Her şey akış halindedir. Her şey hareket, değişim ve dönüşüm içindedir. Tarihin akışı edilgen değildir. Tarihin akışında insan etkili bir güçtür. Yaşamın akışından sözederken, tüm bu gerçekliği bilmeliyiz.

Moda haline gelen “yaşamın olağan akışı” lafı, somut koşullar, toplumsal gerçeklik gözönünde tutulmadığında bilinçsizce söylenmiş olur. Olağanüstü koşullarda yaşarken, yaşamın olağanlığından sözedilemez. Toplumsal yaşam sürekli değişim içindedir. Sürekli akış halindedir. Toplumsal yaşam karşıtların çatışmasına dayanıyor. Ya da yaşamın akışı, toplumsal sınıfların çatışması tarafından biçimleniyor. Tarihin akışı ya da tarihsel gelişme, çelişkili ve çatışmalı bir süreçtir. Süreç günümüzde çok daha şiddetli yaşanıyor. Eski dünya şiddetlenen, yoğunlaşan sınıf mücadelesi temelinde büyük bir altüst oluş içindedir.

Tepedekiler, her yerde alttakilerle savaş halinde. Çünkü yönetemiyorlar. Bu, emperyalist-kapitalist sistemde tipik bir durumdur. Bu, iki güç arasında, kapsamlı ve derinlikli bir savaştır. Süreklidir. Küresel düzeydedir. Bir anlık ve kısa süreli değildir. Kesinlikle, tarihsel süreci hızlandırıyor. Emekçi halk kitlelerinin, kadınların, gençliğin kır emekçilerinin başkaldırısı her yerde şiddetleniyor. Tepedekiler, her kez daha büyük bir güç kullanıyor. Fakat, sermaye dünyasının saldırıları yanıtsız kalmıyor. Gerici burjuva şiddetin artması kimseye geri adım attıramıyor. Burjuva düzen kaptanlarının yarattığı dehşet, istenilen sonucu vermiyor. Alttakilerin her yerde Gezi anlayışıyla mücadele etmeleri, burjuvazinin ve siyasi iktidarın tüm yöntemlerini etkisizleştiriyor.

Tekelci kapitalist düzen, anti-kapitalist ayaklanmayı bastırmak için ne kadar büyük baskı, güç kullansa da, bu durum kimsede yılgınlık yaratmıyor. Her ciddi ve önemli olayda daha büyük güç, egemen güce karşı mücadeleye katılıyor. Ama bu, gerçeğin tamamı değildir. Her eylemde emekçiler, kadınlar ve tüm başkaldıranlar daha da militanlaşıyor. Daha devrimci tarzda devrimci yollarla ve genel olarak daha militan devrimci çizgide mücadele yürütüyor. Yönetenler daha militan, daha devrimci biçimler alan başkaldırı karşısında çaresiz.

Sermaye sınıfı çare olarak gördüğü gerici şiddeti, en koyu biçimde uygulamaya sokuyor. Fakat unutmamak gerekir ki, karanlığın en koyu olduğu an, şafağın sökmeye en yakın olduğu andır. Elbette toplumsal olaylar doğa olaylarından farklıdır. Ancak şu bir gerçek, siyasi iktidarın baskıları en uç noktaya, en koyu biçimine dek götürülse de tam da burası, emekçi halkların başkaldırıyı uç noktasına götürmesiyle, yeni bir geleceğin şafağı insanların üstüne sökecektir.

Tarihin itici gücü soyut değil, somut bir güçtür: İşçi sınıfı hareketi, komünist hareket, kadın hareketi, ezilen ulusların özgürlük hareketi, yakın tarihte dünyanın birçok kentinde patlayan ayaklanmalar, Gezi’nin de aralarında olduğu milyonların bu büyük olayları, tarihin somut itici gücüdür.

Zamanımızın en büyük olayı, toplumu değiştirmek isteyen ve bu uğurda savaşan devrimci güçlerle, eski toplumu savunan tutucu (gerici) güçler arasındadır. Eski dünya güçlerinin, tüm burjuva partilerin, kendi aralarındaki çıkar çatışmasının derecesi ne olursa olsun; hepsi işçi sınıfının devrimci hareketi ve devrimci ayaklanması karşısında ortak anlayış ve düzen gücü olarak davranırlar. Burjuvazinin içeride izlediği bu politika, dış politikanın da içeriğini oluşturur.

