“Zekanın yapayı olur mu?” sorusuna dair yorum yapabilmek için, bilincin ne olduğunu anlamak gerekiyor kuşkusuz.
Bilinç nesnelerin ve olguların insan beyni tarafından (olgunlaşmış madde tarafından), duyumlar, algılar, tasarımlar, kavramlar biçiminde zihinsel olarak yeniden üretilerek yansıtılmasına; beynin bu özelliğine, işlevine verilen addır.
Konuyu şu üç soruyla açmaya çalışalım.
Bir, nesnel dünyayı yansıtma özelliği, işlevi sadece insana mı aittir.
İki, zihinsel faaliyet sadece insana mı aittir.
Üç, bilinç neden sadece insana aittir.
Nesnel dünyayı yansıtma özelliği, sadece insan beynine ait değildir. Tüm maddeler, etkileşim içinde bulundukları nesneleri yansıtırlar. Lakin, tüm maddelerin yansıtma biçimi, sahip oldukları özelliklere, özgüllüklere göre farklıdır. Aynı zamanda evrim geçiren maddeler yani organik maddeler, evrimle birlikte farklılaştıkça yansıtma biçimleri de farklılaşır, zenginleşir. Yani madde ile birlikte yansıtma biçimi de evrimleşir.
Cansız maddelerin (inorganik maddeler) nesnel dünyayı tek ve en basit biçimiyle yansıttığı görülür. Cansız maddeler, yansıtma işlevini etkileşime girdiklerin nesnelerin üzerlerinde bıraktıkları izlerle yerine getirirler.
Örneğin, iz sürücüler olarak adlandırabileceğimiz avcılar, dedektifler avın, katilin, nesnelerle girdiği etkileşim sonucu nesnelerde bıraktığı izi arar. Başka bir ifade ile, iz sürücü, nesnelerin ava-katile kaydettikleri ve kendilerine özgü biçimde yansıttıkları izi arar. Çamurda bırakılmış ayak izi, araba lastiğinin yolda bıraktığı iz, katilin oda da bıraktığı koku vs. ava-katile dair bir özelliği, bilgiyi yansıtan izlerdir.
Keza arkeologlar da bir tür iz sürücüdürler. Binlerce yıl öncesine ait buldukları ayak izlerinden, parçalanmış kemikten, bu ayak izini bırakan, kemiği parçalayan canlının boyutları, ağırlığı, vücut yapısı hakkında bilgi edinirler. Toprak, kemik kendisiyle etkileşime giren canlıyı, binlerce yıl sonra dahi yansıtmaya devam eder.
Maddenin bu özelliği, Einstein'ın, kuantum fiziği üzerinden geliştirmeye çalışılan “belirsizlik” anlayışına ölümcül darbeyi vurmasına da katkı sunmuştur. Günümüzde kuantum dolanıklığı olarak bilinen tespiti, iki genç fizikçiyle birlikte bir düşünce deneyi olarak ortaya koyar Einstein. Özetle, A ve B adlı iki parçacık varsayılır. Parçalar birbiriyle kısaca etkileşime sokulduktan sonra tam tersi yönde hareket eder. A parçası her türlü gözlem ve gözlemciden uzaktayken; yerel olmayan etkileşime göre B parçacığını ölçerek aslında A'yı da gözlemlemeden ölçmek mümkündür. Yani konumuzla ilgili kısmı, B etkileşime girdiği A'yı yansıtmaya devam eder.
Toparlayarak söylersek, yansıtma maddenin genel özelliğidir. Ve nesnelerin dünya çapında bağlamlı olmaları ve etkileşimlerinin sonucu gerçekleşir. Her maddenin yapısı (örgütleniş biçimi) farklı olduğu için; aralarındaki etkileşim ve yansıtmada farklı olmaktadır. Burada durup bir parantez açmakta fayda var.
Tüm maddelerin nesnel dünyayı bir şekilde yansıtıyor olmasından hareketle (iz, uyarılabilirlik, duyarlılık, zihinsel faaliyet sonucu vs); tüm maddeler aynılaştırılamaz. Yansıtmanın tüm maddelerin ortak özelliği olması; canlıların, cansız doğanın bir ürünü olduğunu doğrular sadece.
Doğanın diyalektiğini bilen herkes bilir ki, canlıların, cansız doğadan ortaya çıkışı niteliksel bir sıçramadır. Niteliksel sıçrama demek, bir şeyin bütün yapısıyla, kendisini oluşturan öğelerin ve özelliklerin bütünüyle birlikte yok oluşu ve yeninin ortaya çıkmasıdır.
Canlılık-yaşam, cansız maddeden niteliksel sıçramayı ifade eder. Canlı madde en kaba, en basit tarifle, uyarılabilirlik, gelişme ve üreme özelliklerine sahip olmasıyla, cansız maddeden niteliksel olarak ayrılmıştır.
Dolayısıyla hilozoizm, onimizm gibi, doğanın oluşum bilgisinden ve/veya diyalektik düşünmeden yoksun kimi akımların, tüm maddelerin nesnelerin canlı-bilinç sahibi olduğunu iddia etmeleri tam anlamıyla safsatadır.
