Bilinç insana özgüdür. İnsan beyni bu işlev için özelleşmiş, yetkinleşmiş bir organdır. Fakat bilincin insanın bütünsel varlığından ayrı ele alınması da mümkün değildir. Bilinç, insan beyninde oluşan fizyolojiye indirgenemez yani. İnsanın biyolojik ve toplumsal varlığı ile bağlantılıdır. Bunun binlerce yıllık tarihsel sürecinin kısa bir özetini aktarmıştık. "Yapay Zeka" çalışmasını yürütenlerin hem pratik hem de teorik olarak gelip tıkandıkları nokta da burasıdır.
Bilim insanları ilk önceleri insan zihninin ürünlerini taklit etmeye çalıştılar. Kuşların uçma yeteneğini taklit ederek uçak yapma gibi. Ve insan zihninin kimi özelliklerini taklit etmeyi de başardılar. Daha 1950'li yıllarda hesap yapma becerisi insanlardan daha iyi programlar üretilmiştir.
Bu ise yeni bir soruyu gündeme getirdi. İnsan zihninin işleyişini taklit edebilir misiniz? Bu doğrultuda çalışmalar başarısızlıkla sonuçlandı. Örneğin çeviri programları. Bu programlar bir türlü insan zihninin kelime ve cümlelerin anlamlarını belirleme yetisine erişemiyordu. Bu durum yapay zeka çalışmalarının bir dönem yavaşlamasına neden oldu.
1990'larla birlikte bilgisayar donanımında (bellek büyüklüğünde ve bilgi işleme hızında) sağlanan gelişmeler, insana özgü formel mantığa uygun düşünme yeteneğinin büyük bir başarıyla modelleştirilmesinin yolunu açtı. Bilgisayarların cebirsel, formel mantığa dayalı problemleri çözme yetilerinde büyük başarılar elde edildi.
Neden formel mantık? Çünkü bu mantığın temel yasaları, özdeşlik, üçüncünün olanaksızlığı, yeterli neden ve çelişmesizlik yani mantıksal tutarlılıktır. Bu yapısı nedeniyle formel mantık, özellikle matematikte kanıtlama amacıyla kullanılmaya başlanmasıyla daha da yetkinleşmiştir. Ve formel mantığın semboller mantığı ya da matematiksel mantık denilen çeşidi doğmuştur. Böylece bilgiyi yapay, biçimsel dillere dayanarak analiz etme yöntemi sayesinde insan düşüncesinin belirli işlevleri makinelere devredilebilir hale geldi.
Fakat yaratıcı bir işe imza atma noktasına gelince tıkanıp kalındı. Çünkü bir işin yaratıcı olabilmesi için, girdiden yani yüklenen veri-bilgiden farklı yeni ve yararlı sonuçlar elde edilmesi gerekir. İnsan bilincinin işlem yaptığı imgeler, daha önce algılanmış olanı yeniden üretmekle kalmaz. İnsan yaratıcı bir şekilde imgeleri bir araya getirip bilincinde nispeten özgür şekilde yeni imgeler yaratarak tasarımlamanın en yüksek üretici, yaratıcı biçimini geçerlileştirmiş olur. Oysa ki bilgisayar programları formel mantığa dayanarak, genellikle "eğer öyleyse" tabanlı kodlarla sınırlanmıştır.
Basit bir örnek. Yolda giden bir arabanın önüne bir cisim fırladığında şoför sadece cismin ne olduğunu değil, cisimle bağlantılı olabilecek bir çok seçeneği de göz önüne alarak karar verir. Yapılan tüm deneyler göstermiştir ki, yola bebek arabası fırladığında tüm sürücüler fren pedalına basıyor. İçinin dolu olup olmadığına bakmaksızın. Bu formel mantıkla, "eğer öyleyse" kodlarıyla bir "yapay zekaya" uygulatılabilir kuşkusuz. Peki ama yola bir top, bir balon vs. vs. veya o güne kadar hiç tanımlanmamış ama bir insan baktığında "Bu bir çocuğun oyuncağıdır" diyebileceği bir cisim fırladığında ne olacak?
İnsan yaratıcı düşünme yeteneği sayesinde yola fırlayan nesneyi algılar, anlamlandırır ve nesnenin gelme nedeni ile arasında bir bağ kurup karar verir. Topla çocuk arasında ilişki kurar ve çocuğu görmediği halde ayağını frene götürür. İşte "yapay zeka" bunu çözümleyemiyor.
