17 Eylül'de, Lübnan Hizbullah'ı mensuplarının kullandıkları, içine önceden patlayıcı yerleştirilmiş çağrı cihazlarının; bir gün sonra ise, yine Hizbullah mensuplarının kullandıkları telsiz cihazlarının siyonist İsrail devleti tarafından patlatılması; bu patlamalarda onlarca asker-sivil-çocuk insanın ölmesi Ortadoğu'da, ya da daha güzel ve daha doğru bir ifadeyle Batı Asya'da süren savaşı yeni bir aşamaya getirdi.
Şöyle demek daha doğru olur: Savaşı yeni bir aşamaya taşımak isteyen siyonist İsrail, bu amacını gerçekleştirmek için asker-sivil herkesin kullandığı çağrı cihazlarını ve telsizleri patlattı. Bunun, korku salmak amaçlı bir terör eylemi olduğundan kuşku yok.
Çağrı cihazları ve telsizlerin nasıl patlatıldığı, kim tarafından tuzaklandığı, içlerine nasıl ve hangi aşamada patlayıcı yerleştirildiği gibi sorulara yanıt aramak işin teknik yanını oluşturuyor. İşin bu yanıyla ilgilenmek, politik yönden kimseyi bir adım ileri götürmez. Önemli olan nokta, siyonist İsrail'in savaşı yeni bir aşamaya taşıyarak neden daha geniş bir coğrafyaya taşımak istediği sorusuna yanıt aramak.
İki noktayı tespit ederek başlamak yerinde olacak. Birincisi, İsrail, tarihi olmayan, köksüz, tarihsel olarak varlık nedeni de olmayan, devlet biçiminde örgütlenmiş bir yapıdır. Amerikalı yazar James Baldwin 1979'da yazdığı düşünülen bir makalede şunu yazıyor:
“İsrail devleti Yahudilerin kurtuluşu için kurulmadı; Batının (yani emperyalist-kapitalist devletlerin) çıkarlarının kurtuluşu için kuruldu”
Bu tespitin doğruluğundan şüphe etmek için en ufak bir neden yok. İsrail denen terör devleti Yahudi halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi bir mücadeleden doğmadı. Bir ulusun kendi egemen devletini kurmak gibi bir amaçtan da doğmadı. Bu terör devletinin kuruluşunda ne bir halkın ne de bir ulusun mücadelesi vardı.
Siyonist devletin kuruluşunun arkasında Yahudi halkı yoktu ama İngiliz emperyalizmi vardı. Şimdiki terör devletinin kuruluşuna doğru ilk adım, İngilizlerin Balfour Deklerasyonu oldu. Bu tarihsel gerçek, Amerikalı yazar James Baldwin'in ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
İkinci tespit, birincisiyle doğrudan bağlantılı olan İsrail'in nüfus yapısı sorunudur. İsrail, bir halkın ya da ulusun kendi kaderini tayin için ayaklanması, mücadelesi vb sonucu kurulmadığı için, kuruluşunun başlangıcında kendi nüfusuna da sahip değildi. İsrail'in nüfusunun tamamına yakını dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde siyonistlerin “aliyah” dedikleri taşıma hareketiyle oluşmuştur. 1948'de İsrail devleti ilan edildiği zaman nüfusu sekiz yüz bin kadardı. Yaklaşık yetmiş yıl içinde siyonist İsrail'in nüfusu on kat artarak 8.6 milyona ulaşmıştır. Bu artış, esas olarak doğurganlık sonucu değil, dünya burjuvazinin de teşvik ve desteği ile işgal edilmiş Filistin topraklarına yönelik göç sonucu olmuştur.
Buradan şu önemli sonuca varıyoruz: Nüfusun sürekli artışı, siyonist İsrail devleti için bir yaşam koşuludur; bir varlık-yokluk meselesidir. Bunun kanıtını ve ispatını “Aksa Tufanı” savaşıyla birlikte Lübnan'a sınır, İsrail'in kuzeyinden “yerleşimci” denen işgalcilerin savaş korkusundan yerlerini terk edip kaçmalarının siyonistlerde yol açtığı panikvermektedir. Değerlendirmelerde üzerinde pek durulmayan bu nokta, siyonist İsrail'in bam telidir; Aşil topuğudur.
