İnsanlığın binlerce yıllık hayalidir sınıfsız-sömürüsüz toplum. Kölecilikle birlikte kaybettiği özgürlüğü arayışıdır. Hayalin gerçekleşmesi, arayışın son bulması için, gerekli maddi koşullar ise, son yüzeli yıl içinde ortaya çıktı. Bilimsel gelişmeler ve bu sayede ulaşılan teknolojik düzey; ve bunlardaki sıçramalı gelişim sayesinde maddi koşullar oluştu. Tüm dünya halkları, insanların yeteneğine göre çalışıp, bunun karşılığında tüm ihtiyaçlarını toplumdan alabilmesinin mümkün olduğunu gördü. Bunu gördüğü içindir ki, hayalini gerçekleştirmek amacıyla mücadeleye atıldı, özgürleşme yoluna girdi.
Dünya halklarının özgürleşme yoluna girdiği 1800’lerin ilk yarısından itibaren ise, şu sorular sorulur hale geldi: Peki ama nasıl?
Bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marx-Engels, bunu, bir toplumsal devrimle diye yanıtladılar. Ve özgürlük yürüyüşünün öncü gücü komünist partiyi de toplumsal devrim partisi olarak.
Peki toplumsal devrimden kastettikleri neydi? Buna verilecek en iyi cevabın, tüm yürekleri ile selamlayıp önünde saygı ile eğildikleri 1871 Paris Komünü olduğuna kuşku yok. Marx, Fransa’da İç Savaş adlı kitabında Paris Komünü üzerinden bu konuyu ele almıştır. Birkaç ana noktasını hatırlatacak olursak; Bir, iktidarın zor yoluyla ele alınması. İki, mevcut tüm burjuva devlet yapısının (başta sivil ve askerli bürokrasi olmak üzere) dağıtılması. Üç, halkın güvenliğinin bizzat halka devredilmesi. Dört, kapitalist özel mülkiyetin varlığına son verilmesi.
Kimileri ise, Marxve Engels’in aksini savunmuştur. Onlar, komünal topluma bir toplumsal devrimle değil; toplumsal reformlarla varılır demişlerdir. Kimdir bunlar?
Örneğin Ferdinand Lasalle. Alman sosyalist hareketi içindeki etkin liderlerdendir. Öyle etkiliydi ki, bizzat Marx-Engels’in yönlendirmesinde olan Babel ve Liebknecht’i bir süreliğine de olsa etkilemeyi başarmıştır. Toplumsal reformlar yoluyla sosyalizme varma düşüncesinde olan Lasallcılar, zamanla Alman burjuvazisiyle güçlü bir Almanya yaratma fikrinde buluşacaklardır. Engels, “nesnel olarak bu bir alçaklık ve işçi sınıfı hareketine ihanettir” diyecektir.
Örneğin Fransa’da önderliğini Buruss ve Molon’un yaptığı “olanakçılar”. 1900’lerin başında işçilerin Sosyal Demokrat Partisi’ni kuran bu toplumsal reformcular; mücadelenin, gerçekleştirilmesi olanaklı şeylerle sınırlandırılmasını öneriyorlardı.
Örneğin Fabiancılar, 1800’lerin sonunda ortaya çıkan bu hareket, adını, nihai savaşa girmekten sakındığı için oyalayıcı taktiklere başvuran Romalı bir askerden alır. Kapitalizmden sosyalizme geçişin küçük, sürekli reformlar yoluyla gerçekleşeceğini söylüyorlardı. Onlara göre burjuvazi ile kesin, nihai bir savaşa girmeye gerek yoktur.
Bu tartışmaların başladığı ilk günlerden bu güne 150 yıl geçtiğini dikkate alırsak, şu soruyu sormak hiç de yanlış olmaz: Yaşamın kendisi bu soruya ne cevap vermiştir?
Marx’ın, toplumsal devrim partisinin önderliğinde toplumsal devrim fikrini benimseyenler, dünyanın bütün kıtalarında başarılar elde etti. Bir çok devrime ve sosyalist toplum inşası deneyimine imza attılar. Bunlardan bazıları 70 gün, bazıları ise 70 yıl yaşasa da, onlarca örneğin yaratılmasını başararak umut oldular.
