2003 yılında Saddam liderliğindeki Baas iktidarının yıkılması, Bağdat'ta iradesi zayıf bir merkezi hükümetin kurulmasıyla sonuçlandı. Bağdat'ın, yani Arap burjuva egemenliğinin iradesinin zayıflamasının sonucunda ise, Irak'ın kuzeyinde IKBY(Federal Kürdistan) ortaya çıktı.
2011 yılında Esad liderliğindeki Baas iktidarının yıkılması için başlatılan savaş ise, Baas'ın çeşitli uluslararası güçlerden aldığı destekle direnmesi sonucu amacına ulaşamadı. Baas, Suriye'de halen iktidarını koruyor. Fakat yaşanan iç savaş, Şam'ın ülke genelindeki iradesini zayıflattı. Şam'ın, yani Baas'ı destekleyen Arap burjuva egemenliğin zayıf düşmesinin yarattığı iktidar boşluğunda ise Kürtler önderliğinde Suriye Demokratik Federasyonu ortaya çıktı.
Ve böylece -Irak ve Suriye'deki gelişmelerin sonucu- Kürt ulusu tarihinde daha önce elde edemediği bir konum, güç, avantaj elde etmiş oldu. Bu, tartışmasız böyle. Türkiye'de, İran'da süren demokrasi ve devrim mücadelesinde Kürt halkının kapladığı önemli yeri de buna eklemek gerekir.
Burada unutulmaması ve altı çizilmesi gereken şey, Kürt ulusunun bu konumu Irak ve Suriye'de demokratik bir dönüşüm olmadan elde ettiğidir. Yani Bağdat ve Şam'da halen UKKTH'yi reddeden, anti-demokratik burjuva iktidarlar vardır.
Hiç şüphe yok ki, bu durum, hem Irak, hem de Suriye'deki Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin kazanımlarını tehdit ediyor. Statüsü resmileşmiş olmasına ve anayasal kazanımları olmasına rağmen Bağdat, UKKTH'yi gerekirse zorla engelleyeceğini açıkladı. Suriye'de Kürtler şimdilik UKKTH’yi gündeme almadığı halde, Suriye sınırları içinde bir çözüme razı olduğunu söylediği halde, Şam, özerk ya da federatif bir Suriye konusunda dahi net tavır açıklamıyor. Belli ki gelişmeleri takip etmeyi, önüne çıkacak fırsatları kullanarak Kürtleri ve demokrasi güçlerini en geri noktaya itmeyi planlıyor.
Tüm bunlara bakıldığında, Irak ve Suriye'deki demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının tarihi bir kavşağa geldiği görülüyor. Üç ana yola açılan bir kavşağa.
Birincisi Bağdat ile Şam'ın demokratikleştirilmesiyle ilgilenmeksizin Kürdistan'ın halk demokrasisi temelinde özgürleştirilmesi yoludur. Bu yürüyüşe sadece Bağdat ile Şam'ın itiraz etmeyeceği aşikardır. Tüm bölge gericiliği buna şiddetle karşı çıkacak, Bağdat ile Şam'ın ardında saf tutacaktır. Sadece bölge gericiliğinin değil emperyalist devletlerin de Bağdat ve Şam'ı destekleyeceğine kuşku yok.
Emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olarak kendi kaderini tayin hakkını kullanmak isteyen IKBY'nin aldığı tehditler ortadayken Kürt halkının emperyalist-kapitalist sistemden koparak kendi kaderini tayin hakkını kullanmak istemesi durumunda nasıl bir "tepki" olacağını siz düşünün.
Zaten büyük bir kriz ve çöküş içinde olan emperyalist-kapitalist dünyanın tam da bu dönemde isteyeceği en son şey, dünya halklarına demokrasi ve sömürüsüz bir yaşamın mümkün olduğunu gösteren bir örneğin ortaya çıkmasıdır. Tüm dünyada isyan halinde olan halkların bu örneği hızla takip edeceğini onlar da biliyor. Böyle bir örneğin olmaması için her türlü insanlık dışı yola başvuracaklarına ve iktidarları buna teşvik edeceklerine kuşku yok. Saddam'ın Halepçe'de, Türkiye'nin Cizre-Sur'da, bölge gericiliğinin IŞİD vb eliyle Suriye'de, Afganistan’da, Yemen'de vb yaptıkları unutulmamalıdır.