Artık ikinci sorumuzu cevaplayabiliriz.
Maddenin örgütleniş biçimi açısından cansız maddelerden niteliksel farklılık taşıyan canlı maddelerin yansıtma özellikleri de farklılık gösterir. Şüphesiz, iz biçimiyle yansıtma özelliğine de sahiptirler ama bunun yanında kendi maddi özgüllüklerine uygun yeni yansıtma biçimleri de görürüz.
Tüm canlı maddelerin kendilerine özgü nesneleri yansıtma biçiminin ilk, ilkel ve ortak biçimi uyarılabilirliktir. Işık, ısı değişimi gibi dış etkilere karşı verdikleri tepkidir. Örneğin, bazı biyolojik moleküllerde gördüğümüz piezoelektrik olayıdır. Bu moleküller basınca tabi tutulduklarında elektrik üretiminde bulunurlar. Maruz kaldıkları uyarılmayı bu biçimde yansıtmış olurlar.
Canlı organizmalar geliştikçe, yansıtma biçimleri de çeşitlenmeye, daha yetkin yansıtma özellikleri sergilemeye başlar. Uyarılabilirlik, duyarlılık haline dönüşür. Yani, etkileşimde bulunduğu nesnelerin özelliklerini tek tek duyumlar biçiminde yansıtma özelliğini görürüz.
Evrim süreci ile birlikte sinir sistemine sahip omurgalı canlılar ortaya çıkar. Bu maddenin yeni bir örgütleniş biçimidir. Sinir sistemi, omurgalı canlılara, etkileşimde bulundukları nesnelerin özelliklerini tek tek yansıtmayı aşma imkanı verir. Omurgalılar, üzerlerine aynı anda etki yapan uyarı karmaşasını ayırt ederek bütünsel biçimde yansıtırlar. Ki biz bunu zihinsel faaliyet olarak tanımlar ve bu zihinsel faaliyetin düzeyini belirtmek için de “ilk-ilkel zeka” deriz. Örneğin tehlikeden korunmak isteyen canlının içinde bulunduğu ortamın rengine, biçimine bürünmesi gibi.
Şüphesiz sinir sistemi tüm omurgalılarda aynı gelişmişlikte değildir. Evrimleşmenin sonucu olarak sinir sistemi gelişip, yetkinleştikçe, canlının yansıtma yeteneğinde yetkinleştiğini dolayısıyla daha karmaşık davranışlar sergilediğini görürüz. Örneğin şempanzeler, nesneleri araç olarak kullanabilme, hedefe varmanın dolaylı yollarını bulma ya da yemek yediğini gördüğü bir şempanze ile yemeğini paylaşmayıp yemeyenle paylaşmayı tercih edebilme gibi zihinsel faaliyetler gösterebilirler.
Zihinsel faaliyet sadece insan beynine ait bir işlev midir sorumuzu da artık yanıtlayabiliriz. Hayır, sinir sistemi bulunan canlılarda görülen evrimle sinir sistemi yetkinleştikçe daha yetkin bir şekilde karşımıza çıkan ve doğanın en yetkin sinir sistemine sahip olan insanda en yetkin halini alan bir özellik, işlevdir. Burada bir parantez daha açmakta fayda var.
Görece gelişkin sinir sistemine sahip olan şempanzeler gibi canlıların görece gelişkin zihinsel faaliyetlerinden hareketle; bilincin canlıların ortak özelliği olduğunu iddia edenlerde olmuştur.
Zihinsel faaliyetle bilinç aynı şeyler değildir. Zihin kavramı bilinç kavramından çok daha geniş kapsamlıdır. Yukarıda anlattığımız gibi, zihinsel faaliyet, sinir sisteminin ortaya çıkmasıyla başlar. Uyarılma, duyarlılık, duyumsama ve dar anlamıyla algılama zihinsel faaliyetin geri biçimlerinde görülür. Zihinsel faaliyet en yetkin haline, yani nesnel dünyayı tasarımlar, kavramlar biçimde de yansıtma haline, sinir sisteminin en yetkin haline geldiği insanda ulaşır. Sinir sistemine sahip tüm canlıların, basitten karmaşığa zihinsel faaliyetinin olması; ortak atadan evrimleştiklerinin kanıtıdır sadece.
Zihinsel faaliyetle bilincin aynı olmadığının en iyi örneği yine insandır. Örneğin bir bebeğin zihinsel faaliyeti doğar doğmaz başlar ama henüz bir bilinci yoktur. Veya bebeklikten ormanda kaybolmuş ve ormanda büyümüş insanlarda zihinsel faaliyet olduğu halde bir bilinçten söz edilemez. Ya da çoğumuz eve dönerken yolu otomatik olarak buluruz. Beynimiz günün muhasebesini yapmakla meşgul iken ayaklarımız bizi eve getirmiş olur. Ama aynı eve ilk gittiğimiz günlerde, evi bulmak için bilinçli bir çaba göstermek zorunda kalırız.
İ.Cevat Çetiner