Ağustos ayı sonunda Optimal Araştırma Merkezinin yaptığı güven anketinin sonuçları açıklandı. Sonuçlar yüzde olarak şöyle;
Cumhurbaşkanlığı 19,8 YÖK 0,4 Diyanet 0,8
Hükumet 4.0 İçişleri B 7,0 Medya 2,1
TBMM 1,1 T.S.K 9,5 Belediyeler 6,4
Sağlık B. 8,9 Yargı 0,8 Hepsine 6,9
M.E.B. 0,4 Anayasa Mah. 4,0 Hiçbirine 27,8
Veriler, kapitalist toplumsal düzenin kurumlarına güven kalmadığı yönündeki belirlemelerle uyum içinde. Ve rakamlar, yaşananın sadece bir güven sorunu olmanın ötesine geçtiğine işaret ediyor. TSK’ya güvenin %9,5, Diyanet’e güvenin %0,8, dönemsel olarak önem kazanmış olan C.başkanlığına güvenin %19,8 olması ve tüm bunlardan daha önemlisi, toplumdaki her 3 kişiden birinin hiçbir kuruma güveninin kalmamış olması, toplum nezdinde kurulu düzenin topyekun çöktüğünü gösteriyor.
Bu durumu yaratan temel neden, hiç kuşku yok ki, mevcut toplumsal düzenin, sömürülen ve ezilen kesimlerin maddi ve manevi gereksinmelerini karşılayamaması ve bu yönde toplumdan yükselen her talebi de kurumları aracılığıyla bastırmaya çalışmasıdır. Düzenin, topluma karşı savaş yürütmesidir.
Elbette, ne toplumsal düzene dair yaşanan güven yitimi, ne de bunun altında yatan neden, yeni ortaya çıkmadı. Geçmişi var. Gelinen noktanın bir sürecin sonucu olduğunu herkes kabul ediyor. Ama bu, doğru anlaşılmalıdır.
Bu süreç, bu geçmiş, burjuva muhalefetin göstermeye ve insanların bilincine işlemeye çalıştığı gibi, sadece son 20 yılla sınırlı değildir. Onlar, kapitalist düzeni kurtarmak için, çöküşün faturasını AKP’ye kesmeye çalışıyorlar. Toplumsal düzene dolayısıyla onun kurumlarına olan toplumsal öfkeyi ve karşı çıkışı, düzenin karanlık labirentlerinde boğma telaşındalar. Bu uğraşlarında en büyük yardımı ise, küçük hesapların ve başarıların kölesi olan küçük burjuva sol muhalefetten almayı umuyorlar. Bunlar ise, burjuva muhalefete eklemlenerek sermayenin stratejik planının parçası haline gelmeye dünden istekliler. Yeter ki, “işte büyük başarımız” diye sallayabilecekleri bir şey verilsin ellerine. Burjuvazi, stratejik kazanımlar için taktik kayıpların verilebileceğini iyi biliyor.
İşin doğrusu, kapitalist toplum düzeninin yaşadığı çöküşün 100 yıllık bir sürecin ürünü olduğudur. AKP dönemi, bu sürecin bir parçası sadece. Hatırlayalım, AKP’nin önü, toplumsal düzene dair güven yitiminin bugünkü noktaya, topyekun bir çöküş noktasına varmaması için sermaye ve düzenin yerleşik kurumlarının onayıyla açılmıştı. Vadedilen, toplumun talebiydi: değişim. Ama, toplumun gereksinmeleri ile kurulu düzen arasındaki çatışma o kadar ileri boyutta ki; yaraya merhem olması umulan AKP, emperyalist-kapitalist dünyanın tüm desteğine rağmen sürecin derinleşme hızını bile yavaşlatamadı. Öyle ki, sürecin hızlanmasının etkenlerinden biri haline geldi.
Kemalizmin ardından milliyetçilik ve nihayetinde İslamcılık da darmadağın oldu toplum nezdinde. Ve tabii bu ideolojik argümanların temsilcisi olan kurumlar da. Düzenden yana olan, onu korumaya çalışan, onunla ilişkili olan her şeyin çökmeye ve düzenin çöküşünün hızlandırıcısı olmaya mahkum olduğu bir kez daha görüldü. Düzenin en önemli koruyucusu olan zihinsel alışkanlıklar darmadağın oldu.
Yeni olan içinde bulunduğumuz toplumsal düzene dair gerçekliğin, nüfusun büyük bir çoğunluğu tarafından görünür hale gelmesi ve bu düzenle, onun kurumlarıyla olan manevi bağlarının kopmuş olmasıdır. Gezi’yi yaratan ve daha ilerisini gündeme getiren budur. Bir toplumsal devrim için gerekli olan nesnel koşulların yanı sıra devrimin öznel koşulu da oluşmuştur.
Bu somut gerçeklikleri bilmek ve unutmamak, içinde bulunduğumuz tarihsel koşulların bütünlüklü ve devrimci kavrayışı için, görevlerin doğru belirlenebilmesi ve bu görevlerin talep ettiği gerekli inisiyatif ve cüretin gösterilebilmesi için önemlidir.
Tarihin gösterdiği şey, ilerleyebilmek için, eskiyenin yerine yenisini koymak gerektiğidir. Mevcut toplumsal düzen ve onun kurumları çöktüğüne göre, sömürülenler ve ezilenler, yani halk, kendi arzuladıkları toplumsal düzeni sağlayacak kurumları oluşturmak zorundadır. İşçi sınıfının içinden doğan işçi temsilcileri konseyleri, işçi sınıfının bu ihtiyaca verdiği cevaptır. Bu cevabı ne kadar hızlı büyütürse, gelecekte o denli hızlı yakınlaşacaktır. İşçi sınıfının öncüsüne düşen, bu konuda işçi sınıfına yardımcı olmaktır.
İ.Cevat Çetiner