Bu tezi temel alarak yola çıkan Kuzey'in ulusal kurtuluş hareketinin, gelinen noktada "Ankara'ya demokrasi Kürdistan'a özgürlük" demesi de bu gerçekliğe dayanıyor. Tarih, işgalci güçleri atarak demokratik ve özgür Kürdistan kurulabileceği anlayışını çökertti. Artık halkların mücadele birliği, demokrasi ve devrim cephesi örülmeye çalışılıyor.
İkinci yol, yine işgalci ulusal inkarcı devlet güçlerini atarak Kürdistan'ın özgürleştirilmesi, ama yukarda belirttiğimiz handikapı aşmak için uluslararası güçlerin desteğini de sağlama yoludur. Peki ama hangi güçlerin desteğini?
Zamanında sosyalist blokun Çin'e, Cezayir'e, Angola'ya, yani ulusal demokratik kurtuluş mücadelesi yürüten ülkelere destek sunduğunu biliyoruz. Bu destek sayesinde emperyalist-kapitalist dünyanın ve işgalci devletlerin zorbalığı frenlendi, engellendi, etkisizleştirildi. Ama şimdi sosyalist blok olmadığı gibi böylesi desteği sunacak güçte sosyalist ülke de yok.
Dolayısıyla bu yolda yürüyebilmek için tek olasılık kalıyor. O da emperyalist-kapitalist sistemin çelişkilerinden yararlanmak.
Barzani bu politikayı izleyerek IKBY'nin oluşmasını, statü elde etmesini ve statüsünü kurmasını sağladı. Bu da elbette ki gözden kaçırılmaması gereken şey, Barzani'nin sadece emperyalist-kapitalist sistemin çelişkilerinden yararlanmadığı, ona eklemlendiğidir. ABD ve Türk burjuvazisinin himayesi altında olduğudur. Bunun, Barzani liderliğindeki KDP'nin burjuva hareket olması nedeniyle hem doğal hem de sorunsuz bir şekilde gerçekleştiğini unutmamak gerekir.
Lakin burjuva önderliğindeki IKBY, burjuva dünyaya bu kadar eklemlenmiş ve onun bölgedeki gücü haline gelmiş olmasına karşın, kendi kaderini tayin hakkını kullanmak istediğinde en yakın müttefikinden dahi sert tepkiler aldı. Bu tepkilere rağmen Barzani amacına ulaşabilir mi? Mümkün. Kürt ulusunun yakalamış olduğu güçlü konumdan yararlanarak, öncelikle emperyalist güçleri kendi yanında saf tutmaya zorluyor. Bunu başardığı ölçüde, onlardan aldığı destek ve bölge ülkeleriyle geliştirdiği çok yönlü ilişkileri kullanarak, bölge devletlerini durumu kabullenmeye mecbur bırakabilir.
Peki bu şekilde kurulacak Kürdistan'ın demokratik yapıya sahip olması mümkün müdür? Elbette değil. Burjuvazinin önderliğinde ve emperyalizmin himayesinde kurulan bir devletin, demokratik olamayacağı kesindir. Ulusal sorunu çözmüş olan böyle bir devlette, tutarlı demokrasi, sınıf mücadelesi için koşullar daha da uygun hale gelmiş olacaktır sadece.
Rojava'nın hikayesi ise daha farklıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin çelişkilerinden yararlanılmaya çalışıldığı aşikardır. Özellikle sosyalist blokun dağılmasıyla birlikte, küçük burjuva sosyalist hareketlerde görülen savrulmanın UKH'de de olduğu bilinmektedir. Ve bunun sonucunda, emperyalist-kapitalist sistemin çelişkilerinden yararlanma anlayışının emperyalist-kapitalist sistemle düşman olmayan ilişkiler geliştirmeye evrildiği de bilinmektedir. Ama tüm bunlara rağmen Kürdistan yoksullarına ve emekçilerine dayanması, Kürdistan topraklarında kök salmış sosyalist mücadele geleneğinin ve entelektüel birikiminin etkisi ve baskısının üzerinde olması ve sosyalizmi hedefleyen bir kökenden gelmesi ayırt edici nitelikleridir. Kapitalizmin çöküş içinde olmasının yarattığı nesnel durum ve bu niteliklerin etkisiyledir ki, Rojava'da komünler oluşturulmaya, kadınların özgürlüğünün geliştirilmesine vb. çalışılmaktadır.
