Daha bir dizi yerde oyların sayılması tamamlanmamışken farklı biçimlerde kayyum atama girişimlerinde bulunmuştu dinci faşist iktidar. Hiçbir gizlisi saklısı olmadan hem de.
Van örneği iyi bilinen örnek. Orada başaramadı. Ama başka yerlerde, “itirazların değerlendirilmesi süreci” üzerinden yaptı yapacağını. Kazanamadığı yerlerde seçimi yeniletme yolunu tuttu; bariz hilelerle elde ettiği yerlerde itirazları reddetme yoluyla “çöktü” belediyelere. Yetmedi. Bu defa da mazbata törenlerinde “yok Atatürk ve Erdoğan resimlerine hakaret, yok istiklal marşı, yok bayrak” diyerek kayyumların önünü açmaya koyuldu. İçişleri Bakanlığı jet hızıyla müfettiş görevlendirerek inceleme başlattı.
Dem Parti’den itirazlar yükseldi. Eşbaşkan Bakırhan, “Bu asılsız iddia ve provokasyonlar, değerler ve semboller üzerinden kurulmak istenen karanlık tezgaha asla prim vermeyeceğiz. Kumpas kuranları uyarıyoruz. 31 Mart’ta halk kararını vermiş, yerel hizmetlerin yapılmasında DEM Parti’yi iradesi olarak seçmiştir.” dedi.
İşin aslı, bu gerekçelerin uyduruk olduğunu, altının boş olduğunu devlet de, dinci faşist iktidar da gayet iyi biliyor. Mesele bu değil ki! Bu türden saçma sapan iddialarla, eğer devletin çizdiği sınırlar içinde hareket edilmeyecek olursa, derhal belediyelere el konacağını söylüyor. “Kayyum sopası” sürekli olarak belediyelerin başları üzerinde sallanmaya devam edecek, bunu göstermiş oluyor.
MGK toplantısından çıkan sonuçları ele alırken, “MGK bildirisi, kayyum politikasını Demokles’in kılıcı gibi, yurtsever-devrimci çizgide kalacak yerel yönetimlerin başı üzerinde sallıyor ve yeni kayyumları haber veriyor” sözleriyle bu duruma özellikle dikkat çekmiştik. O toplantı sonucunda yayımlanan bildiride, “Bölgemizin geleceğinde terör örgütlerine ve onların destekçilerine hiçbir surette yer verilmeyeceğinin altı çizilmiş; terör örgütlerini cesaretlendiren tüm aktörlerin aklıselimle hareket ederek terörle irtibatlarını kalıcı şekilde ve gecikmeksizin kesmesinin önemine işaret edilmiştir.” demişti MGK.
Tuhaf olan şu ki, bu apaçık olgu, gözlerini çıplak gerçeğe ısrarla kapatanlar dışında herkes için bilinen, görülen bir durumdu. Buna rağmen seçim sonuçlarından sahte umutlar devşirmeyi meslek edinenler, inatla “AKP kuruluş ayarlarına dönecek” diyerek (sanki “kuruluş ayarları” pek matah bir şeymiş gibi!), “yeni bir uzlaşı süreci başlayacak” diyerek, “toplumsal barış” diyerek... emekçilerde yanılsamalar yaratma çabalarına hız verdiler.
Devlet, MGK bildirisi eliyle tehdit ediyor, sopa sallıyor, “ayar vermeye” soyunuyor, bu kesimler hala sahte umut tacirliğine devam ediyor! “Seçim sonuçları bunu gerektiriyor”muş! Burjuva egemenlik sisteminde belediyelerin yerini ve rolünü hala anlayamamış, bir yere oturtamamış oldukları nasıl da belli!
Belediyeler üzerinden sahte umutlar yayanlar, Lenin’in sözleriyle ifade edersek, “tam da, sosyal barış, sınıflar arası uzlaşma düşü kurdukları ve kamouyunun dikkatini iktisat ve tüm devlet düzeninin temel sorunlarından, yerel özyönetimlerin küçük sorunlarına çekmeye çalıştıkları için ... dikkatler[i] yerel nitelikli küçük sorunlara -burjuvazinin sınıfı olarak egemenliği sorununa değil, bu egemenliğin temel araçları sorununa değil, bilakis burjuvazinin ‘halkın gereksinimleri için’ ayrılmasına izin verdiği üç-beş zavallı kırıntının harcanması sorununa çek[iyorlar] ...Burjuvazinin, sınıf olarak egemenliği sürdükçe, egemenliğinin gerçek temellerine sadece ‘beledi’ açıdan da olsa dokundurtmayacağı ve burjuvazi eğer ‘belediye sosyalizmi’ne izin veriyorsa, ona göz yumuyorsa, bunu tam da, o bu temellere dokunmadığı, zenginliğinin ciddi kaynaklarına saldırmadığı ve burjuvazinin kendi isteğiyle ‘halk’a bıraktığı sınırlı yerel harcamalarla yetindiği için yaptığı unutuluyor.” (abç)
RTE’nin, grup toplantısında sarfettiği “81 ilimizde tek bir iktidar vardır, o da 14-28 Mayıs seçimleriyle milletin ülkeyi yönetme vazifesi verdiği Cumhurbaşkanı ve kabinesidir” sözleri gerçek anlamını işte burada bulur. Belediyeler/yerel yönetimler üzerinden bir nevi “parça iktidar” düşü kuranlara verilmiş cevaptır.
Kaldı ki, faşist devlet ve dinci faşist iktidar, bu kadarına bile izin vermiyor. Böylesine sınırlı bir alan açmaya bile yanaşmıyor küçük burjuva uzlaşmacılara. Bu kadarcık bir “toplumsal rüşvet” bile vermek istemiyor. Sanılmasın ki iktidara çöreklenen suç şebekesinin açgözlülüğüdür bunun temel nedeni. Elbette dinci faşist güruhun tamahkarlığı dillere destan. Bu biliniyor. Sinekten yağ çıkarmakta pek mahirler. Debdebe ve şatafat için yapmayacakları şey yok. Her türden “mala çökme”, dünyanın uyuşturucu baronlarıyla kol kola hareket etme, rüşvet, yolsuzluk, devlet erkini kullanarak “komisyonculuk”... ne ararsanız var. Fakat, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın, küçük burjuva uzlaşmacılığına bu sınırlı alanı dahi bırakmamasının sebebi, bu açgözlülük değil, kesintisiz devam eden devrimci durum ve iç savaştır.
Birleşik devrimin baskısını kesintisiz bir şekilde ensesinde hisseden tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet, uzlaşmacı küçük burjuva harekete hayal ettiği o şansı bir türlü vermiyor, veremiyor.
Koşulların böylesine keskin olduğu bir ülkede yaşamak, küçük burjuva uzlaşmacılarımızın en büyük bahtsızlığı olsa gerek!