Şimdiye kadar görülmeyen bir olay oldu, en geniş kitleler sistemin karşısına geçti. Sistemden ve sistem partilerinden köklü bir kopuş içindeler. Şimdiye kadarki en derin ekonomik ve toplumsal yıkımı yaşayan halk kitleleri, zihinsel olarak da büyük bir çöküş içinde.
Bu koşullarda, yöneten sınıfın, toplum üstündeki eski ideolojik ve politik etkisinden söz edilemez. Ezilen ve sömürülenlerin sistemle çelişkisi ve çatışması çok yönlü ve çok şiddetli. Bunun anlamı, sistemin büyük bir ekonomik krizin yanında, çok derin bir politik kriz içinde olmasıdır.
Sistemin, sistemin egemenlerinin kitlelerin üzerindeki etkisinin en aza indiği, emekçilerin geniş kitleler halinde, sistemden kopuşta olduğu, dahası, kurulu yapıyla çatışma içine girdiği, insanların her yerde, başkaldırı içinde olduğu bir süreçte tam da böyle bir zamanda, iktidarı ve muhalefetiyle tüm düzen güçleri, kapitalist toplumu ayaklanma ve devrimden kurtarmak için birlikte hareket etme çabası içindeler. Sermaye dünyasının partileri, kendi toplumsal-sınıfsal doğasına uygun davranıyorlar. Tam da insanların başkaldırıyı genişlettiği bir sırada, burjuvazinin sınıf işbirlikçileri olan sosyal reformist partiler, başkaldıranları iktidarı ele geçirme yönünde cesaretlendireceklerine, onları kendi uzlaşmacı, reformist çizgilerine çekmeye çalışıyorlar.
Bağımsız devrimci bir politikayı izleyerek daha ileri gidemedikleri için, umutlarını burjuva muhalefete bağladılar. Muhalefet kendi sınıfsal doğasına uygun davrandığı için tepki gösteriyorlar. Düşünsenize, sistemin muhalefet partilerini, sistemden ayrı göstermek için günlük yazı yazıyor, demeç veriyorlar. Artık uyarıları “tüm muhalefete”. Uzlaşmacı siyasetler kendilerini daima, muhalefetin bir parçası gördüler. Yani hiçbir zaman burjuvaziden uzak durmadılar. Burjuva güçlerin önünde eğilmenin sınırı yoktur. Burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkmanın çok daha olanaklı olduğu bir zamanda, uzlaşmacı siyasetlerin tümü, efendilerine bu şekilde destek sunuyor. Her siyasi hareketin politikası ve genel tavrı net olarak ortaya çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz tarihsel süreç hakkında gerçek bir farkındalık içinde olmalıyız. Bu süreçte, toplumsal devrimin başarısı bakımından nesnel etkenler mi ağırlıkta, yoksa öznel etkenler mi? Ya da sonuç için ikisi eşit ağırlıkta mı? Bunu doğru tespit etmek, mücadelenin gidişatına yön vermek bakımından önemlidir. Şu soruyla aynı temelde yaklaşmalıyız: İnsanla doğa ilişkilerini ve insanla insan ilişkilerini yeniden düzenlemeliyiz. Fakat, insanla insan ilişkilerini yeniden ele almadan, insanla doğa ilişkisini ele alamayız. Çünkü doğa ile olan ilişkileri toplumsal ilişkiler üzerinden düzenleriz. İkisini aynı ağırlıkta ele alamayız. Bugünkü tarihi aşamada yeni bir topluma geçişin maddi koşulları olgunlaştığından, öznel etkenler ağırlıklıdır. Yani kitlelerin devrimci eylemleri sonuç almada asıl role sahiptir. Birçok ülkeden farklı olarak, Türkiye ve Kürdistan’da, devrimci olaylar seyrek olarak değil, yoğun olarak yaşanıyor. Devrimci olaylar patlak verdiğinde, bunları şekillendiren öznel güçlerdir. Başarılı olmak için, öznel güçler, olaylara temel devrimci hedefler doğrultusunda yön vermelidir.
Toplum ancak kendi önüne gelen problemi çözebilir. Çünkü problem çözümü de kendi içinde taşır. Biz yalnızca problemden değil, çözümden de söz etmiş oluruz. Tarihsel problemin çözümü için yapılması gereken burjuvaziyi yenmektir. Devrimci olan şey burjuvaziyi yenmektir. Burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkmadan, iktidarı ele geçiremeyiz. Ve toplumun önündeki problemi çözemeyiz. Yeni bir ekonomik biçim, yeni bir üretim tarzı örgütleyemeyiz. Burjuvaziyi yenmek, siyasi iktidarın ele geçirilmesiyle başlar. Toplumun yeni bir zeminde örgütlenmesiyle devam eder. Burjuvaziyi yenmek, bunu yapma yeteneğine sahip ve gerçekten devrimci konumda olan siyasi örgütle mümkündür. Bunda yıllarca ısrarlı olmamız boşuna değil.
