Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH), son dönemde G.Kürdistan KDP'sine ve G.Kürdistan Özerk Yönetimi'ne tüm eleştiri oklarını, oldukça sert bir üslupla yöneltmiş görünüyor.
Eleştirinin ana konusu, özel olarak Barzanilerin, genel olarak KDP ve Güney Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Türkiye ile işbirlikçi ilişkiler içinde, Türkiye'nin ilhak ve işgal politikalarını kolaylaştırdığı yönünde.
Eleştiri ve suçlamaların doğruluğundan ve haklılığından kuşkumuz yok. Güney Kürdistan'a egemen olan bu güçler, KÖH'e karşı Türkiye ile, Türk ordusu ve dinci faşist iktidarla işbirliği halinde. G.Kürdistan topraklarında, Türk ordusunun işgal alanlarını genişletmek, gerillaya karşı operasyonlar düzenlemesini kolaylaştırmak için kılavuzluk görevini yerine getiriyor. KÖH, bu iki güç arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlıyor:
“Çünkü söz konusu işgal ve ilhak adına her şey Barzanilerin izni, onayı, isteği, desteği ve ortaklığı temelinde yapılıyor. Bu nedenle, Barzanilerin tutumunu belirtmek aslında olayın püf noktasını ortaya koymayı ifade ediyor.”
Bununla birlikte, bu işbirliğinin yeni olmadığının altını çizmek durumundayız. 70'li yıllara kadar uzanan bir geçmişi var bu işbirliğinin. Bunu en iyi bilen yine KÖH'dir. KDP-Barzanigillerin işbirliğinin teşhir edilip eleştirildiği aynı makalede bu işbiliğinin tarihinin dökümü yapılıyor:
“1977 Haki Karer’in katledilmesinden itibaren KUK adıyla PKK kadro ve sempatizanlarına yönelik az saldırı düzenlemediler. 1985 yazından itibaren TC ordusuyla birleşerek Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı az saldırı yürütmediler! 1992, 1995 ve 1997 saldırıları ise genelde biliniyor. Ekim 1997 tarihinde Türk tanklarını Güney Kürdistan’ın her alanına soktuklarını herkes biliyor.”
Şüphesiz, bunlara eklenecek sayısız örnek olay var yakın geçmişte. Ancak bunları sayıp dökmenin ne yeridir ne de zamanı. İşaret etmek istediğimiz nokta, yakın zamana kadar “Ulusal Birlik” çalışmasının başlıca bileşeni kabul edilen KDP -Barzanilerin bu politikalarının bir rastlantı ya da geçici; farkına varılmamış bir hata sonucu olmadığıdır.
KDP-Barzaniler, burjuva sınıfa aitler; burjuvalar. Haliyle, politik güç olarak, G.Kürdistan burjuva sınıfının çıkarlarını temsil ederler. G.Kürdistan burjuvazisinin, dolayısıyla kendi sınıf çıkarlarını “ulusal” çıkarların önüne koymaları eşyanın doğası gereğidir. Bu noktada, yanılgı içinde olan, kendi kişisel ve sınıfsal çıkarlarını her şeyin önüne koyan KDP-Barzaniler değil; bu güçlerin kendi “ulusal” çıkarlarını sınıfsal ve kişisel çıkarlarının önüne koyabileceklerini düşünen ya da hayal edenlerdir.
G. Kürdistan başta olmak üzere, Kürdistan'ın tüm parçalarında egemen hale gelen kapitalist üretim ilişkileri, Kürt ulusunun “bütün” bir ulus olmaktan çıkarmış, uzlaşmaz çıkarlara sahip sınıflara ayrıştırmıştır. Onun için Leninistler, Kürdistan politik güçleri arasında “ulusal birlik” tartışma ve umutlarının deyim uygunsa zirve yaptığı noktada, böyle bir birliğin mümkün olamayacağına işaret etmişlerdi.
Kapitalist üretim ilişkilerinin ayrıştırdığı her ulus gibi, Kürt ulusu da bir yandan burjuva ulus, diğer yandan proleter ulus ve proleter ulus etrafında birleşen emekçiler olarak ayrışmıştır. Bu nokta, Kürt ulusunun tarihsel gelişmesinin bir sonucudur. Haliyle bu tarihsel gelişme noktasını gözardı eden hiçbir değerlendirme kişiyi doğru sonuca götürmez.