Bu sorun büyük bellek ve işlem hızıyla da aşılamıyor. Çünkü insan beyni tüm bilgileri tek tek taramadan, gereksinim duyduğu bilgiyi seçmesini sağlayan kavramsal başvuru sistemi temelinde organlaşmıştır. İnsan belleğine ihtiyaç duyduğu bilgiyi hızla sağlayan beynindeki fizyolojik süreçlerin hızı değil, kaydedilmiş bilgilerin kavramsal örgütlülüğüdür. İnsanın bilgisi depolama işlemi, mekanik değil, kavramaya dayalı amaca dayalı bir süreçtir. Bundan dolayıdır ki, ezbere dayalı eğitim öğrenme sistemlerinden daha çok kavramaya dayalı sistemler başarılı olmaktadır.
İnsan bilincinin modellenmesi için çaba harcayan kimi bilim insanları ise bugüne kadarki başarısızlıklarını sadece insan beyninin müthiş yapısına bağlamaktadırlar. Şöyle diyorlar: "İnsan beyninin yapısıyla bire bir aynı organik/inorganik bir yapı üretilebilirse aynı şey yapılabilir." Buradan hareketle yapay bir sinir modelleri yapmaya çalışıyorlar. İnsan beyninin milyarlarca sinir hücresinin oluşturduğu sinir ağından meydana geldiği biliniyor. Buna karşın yapılan yapay sinir ağları bir sinir hücresini seçebilmiş değil. Yani çabanın imkansıza yakın oluşunu bir kenara koyarsak, şunu söylemek gerekiyor. Beynin yapısının yeniden üretilmesi de yetmez.
Bu modeli gerçekleştirebilmek için insanlığın düşünce tarihinin tümünün mantığını üretmemiz, sonuç olarak da politik, ahlaksal ve estetik gereksinimler de dahil olmak üzere tüm gereksinimlerle birlikte insanın binlerce yıllık gelişim yolunun yinelenmesi gerekir.
Tüm hayatımız deneyimler zincirinden oluşur. Sürekli yaşama dair yeni şeyler öğreniriz. Fakat bildiğimiz sadece kişisel deneyimlerimizle sınırlı değildir. İnsanlığın binlerce yıllık deneyimlerinin üzerine eklenir kişisel bilgilenmemiz. Böylece insan bilinçli düşüncede farkına varamadığı genel geçer varsayımlara sahip olur. Örneğin bir babayı oğluyla el ele gördüğümüzde, oğlun babadan daha genç olduğunu ve her zaman öyle kalacağını biliriz. Başka bir örnek, bir yoldan geçecek olan yaya, hiçbir bilgiye sahip olmaksızın, son sürat gelen arabanın yoldan geçene kadar kendisine çarpıp çarpmayacağını öngörüp harekete geçip geçmemeye karar verir.
"Yapay Zeka" ile uğraşanlar bu durumu, "bir anlamda içsel bellek" olarak tanımlıyorlar. Ve "yapay zekanın" böylesi bir öğrenme becerisinden yoksun olduğunu itiraf ediyorlar. İnsanın kararlarının içine sinen yaşamsal bilgi hazinesi!
Başa dönersek, tekrarlayalım öyleyse: "Yapay zeka" denilen bilgisayar programları belirlenmiş belli kurallara göre problemleri çözerken, özüne girmez. Sonuçlarla ilgilenmez. Formel mantığın sınırlarını aşamaz.
Oysa insan, eylemlerinin kararlarının gerek kendi, gerekse diğer insanlar açısından getireceği sonuçları hesaba katar. Problemlerin kavramların vs. özüne girer. Diyalektik mantığa baş vurarak, yeni bilgilere geçişin mantıksal ilkelerini açığa çıkarır, teorilerin oluşumunu ve gelişimini inceler, düşünce biçimlerini karşılıklı bağlantılarıyla hareket halinde ve gelişimleri içinde ele alır. Onu böyle davranmaya iten, toplumsal nitelikli dürtüleridir. İnsanın binlerce yıllık biyolojik ve toplumsal evrim sürecinin sonucunda elde ettiği dürtülerdir. İnsan sadece biyolojik bir varlık değil; aynı zamanda toplumsal varlıktır. Dolayısıyla bilinç, insanın biyolojik ve toplumsal varlığı ile bağlantılıdır.
İ.Cevat Çetiner