Tekelci sermaye ve faşist devlet, toplumun değişimini engellemek amacıyla, yıllarca gerçek devrimci politik güçlere şiddetli saldırılarda bulundu. Tüm saldırılara rağmen, toplumun değişimi engellenemedi. Emekçiler ve sömürülenler, koşulları değiştirmek için mücadele verirken, kendilerini de değiştirdi. Ağır baskılara karşın, örgütlü mücadele sürdü. Mücadelemizin etkisi, yapıldığı dönemle sınırlı kalmadı. Etkisi uzun vadeli oldu. Şimdi bu etkinin sonuçlarını görüyoruz: Devrime ilerleyen milyonlar. Burjuvazi ve politik güçleri kısa vadeli düşündü. Devrimci kitlelere saldırarak, baskı altında tutarak, günü kurtarmaya baktılar. Fakat toplumsal düzeni yıkacak, devrimci hareketin ilerlemesini ve sermaye dünyasını tehdit eden bir noktaya gelmesini durduramadılar. Biz ise, mücadelenin sonuçlarının uzun vadede ortaya çıkacağını söyledik. Eylemlerimizin ilk etkisi, eylemin tüm sonuçlarını açığa çıkarmadı. Asıl etki uzun vadede kendini gösterdi. Sonuç etkileyici oldu: Ezilen ve sömürülenlerde büyük değişim oluştu. İşçi sınıfı hareketi, ulaşılan devrimci sonuçlardan hareket ediyor. Bugünkü devrimci tarihsel sonuçlar, sermaye dünyasına karşı, emekçilerin sağlam bir gücüdür.
Sermaye dünyasını yıkacak güçten konuşurken, emekçi kitlelerin eylem ve örgütlenme becerisine de bakılmalı. Kitleler, eylem ve örgütlenme kapasitesi bakımından düne göre daha ileri bir noktadalar. Hızlı hareket etme bakımından geçmiş yıllarla karşılaştırılamayacak derecede ileri bir düzeydeler. Devrimci kitlelerin eyleme geçmede ne denli hızlı davrandığını Gezi’de, 6-8 Ekim’de ve sayısız patlama biçiminde başlayan eylemlerde gördük. Eylemcilerin süratli olarak eyleme geçmesi, sokakları ve meydanları hemen işgal etmesi, yakın tarihte tüm kapitalist merkezlerde patlak veren ayaklanmaların ortak harekete biçimidir. Hızlı hareket etme, kazanılmış bir savaş yeteneğidir ve düşmanın eylemi çabucak bastırmasını olanaksız hale getiriyor. Çünkü kısa zamanda, düşmanın müdahalesinin hiçbir işe yaramayacağı, bir yol alınmış oluyor. Savaşta, hızlı hareket, düşman karşısında bir avantajdır.
Sınıf savaşında hızlı hareket etmek, politik bilinçten, deneyimden, savaş kapasitesinden, devrimci kararlılık ve cesaretten geliyor. Kitlelerin hızlı hareket etmesi karşısında, sermaye dünyasının eli-kolu bağlıdır. Düşman sınıf, bunun farkında. Farkındalar fakat, devrimin ileri yürüyüşü karşısında aciz durumdalar. Bu konudaki üstünlüğümüzün bilincinde olmalıyız.
Eylemler, doğru tanımlanmaz ve adlandırılmazsa kavram ve kafa karışıklığına yol açar. Eylemleri doğru adlandırma, eyleme katılanları eylem hakkında aydınlatmakla kalmaz; eylemin yarattığı değerleri, güncel sınıf mücadelesine uygularken net olmamızı sağlar. Oysa, birçok siyasi hareket, toplumda derin bir sarsıntı yaratan eylemler ve eylemlerin daha yüksek biçimi olan halk ayaklanmalarının üzerinden uzun bir zaman geçmesine karşın, halen doğru olarak adlandıramamıştır.
Gezi, bir halk ayaklanması olduğu halde, onu daha alt düzeye, bir “direnişe” indirgediler. En ilerisi olarak “isyan” dendi. Kürt halkı ve hareketi 6-8 Ekim’i doğru olarak “serhildan” olarak adlandırdı. Ayaklanmayı, en alt eylem düzeyine çekenler, bununla, burjuvazinin kabul edebileceği sınırları aşmak istemediklerini göstermiş oluyorlar. Bu, kurulu düzenle, sermaye dünyasıyla köprüleri atmama politikasıdır ki bu politika tam bir çürümeyi anlatıyor. Bu siyasi gruplar ve sendikalar senelerdir 15-16 Haziran için etkinlik yapıyorlar, fakat bu iki büyük günü direniş olarak adlandırıyorlar. Oysa bu iki proleter gün, bir ayaklanmadır. Ücretli köle ayaklanmasıdır. Bugün de ücretli kölelerin ayaklanmasına doğru ilerliyoruz. Ayaklanma, her gün sayısız eylemle, yaygın başkaldırıyla kendini gösteriyor. Büyük bir ayaklanmanın nasıl oluştuğunu doğru biçimde tespit etmezsek, olayları karşılayacak adımlar atamayız.
