın gerçekleşen enflasyon yerine beklenen enflasyon oranı (Yüzde 25) baz alınarak belirlenmesi planı, bilimsel ve sosyal açıdan kaygı vericidir.” diyerek itirazlarını ortaya koydular.

Sözde orta yolu bulmaya çalışanlar, açıklama kuyruğundaki MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı, Bölgesel asgari ücret konusunu da gündeme getirerek, "Beklenen enflasyon ile geçtiğimiz yılın enflasyonu arasında bir korelasyonla asgari ücret bulunabilir" dedi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise, “Orta yolu bulmak zorundayız. Asgari ücreti beklenen enflasyona göre yaparsak adil olmuyor. Asgari ücreti gerçekleşen enflasyona göre yaparsak programı bozuyor” diyordu. Daha geçen ay hedef enflasyon martavalını atanlar, yüzde yirmi beş zammı önerenler ağız değiştirdi. Merkez Bankası başkanı Fatih Karaaslan, ‘’Asgari ücret için resmi ve gayri resmi bir tavsiyede bulunmuyoruz” derken, uluslararası sermayenin sözcüsü Mehmet Şimşek “Asgari ücretin bir komisyonda belirlendiğini, kendisinin yorum yapmasının doğru olmayacağını” söyleyerek ekledi: "Çalışanlarımızı hiçbir şekilde enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz."

Burjuva ana muhalefetin sözcüsü Özgür Özel ‘’hak edilen değil ama” diyerek, “asgari ücretlinin 1 Ocak’taki hakkı 30, bunun altında biz yokuz” diyerek kendince el yükseltti. Emek örgütlerine de bu zammı söke söke almaları için çağrı yaptı. Büyük sermayenin bu sözcüsü belediyelerinde işbirlikçi sendikalarının genel merkezlerinden atanan kayyumlarla imzalanan sefalet düzeyindeki Toplu İş Sözleşmeleriyle işçi ve emekçilerle ilgili tutumlarını ortaya koydular. CHP vitrinlere otuz bini gösterirken, belediyelerde yaptığı yüzde kırk civarı zamlarla iktidara “kaygılanma ben yanındayım” diyor.

Şimdi neler oluyor? IMF ücretlerin düşük tutulmasını, ama yoksullara sosyal yardım yapmasını öneriyor. Sermaye ‘’bu zor günlerde’’ yoksulların kamunun kesesinden rahatlatılmasını istiyor. Yoksa Türkiye sermayesi imana geldi de emekçileri düşünür mü oldu? Elbette hayır, bu yağmacıların böyle bir derdi yok. İşçilerin örgütsüzlüğü sayesinde onlarca kat kar ettiklerini açıkça söylemekten çekinmiyorlar ve tabi ki bu katlanmış karlarını paylaşmak istemiyorlar.

Sürecin başında “bu yıl asgari ücrete yüzde 35- 40 zam yapacağız” deseler, işçi sınıfı bu teklife de hayır diyecekti. En alttan başlayan pazarlık sayesinde sözde asgari ücret komisyonunda konfederasyonlar işçiler adına birkaç kuruş kazanmış gibi görünecek. Zaten ayağa düşmüş bu konfederasyonlardan kopuşun hızlanacağı kaygısı bu seçeneği zorunlu kılıyor.

Maaşlarının çoğunu banka kartlarına, faizlerine yatırmak zorunda kalan, bu bağımlılıktan dolayı bir gün bile işsiz kalmaya tahammülü olmayan, evlerine ekmek ve makarnadan başka bir şey girmeyen emekçi halkın birikmiş öfkesine genel bir bahane yaratmama kaygısı ile tüm sermaye tarafları el ele vermiş görünüyor.

İşçi sınıfının ve emekçilerin içinde sürdürülen çalışmalar, bugün her zamankinden daha hayati bir önem taşıyor. Yaşanan saldırılar, yokluk ve yoksulluğun baskısı altında kamuoyundan gizlenen, fakat her gün artmakta olan intiharlar, memleketin her köşesinde olmayacak nedenlerle yaşanılan kavgalar, işlenen cinayetler yoksulların saflarındaki birikimi gösteriyor. 2025, iki sınıfın çatışmasını ve taraflarını daha da öne çıkaracak görünüyor. Öncü işçilerin olmadığı, ulaşamadığı pek çok bölgede farklı bahanelerle kendiliğinden birlikler oluşuyor. Öfke ve örgütlenme dinamikleri iç içe geçmiş bir bulamaç halinde akıyor. İşçi sınıfının birleşik hareketi de her alanda birleşiyor, gelişiyor, öğreniyor, öğretiyor ve mayalanıyor.

Bu mayalanmaya uygun araçları yaratmaya ve gelmekte olan bu şekilsiz ve mükemmel fırtınaya katılmaya hazır mıyız? Bugün kendimize sormamız gereken budur.

İnan Çelik