Toplumsal reformlarla sosyalist devrim inşa etmeyi, savunanların serüvenine ne oldu dersiniz? Kocaman bir hiç! Hiçbir yerde sosyalist toplum kurmayı başaramadılar. Ama bu onların tek günahı olsaydı keşke! Almanya’da sosyal-demokrat parti, İngiltere’de işçi partisi, Fransa’da sosyalist parti adı altında hükümet olup, emperyalist politikaların uygulayıcısı oldular.
1930’lu yıllarda izledikleri politikalarla faşizmin önünü açarak milyonlarca insanın katledilmesinde pay sahibi oldular. 1.Dünya Savaşında kendi hükümetlerini destekleyerek, başka ülkeleri yağmalama siyasetine onay verdiler, ortak oldular. Bu siyasal akımın temsilcilerinin toplandığı sosyalist enternasyonale CHP’nin üye olmakta sakınca görmemesi durumu daha da açıklayıcıdır. HDP’nin de bir ara üye olmak için çabalaması manidardır diyelim yeri gelmişken.
Sosyal reformculuğun kaçınılmaz sonu bu mudur, bir istisnası olamaz mı diyorsanız; diyeceğimiz, “hayatın kendisinin defalarca verdiği yanıt yeterli değil midir?” sorusu olacaktır.
Ve neden bu kaçınılmaz sona mahkum olduklarını Lenin’in ağzından aktaralım. “Gerçekten sosyalizme reformlarla varılacaksa” der Lenin, “Gerçekten de, eğer sosyal-demokrasi, özünde salt bir reform partisi ise ve bunu apaçık kabul etmek yürekliliğini göstermek zorunda ise, o zaman, bir sosyalist, yalnızca burjuva hükümetine katılma hakkına sahip olmaz, bu yolda yer zaman çaba göstermek zorundadır da. Eğer demokrasi, özünde, sınıf egemenliğinin ortadan kaldırılması anlamına geliyorsa, öyleyse niçin bir sosyalist bakan, tüm burjuva dünyasını sınıf işbirliği üzerine söylevlerle büyülemesin?.. Ve bütün dünyanın gözleri önünde sosyalizmin böylesine aşağılanması ve kendi kendini alçaltmasının karşılığındaki ödül, çalışan yığınların -zaferimizi güvenceye alabilecek bu biricik temelin-sosyalist bilincinin çürümesi karşılığındaki ödül, bütün bunların ödülü, zavallı reformlar, aslında burjuva hükümetlerden daha da fazlası elde edilmiş bulunan bu zavallı reformlar için şatafatlı projelerdir!”
Şimdi bu kadar lafı niye ettik? 16 Nisan ve 1 Mayıs’ta yaşananın anlaşılması için. 16 Nisan akşamı bir ayaklanma çağrısı bekleyenlerin, neden “ey halkımız, ilk hedefimiz 2019” mırıltısıyla karşılaştıklarının anlaşılması için… Bir umutla gözünü 1 Mayıs’a dikenlerin bir ayaklanma yerine, Bakırköy’de neden halaya çağrıldıklarının anlaşılması için. “Bir devrim ve demokrasi cephesi gerekir” diyenlere neden HDP ve onun üzerinden CHP’nin gösterildiğinin anlaşılması için. Gezi ayaklanmasında “bilinci bulanıp” ayak sürçenlerin, söz konusu olan seçimler olduğunda sandığa gitme kararlılığının anlaşılması için.
Toplumsal reformlarla insanlığın özgürleşeceğini savunan zihniyet, devrimin önündeki en önemli engeldir demiştik 1990’da. Ve o günden bugüne yaşanan her önemli gelişmede, bu, kendini ortaya koydu. Bu yüzden bir kere daha tekrarlıyoruz: Özgürleşmek isteyen bir halk, bu engeli yıkmalıdır. Devrime öncülük etmek isteyen bir parti, reformizmin teşhir ve tecridinde başarıya ulaşmalıdır. Toplumsal ayaklanma halinin ürünü olarak ortaya çıkan forumlar, meclisler bunun için büyük olanaklardır. Bu olanaklardan en iyi sonucu almak için, buralarda devrimi savunan konuşmacıların ciddi hazırlıklarla (en vurucu örnekler, en vurucu cümlelerle kafa yormuş bir halde) bu toplantılara katılmaları şarttır.
İ.Cevat Çetiner