Eylemde ve örgütlenmede, işçi sınıfının taşıdığı potansiyele güven duyulmalıdır. Sermaye dünyasını yıkacak güç işçi sınıfının gücüdür. Özel mülkiyet ilkesi yerine ortak mülkiyet ilkesini esas alan yeni bir toplumu kurmak ücretli emekçilerin tarihsel görevidir.
İşçiler, sınıfların kaldırılması amacını ortaya koymak, amacı gerçekleştirmek için temel devrimci hedefleri -ki bunun başında iktidar sorununun çözümü geliyor- önüne koymakla kalmıyor, hedefleri gerçekleştirecek araçları da yaratacak bir potansiyel taşıyor.
Kapitalist toplum, bu topraklarda, şimdiye kadarki en derin krizini yaşıyor. Kriz yalnızca ekonomik değil, sistemin tümünü yıkıma götüren, sistem krizidir. Politiktir, toplumsaldır, zihinsel çöküşü kapsıyor vb. İşçi sınıfı ve diğer emekçi kitleler, bu çok yönlü krizden yararlanıp burjuvaziyi devirebilir ve devirmelidir. Emekçi sınıf, sömürücülerin egemenliğini yıkacak ve toplumu dönüştürecek güce ve beceriye sahiptir. İşçilerin, emekçilerin hızla artan eylemleri, kendini anlatmıyor, tarihin gidişatını anlatıyor. Tarih yoğunlaşan devrimci sınıf mücadelesi yoluyla sınıfların kaldırılmasına doğru ilerliyor. İnsanlığın önünde yeni bir tarihsel dönem açılıyor.
Güncel sınıf mücadelesinde, işçi sınıfı hareketini bekleyen en büyük tehlike, emekçi sınıfın devrimci enerjisinin ve savaş kapasitesinin sonuna kadar harekete geçirmek yerine, sınırlamaktır. İşçilerin eylemlerini sınırlamak, emekçi sınıfı devrimi başaracak iç kuvvetten yoksun bırakmaktır. Emekçilerin her yerde eyleme geçtikleri bu dönemde yapacağımız şey eylemlerin sonuna, en ileri noktaya kadar gitmesi için, devrimci sınıfı teşvik etmektir. Her yerde devrimci sınıf savaşının bir parçası olmaktır. Başarıya ulaşması için, emekçilerin eylemelerini parçalı eylemlerden çıkarıp, birleşik, kolektif eyleme dönüştürmektir. Tüm eylemleri, birleşik genel devrimci halk ayaklanmasına vardırmaktır.
İşçi sınıfı hareketinin önündeki bir tehlike de proleter sınıfının ufkunu daraltmaktır. Derinlikli kavrayıştan yoksunluktur. Bilimsel ve politik değeri olmayan analizler yapmaktır. Reformist ve oportünist siyasetler, gerçekliği en temel yönleriyle anlatmadığı, toplumsal çelişkileri tüm keskinliğiyle vermediği için iç savaşı ifade etmediğinden, devrimci duruma ve devrimin güncelliğine hiç değinmediğinden kitlelerin yaygın başkaldırısını yadsıdığı için vb. ne süreci anlatıyor ne de mücadelenin gerçek düzeyini. Sadece kendi sığlıklarını, basit bakışlarını yansıtıyorlar. Kendilerini anlatıyorlar, devrimci sınıf mücadelesini değil.
Siyasi iktidarın ele geçirilmesi ve toplumun devrimci dönüşümü bir tarihsel zorunluluk olarak insanların önüne gelmiştir. Kent ve kır yoksullarının durumu, “insanlık dışı koşulları” bu kadarı da olmaz dedirten düzeyde. Bu koşulları değiştirecek bu toplumun ilerisine ve ötesine geçmek için, ezilen ve sömürülenler her yerde eylemde. Eylemlerin kısa sürede büyük bir yangına dönüşeceğinin farkında olan sermaye dünyası eylemcilere karşı olan şiddetli saldırısını iki katına çıkardı. Ne yaparsa yapsın eylemlerin yoğunlaşmasını ve genel, büyük, yıkıcı ve devrimci başkaldırıyı durduramaz. Devrim yükselişte.
C. Dağlı