Eski toplum öldürür. Bu toplum baskı toplumudur. Baskı, baskının her biçimini alabilir. Başkaldıran halka yönelik katliamlar, hiç eksik olmayan burjuva şiddet. Ağır ve uzun hapis cezaları. Sermaye büyürken bu büyüme, binlerce insanın yere serilmiş cesetleri üzerinde yükseldi. Emekçiler sadece siyasal yolla, devlet tarafından katledilmedi, ekonomik yolla da katledildi. Sermaye sadece sömürmüyor. Aynı zamanda öldürüyor, sakat bırakıyor, sağlığını yitiriyor. Burjuva toplum sömürü ve baskı toplumudur derken, bu tanım yukarıda anlatılanlarla daha iyi anlaşılıyor.

Türkiye ve Kürdistan’da, 12 Mart’ta olduğu gibi, 70’lerde de 12 Eylül’de olduğu gibi, 90’larda ve bugün de tekelci sermaye güçleri ve onların siyasi iktidarları, her zaman, halklara yönelik genel saldırıda okun sivri ucunu devrimci komünistlere yöneltmiştir. Bütün burjuva partiler, emekçi kitleler ve Kürt halkı üzerinde baskı uygulamak için iktidara geldiler. Hepsi teşhir oldu. İktidara gelen her burjuva güç, elindeki siyasal gücü yani devlet gücünü, tüm kötülük gücünü sonuna kadar kullanmasına rağmen, gerçek anlamda egemen olamıyorlar. Devrimci kitlelerin savaştığı, başkaldırdığı bir yerde burjuvazi gerçek anlamda egemen değildir.

Kapitalist dünyada ve bu topraklarda, etkisi dünya çapında olan zaferler gerçekleşiyor. Bunlar, emeğin kurtuluşu yolunda gerçekleşen zaferlerdir, ki son otuz yıldır, dünyanın birçok merkezinde, bunun birçok örneğine tanık olduk. Yani burjuvazinin yarattığı vahşet ve dehşet, kitlelere başeğdiremiyor. Başkaldırıyor, baş eğmek yok!

Çağımız devrimler ve toplumsal dönüşümler çağıdır. Dolayısıyla, emekçi kitlelerin eylemleri, çağla bağı içinde ele alınmalıdır. Yeni bir toplumsal devrimler çağıyla bağı içinde görülmeden, anti-kapitalist eylemler ve ayaklanmalar açıklanmış olmaz. Devrimci çağ her ülkedeki sınıf savaşını olumlu olarak etkiliyor ve ileri taşıyor.

Çağı anlamayanlar, günümüzün tarihin en zengin olaylarına sahne olduğunu anlayamazlar ve anlayamamışlardır. Çağın devrimci niteliğini basit olarak görenler, yeni ve daha üstün bir toplum yolunda gerçekleşen eylemleri de basite alırlar. Olaylara basit bakanlar, onlardaki kapsamı ve derinliği göremezler. Gerçek bir değerlendirme için, olaylara devrimci bir bakışla bakılmalıdır.

Olaylar devrimci açıdan değerlendirildiğinde, Gezi de içinde, yakın tarihte dünyanın birçok merkezinde patlak veren ve günlerce süren ayaklanmalar, birer Dünya zaferidir. Ayaklanan kitleler, kapitalist sistemin kendisiyle kapıştı. Ayaklanma birçok ülkenin başkentlerinde en büyük kentlerinde ve dünyanın sokaklarında, sermaye dünyasının tüm baskı ve saldırı gücüne rağmen ve ona karşı gerçekleşti. Bu, dünya zaferidir, gerçek bir zaferdir. Halk zaferidir.

Daha çok dünya zaferleri kazanılacaktır. Bu, kesindir. Asıl sorun, cesurca eylemlerle kazanılan zaferlerin, emekçi halkın toplumsal kurtuluş amacına bağlanmasıdır. Her yerde bunun önündeki engel, burjuvaziyle bağını koparmayanlardır. Bu topraklardaki toplumsal muhalefetçiler, bunu temel bir politika haline getirdiler. Toplumsal muhalefet politikası, burjuva muhalefeti iktidara taşımayı hedeflediğinden, sınıf işbirlikçisidir. Toplumsal muhalefet politikası, proletaryanın bağımsız devrimci politikasına karşıttır. Bu politika, zaferimize el koyması için burjuvaziye bunun olanaklarının sunulması demektir. Toplumsal muhalefet politikasının asıl amacı, kitleleri politik olarak sisteme bağlamaktır. Toplumsal muhalefet yanlılarının sistemden beslenen burjuvaziyle birlikte hareket eden, kapitalizme teslim olmuş unsurlar olduğuna dikkat edilmelidir.

