Demokrat, devrimci bir çok kamu emekçisinin KHK'ler ile kapı önüne konulduğu, halen görevde olanların ise gelecek korkusu içinde yaşadığı bir zamanda;
İşçi sınıfının dokunulmasını savaş nedeni olarak ilan ettiği, kıdem tazminatına göz diktiği bir zamanda;
Kürt halkının kent savaşlarının yorgunluğunu üzerinden attığını Amed Newrozu'u ile ilan ettiği ve Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte ayağa kalkmaya hazırlandığı bir zamanda;
Halk oylamasında pervasızca hile yapıldığı ve bu sayede faşizmin sandıkta yok edilebileceğine dair o safça inancın çöktüğü bir zamanda;
Emekçi sınıfları oyalama misyonu olan CHP'nin halk oylamasından sonra çatırdadığı, demokrasi ve özgürlükten yana olan emekçi tabanının “Sokakları terk etmeyeceğiz” diyerek CHP'ye isyan bayrağını çektiği bir zamanda;
Ordunun sokaklara çıkarak halka karşı dizginsiz şiddete yönelmesinin olanaklarının (hem yaşadığı çözülme hem de 15 Temmuz'la birlikte gelişen “Ordu kışladan çıkmamalı, kanunsuz emri uygulamamalı” psikolojik-toplumsal baskısı ile) ortadan kalktığı bir zamanda;
Polis teşkilatının üç ayda bir sayıları binleri bulan tasfiyelerle moral olarak çöktüğü ve işleyemez hale gediği bir zamanda;
Kürt aşiret lideri ve Kürdistan Bölge Yönetimi başkanı olan Barzani dışında tüm uluslararası ittifaklarını kaybettiği, dünyada kara para aklamaktan, IŞİD destekçiliğine kadar pek çok suçla itham edildiği ve güvenilmez ülke ilan edildiği bir zamanda;
12 Eylül yasalarının dişlileri arasında devrimcilerin, demokratların kırımdan geçirildiği yetmezmiş gibi, bir de yasaların FETÖ'cü hakim ve savcılar eliyle uygulandığının deşifre olduğu ve bunun geniş bir kitlede öfke yarattığı, geniş bir kitlenin gündemini işgal ettiği bir zamanda;
Yani işin özü, her yerde Gezi havasının estiği bir beklentinin konuşulduğu, bu sefer nelerin yapılıp nelerin yapılmaması gerektiği üzerine sohbetlerin yapıldığı, insanların yüreklerinin heyecanla çarptığı, düzen savunucularının dizlerinin korkudan titrediği, fasulye sırığının bu korkuyla kendini yurt dışına attığı bir zamanda karşılıyoruz 1 Mayıs'ı.
İşte tam böyle bir zamanda yüreği devrim için, halkın demokratik iktidarını kurmak için atan birinden ne beklenir? “Taksim'e çıkmanın tam zamanı, mayalanan toplumsal ayaklanmayı tetiklemek için bundan daha uygun bir gün olamazdı” demesi.
İşte tam da bu zamanda DİSK, KESK, TMMOB, TTB, EMEP TKP, ÖDP, HDP; vs. vs. 1 Mayıs kararlarını açıkladılar: Taksim, devrimin kalbi, ruhu olan Taksim hariç her yer!
Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok. DİSK, KESK, TMMOB, TTB'nin ardına saklanmaya da gerek yok. Bunların içinde etkin olanlar kim? Kimilerinde en üst düzeyde, kimilerinde onlarca şubesinde söz sahibi olan kim? Sizsiniz. Özellikle HDP.
Şimdi bir sürü cicili bicili kelimelerle diyorsunuz ki; “Kitlesel güçlü bir 1 Mayıs için, Hayır'ımıza sahip çıkmak için Bakırköy’deyiz” Her şeyi açıkça konuşma zamanında böyle yan yollara sapmakla, en hafif deyimle ayıp ediyorsunuz!
DİSK'li bir sendikacının sözünü hatırlatırız size! Ne diyordu o sendikacı siz bunları söylediğinizde; “Bugüne kadarki en kitlesel 1 Mayıs'lar hep Taksim'de olmuştur”. Bunu bilmeyen mi var?
Öyleyse neden Taksim dışında her yer diyorsunuz?
Tüm yasalcı, reformist siyasetlerin endişesini anlıyoruz. Onlar devrim ve iktidar kelimelerini duymak istemiyorlar. Onlara parlamentarizm yetiyor da artıyor bile. Kendi inkarları anlamına gelecek, burjuvaziyle zar zor kurdukları güven ilişkisini zedeleyecek bir şey yapmamaya, hele de toplumsal başkaldırıya yol verecek bir şey yapmamaya yeminliler.
Peki ama neden HDP'nin ana gövdesini oluşturan UKH yüzünü Taksim'e, ayaklanmaya değil de, Bakırköy'de bir miting düzenlemeye çeviriyor? Bir mitingi bir ayaklanmadan daha önemli kılan nedir? Hele de ortada “şimdi devrim zamanı” belirlemesi dururken.
İ.Cevat Çetiner