Kapitalist özel mülkiyet temelinde yükselen burjuva toplumda kişisel çıkar temel ilkedir. Bir burjuva olarak Barzaniler için de kişisel çıkar her şeyin üstündedir. Sırası gelmişken, Barzani ailesi içindeki çekişmenin bu “ilke”nin sonucu olduğunu vurgulayalım. Ulusal çıkarlara gelince, bu ancak kişisel ve sınıfsal çıkarlardan sonra kendine yer bulursa sözkonusu edilebilir.
Kürdistan işçi sınıfını, emekçilerini, yoksul kitlelerini bu bilinçle eğitmek, aydınlatmak lazım. Esasında Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerinde G.Kürdistan burjuvazisine karşı gerekli sınıf bilinci ve karşıtlığı uzun zamandır var. 2017 Aralık ayında ayaklanma noktasına kadar gelişen isyan bu sınıf bilincinin açık ifadesi ve kanıtı oldu. Bu ayaklanma, özü itibarıyla G.Kürdistan burjuvazisine karşı emekçi, yoksul kitlelerin ayaklanmasıydı.
Özel olarak G.Kürdistan burjuvazisi, genel olarak Kürdistan burjuvazisi, sermaye birikimi ve sınıf olarak gelişimini emperyalist burjuvazi ve bölge burjuvazisi ile işbirliği yapmakta görüyor. Türkiye'nin işgal ve ilhak politikasını bildiği halde faşist devletle işbirliği yapmaya devam etmesi ve onun askeri konumlanması, KÖH'e karşı askeri operasyonlarını kolaylaştırması ancak bu sınıf bakış açısıyla doğru biçimde değerlendirilebilir. Kürt ulusunun çıkarlarını Kürdistan burjuvazisini, onun sınıf çıkarlarını gözeten ve temsil eden KDP-Barzaniler değil, Kürdistan proletaryası ve onun etrafında birleşen Kürdistan emekçi sınıfları, ücretli çalışanları ve yoksul kitleleri temsil ediyor artık.
Bu anlamda, Kürt ulusunun özgürlük savaşı artık salt bir ulusal kurtuluş mücadelesi değil, ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi içeriğini kazanmıştır. Bu yeni bir durum değil elbette. Ancak KDP-Barzanilerin Türkiye ile işbirliği içinde KÖH'e karşı izlediği politika; Türkiye'nin işgal ve ilhak politikası, amacı ve arzusu bilindiği halde Türk ordusunun G.Kürdistan'a yerleşmesinde oynadığı kolaylaştırıcı rol bu meseleyi tekrar gündeme getirmiştir.
G.Kürdistan'da askeri faaliyetlerini yoğunlaştıran faşist devletin işgal bölgesini genişletmek peşinde olduğu herkesin malumu. Bununla birlikte, dinci faşist iktidarın başının “Pençe harekat bölgesinde çok yakında kilidi kapatıyoruz” biçimindeki açıklaması; Irak-Bağdat hükümetiyle birlikte KDP'nin giderek aktifleşen desteği sürecin yeni bir aşamaya doğru ilerlemekte olduğu izlenimi veriyor.
Türkiye'nin G.Kürdistan topraklarını, özellikle Musul ve Kerkük'ü işgal ve ilhak etmek yani kendi sınırlarına katmak istediği biliniyor. Bundan yedi yıl önce faşist Bahçeli, devletin bu plan ve niyetini şöyle açıklıyordu:
“Şartlar oluştuğunda, tarih coğrafyaya dar geldiğinde misak-ı milli uyanacak, 81 Düzce'den hemen sonra '82 Kerkük, 83 Musul' deme hakkının önünde hiçbir güç duramayacaktır”
Faşist Bahçeli, bu sözleri bundan yedi yıl önce, üstelik Barzanileri hedef alan bir konuşmada söylemişti. Bu “lokma”nın faşist Bahçeli'nin kursağına takılıp takılmayacağı ayrı bir konu, KDP-Barzaniler bu amaç, niyet ve arzuyu bilerek bugün Türkiye ve dinci faşist iktidarla işbirliğini derinleştirerek sürdürüyor.
Türkiye, ağzının suyu aktığı yerleri ilhak edebilir mi? Bu ayrı bir tartışma konusu. Ama askeri işgalin, Irak hükümeti ve KDP-Barzanilerin yardım, desteği ve yol göstericiliğinde gün be gün genişlediği, yayıldığı bir gerçektir.
Bütün bu işgal hareketlerinin ABD emperyalizminin bilgisi, onayı ve koordinasyonu dahilinde gerçekleştiği de bir o kadar gerçektir.