Mücadelenin kendisi, mücadelenin amacından ayrılamaz. Sonuç, eylemle amacın birliğine bağlıdır. İşçi sınıfının kurtuluşu amacına bağlanmayan mücadele, karşıtına hizmet eder. Başka bir şey düşünüp, sonunda başka bir durumla karşılaşmak olur. ABD, George Floyd ayaklanması -ki Avrupa’yı da sarsan bir dünya zaferidir- kendi devrimci politik amacı olmadığından, Amerikan tekellerinin partisi olan Demokrat Partiye hizmet etti. Yunanistan’da günlerce süren kitle ayaklanması devrimci amaçlara yönelmediğinden, karşıtını (Syriza’yı) yarattı. Bu örnekler çoğaltılabilir. O halde, mücadelenin kendisi kadar mücadelenin sonuçlarının kesin, net olarak belirlenmesi, başarıya ulaşmak bakımından temel önemdedir.

Şu bir gerçektir: Devrimci çağ ve emekçi kitlelerin varlığı ve kesintisiz süren başkaldırısı nedeniyle, burjuva sınıf işbirlikçilerini aşan bir durum var. Devrim tüm engellere karşın yoluna devam ediyor. Bu, devrimin önündeki güçlerle mücadele etmemek anlamına gelmez.

Devrimin zaferini, iktidarla zirveye çıkardığımızda, emeğin iktidarına dayanarak, toplumun temelden dönüşümünü gerçekleştirebiliriz. Daha şimdiden yeni ve daha yüksek bir toplumun kurucu unsurları hazır. Burjuvazi rekabetin baskısıyla, üretici güçleri alabildiğine geliştirdi. Üretim ise, toplumsal olarak daha da boyutlandı. Üretimin toplumsallaşması, kapitalist biçiminden kurtarılması durumunda, sosyalizmin kurucu unsurudur. Burjuvazi, yalnızca sosyalizmin kurucu unsuru olan toplumsal üretimi derinleştirmekle kalmadı, eski toplumun mezar kazıcılarını da oluşturdu; eğitti ve yetkinleştirdi. Yani burjuvazi yeni toplumun temel iki kurucu unsurunu hazırladı. Başka bir deyimle, burjuvazi proletaryanın toplumsal devrimi için elinden geleni yaptı. Şimdi toplumsal devrimin diğer bir gücü olan işçi sınıfı da kendine düşeni yapmalıdır. Burjuvazi, karşıtına çalıştı. İşçi sınıfı halka ve devrime önderlik ederek, halk demokrasisi ve sosyalizmi gerçekleştirmelidir. Ücretli emekçiler, önderlik görevini pratikte yerine getirerek, verili ekonomik ve tarihsel koşullarda, temel devrimci hedefini daha çabuk başarabilir.

Yeni yarınlar, bugünkü toplum içinde mevcut. Gelecek, bugünkü toplumda var olmadan yani oluşmadan, dünyanın en iyi devrimcileri bir araya gelseler, yeni bir topluma geçişi gerçekleştiremezler. Bugünkü toplumda, yeni toplumu kuracak toplumsal, politik güçler de halihazırda hazır. Bu iki şey bir araya gelmeden gelecek üzerine söylenen her şey boş laftan öteye gitmez. Asıl sorun, işçi sınıfının güçlerini, devrimci bir strateji etrafında, sokakta birleştirmektir. Yeni bir gelecek, işçi sınıfının güçlerini birleşik bir güç halinde eyleme geçirmesine bağlıdır. Yeni bir geleceğin yolu, toplumun kapitalizmin zincirlerinden kurtarılmasına bağlıdır. İşçi sınıfı bu zincirleri kırabilir ve yeni bir geleceği başlatabilir.

Biz onu yıkmadığımız sürece, sermaye işleyişini sürdürebilir. Ama kitlesel işsizliği korkunç boyutlara çıkararak, doğayı büyük ölçüde mahvederek, toplumun tüm diri güçlerini çürütüp iyice bozarak, toplumun büyük bir bölümünü insanlıktan çıkartarak. Bu saptama neyi gösteriyor bize? Burjuvazinin sınıf iktidarını (sınıf egemenliğini) ve kapitalist sınıf düzenini yıkmanın, gelecek için yaşamsal bir görev olduğunu.

Burada söylenenler kesin olarak bir şeyi anlatıyor bize; kendi geleceğimizin şiirini, tarihin ve emekçilerin sınıf mücadelesine dayanarak yazabiliriz ve yazmak zorundayız. Geliştiren, haz veren, doyurucu, özgür bir yaşamı güvenceye alan yeni bir geleceği kurabiliriz.

Son söz yerine;

“’Dünyayı değiştirin’ dedi Marx; ‘yaşamı değiştirin’ dedi Rimbaud; ‘bizim için’ dedi Andre Breton, ‘bu iki proje aynıdır’. Mücadele sürüyor.” -David Harvey-

C.Dağlı