Siyonist devlet ve hükümet yöneticileri, bu zayıf noktanın derinleşmesini önlemek için ne yapıp edip kuzeydeki “yerleşimci”leri geri getirme arayışı içindeler. “Yerleşimci” denen işgalci, çoğu da faşist nüfusu yerlerine döndürmek için Lübnan'ın güneyinde yerleşmiş olan Hizbullah'ı oradan gerilere sürmek, “yerleşimci” denen işgalci nüfusun kendilerini güvende hissedebilecekleri “güvenli bölge”yi inşa etmek istiyorlar. Bu nedenle, siyonist hükümet için Hizbullah ve Lübnan devrimci güçlerine karşı savaş bir tercih meselesi değil, bir zorunluluk halini almış durumda.
Bu ise, siyonist İsrail'in en büyük çıkmazıdır. Onu yıkıma götürecek çelişki budur. Çünkü, savaş, nüfusun göçüne yol açıyor ama, göçen, kaçan nüfusu geri getirmek için savaştan başka bir yolu yok. Son savaşla birlikte siyonist İsrail'den göç eden nüfus, kuzeydeki “yerleşimci” işgalcilerden ibaret değil. Savaşla birlikte, başta Tel-Aviv olmak üzere, siyonist İsrail'in her tarafından, altı yüz bin kişinin kaçtığı/göçtüğü açıklandı. Gerçek rakamın bunun çok daha üstünde olduğunu düşünmek için çok neden var.
Nüfus, siyonistler için yaşamsal bir mesele olduğu için 70'li yıllar boyunca Etiyopya'da yaşayan ve “Beyt-i İsrail” adı verilen; çoğu kez de aşağılamak için “falaşa” denilen Yahudi nüfus gizlice işgal topraklarına kaçırıldı. Ancak bu da çözüm olmadı. Beyt-i İsrail'liler belli bir sayıya ulaşınca bu sefer siyonist İsrail içinde Aşkenaz Yahudileri-Sefara Yahudileri ve Beyt-i İsrail Yahudileri arasında etnik çatışmalar başladı.
Siyonistler, yetmiş yılda on kat artan nüfuslarını yerleştirecek toprak bulmak için savaşlarla topraklarını genişletmeye çalışıyorlar. Filistin Arap halkına karşı soykırım uygulayarak bu halkı göç ettirmeye çalışmalarının başlıca nedeni budur. Sorunu Netenyahu ya da bir başka siyonistin hükümette kalıp kalmaması vb. nedenlere bağlamak son derece sığ bir yaklaşımdır. Siyonist İsrail'in ayakta ve hayatta kalması için savaşmaktan ve yeni yeni topraklar elde etmekten başka yolu yok. Ama bu savaş, artırmaya çalıştığı nüfusunu azaltan en önemli etkene dönüşmüş durumda.
Nedeni çok açık. İsrail, son savaşla birlikte, artık her taraftan ateş altında olan, emperyalist devletlerin koruyuculuğunun da çok fazla işe yaramadığı bir noktaya gelmiştir. Geçtiğimiz yılın 7 Ekim'inde başlayan savaş, İsrail tarihinin yaşadığı en uzun savaş oldu. 1948 savaşı dışında, siyonist İsrail'in girdiği tüm savaşlar günler, haftalar bilemediniz bir kaç ay içinde bitmişti. Oysa şimdiki savaş birinci yılını doldururken ne zaman biteceği de kestirilemiyor.
Siyonist İsrail, çağrı cihazlarını, telsizleri sözüm ona yüksek teknoloji ile patlatarak bir güç gösterisi yapmaya; bu gösteriyle caydırıcılığını tekrar inşa etmeye; yenilmez, dokunulmaz miti yaratmaya çalışıyor. Kendi halkına güven içinde oldukları duygusunu vermeye çalışıyor. Ama bütün bunlar boşuna. Artık hiçbir güç işgalci devletin kuzeyinden can korkusu nedeniyle kaçanları geri getiremez. Hiçbir güç, kaçan altı yüz bin kişiyi, kaçmaya devam edenleri geri gelmeye ikna edemez.
Düşünen, gören herkes şunu anlıyor: Siyonist İsrail'in caydırıcılığı, yenilmezlik miti yıkılmakla kalmadı, ama başta ABD ve İngiliz emperyalizmi olmak üzere, emperyalist devletlerin koruyucu şemsiyesi de işe yaramaz hale geldi. Yemen'in “terlikli” diye aşağılanan savaşçıları o şemsiyenin işe yaramazlığını tek başlarına kanıtladılar.
Emperyalist-kapitalist sistem çöküyor. Bu sistem çökerken küçük finoların ayakta kalması beklenemez. Onun için artık işgalci devletin yıkılacağı düşüncesi herkesin dilinde.
Siyonistlerin eski Savaş Bakanı Benny Gantz dahil!..