Sözün özü, sosyalizmin etkilerini ve baskısını üzerinde taşıyan bir küçük burjuva hareketin tüm ikircikliğine sahiptir ve sergilemektedir. Bir yandan etkisi altında bulundurduğu topraklarda olumlu adımlar atarken, Şam'ın da demokratikleştirilmesi yönünde politikalar üretirken, diğer yandan ABD ile askeri işbirliğini sürdürmekte, emperyalist-kapitalist dünya ile ilişki geliştirmeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla, Rojava'daki UKH'nin emperyalist-kapitalist dünyanın çelişkilerinden yararlanma politikasının sonuçları, vardığı nokta üzerine kesin bir hüküm vermek için erkendir. Suriye'nin geleceğinde belirsizlikler halen çoktur.
Bu süreci dikkatlice izlemek, yapıcı ve dostça eleştirilerde bulunmak komünistlerin görevidir. Steril hiçbir devrim olmayacağı gerçekliğini, her devrimin kendine ait özgünlüklerinin olacağını bilerek, ama dünya proletaryasının ve halklarının yararına olacak bir gelişmeye de tavır almanın tarihsel sorumluluk olduğunu unutmadan hareket etmek, teorinin gri yaşamın ise yeşil olduğunu bilen komünistlerin temel yaklaşımıdır.
Üçüncü yol ise, Bağdat ve Şam'ı demokratikleştirme yoludur. Elde edilmiş statü ve fiili kazanımları, her yol ve yöntemle bu amaca kanalize etmektir. Irak ve Suriye demokratik devrimini geliştirip tamamlamaktır. Bunun için anti-emperyalist, anti-kapitalist, her türden gericiliğe karşı ve tüm işgalleri reddeden bir demokratik devrim programı açıklamaktır.
Kuşkusuz bu yol, bölge gericiliğini ve emperyalizmi karşısına alacaktır. Ama bunun karşısında, tüm demokrasi ve sosyalizm güçleri ile dünya halklarının desteğini de olacaktır. Mücadelenin, savaşın çok açık ve net şekilde, demokrasiden yana olan halk güçleri ile gericilikten yana olan burjuvazi arasında gerçekleştirilmesinin sağlanması ve Kürt halkının bu mücadelenin önemli bir parçası olduğunun görülmesi, Irak ve Suriye'nin demokratikleşmesinin, dolayısıyla da Kürt ulusunun özgürleşmesinin olanağını yaratacaktır. Kürt, Arap, Türk ve Pers halklarının demokrasi cephesinde bir araya gelip mücadele etmesi, dünya demokrasi ve sosyalizm güçlerinden güçlü destek alacaktır. Bugün dünyanın dört bir yanından gelip Rojava'da savaşanların ortak paydası, demokrasi ve sosyalizme olan inançlarıdır. Kapitalizme olan düşmanlıklarıdır. Dolayısıyla bu desteği büyütmek mümkündür.
Bu sayede emperyalist-kapitalist dünyanın milliyetçilik ve dinsel temelde savaşları körükleyerek, halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesini ezme politikasının da önüne geçilebilir. Tarihsel birikim ve yakalanan olanaklar bunun başarılabileceğini gösteriyor. Bu yolda ilerlendiği takdirde ne Şam'ı ne de Bağdat'ı elinde bulunduran burjuvazinin kazanma şansı vardır. Bu yoldan ilerlendiğinde bölge gericiliğini ayakta tutmaya çalışan başkentlerin ayakta kalma şansı da yoktur. Emperyalist-kapitalist dünyanın bu yürüyüşü engelleyebilecek gücü de yoktur. Şimdi her yerde devrim zamanı!
İ.Cevat Çetiner