Toplum gelecekte önüne çıkacak sorunu değil, bugün önüne gelen sorunu çözer. Çünkü bugün önüne çıkan sorunlar, kendi çözümünü kendi içinde taşır. Nettir ki konumuz, güncel kapitalist toplumdur. Çözüme ilişkin isabetli bir şeyler söylemek için bu toplumun işleyişini bilmemiz gerekiyor.

Kapitalist toplumun işleyişini anlamak için, her şeyden önce ekonomi ile politika arasındaki ilişkiyi bilmek gerekiyor. Reformist ve oportünist hareketler, bu bağı kopardığı için siyasi analizleri kendi içinde çelişkili ve tutarsızdır. Adam Smith politika mimarlarının tüccarlar ve imalatçılar olduğunu ve bunların kendi çıkarlarını güçlü bir şekilde yansıtacaklarını söyler. Ekonomik gücü elinde bulunduran toplumda egemen güç olan sermaye sahipleri, ekonomik güce dayanarak politik gücü de kendi elinde toplar. Tekelci sermaye hem ekonomik, hem politik bir güce sahiptir. İzlenmesi gereken siyaseti ve dünya siyasetini sistem partilerine dikte ettirir, politikayı yalnızca sistem partilerine bırakmazlar. Bizzat kendileri her dönem kendi çıkarlarını yansıtan politikalar belirler. Kapitalistler apolitik değildir. Sınıf savaşının ekonomik ve politik biçimi ile yürütüldüğünün bilincindedirler.

Politika, ekonomi karşısında edilgen değildir. Politika ekonomiye kuvvet ve etkide bulunur. Böyle olmasaydı, parti biçiminde örgütlenmenin, hükümet olmanın bir anlamı olmazdı. Burjuva partilerin ekonomi üstünde etkide bulunması, onların kapitalist ekonomik yapı karşısında tamamen serbest davrandıkları anlamına gelmez. Burjuva toplumsal doğaları gereği kapitalist ekonominin çıkarlarını kuvvetli bir şekilde yansıtırlar. Sistem güçlerinin, mesela muhalefet partisinin aşağıya düşmesiyle, sistem partisine olmadık misyonlar yüklerken başkalarını aldatanlar, böylece kendilerini de aldatmış oluyorlar.

Siyasi iktidara karşı mücadeleyi sınıf temelinden soyundurdukları için, hiçbir zaman sonuca ulaşamazlar. Asıl sorun siyasi iktidara karşı mücadeleyi, kapitalistlerin sınıf egemenliğine ve sınıf düzenine kadar vardırmaktır. Buraya kadar götüremiyorlar görüşlerini; çünkü burjuvazinin sınıf egemenliği yedek gücü olarak davrandıkları sistem, güçlerinin tümünü kapsıyor. Bu düzen değişmeli diyen sosyal reformist partiler, devrimin güncelliğini kabul etmedikleri için, sözlerinin mücadele açısından hiçbir pratik değeri yoktur. Örgütlenme, mücadele ve politik çizgileri de buna uygun değildir.

Ekonomik ve politik güce hükmedenler içeride nasıl sınıf egemenliğini güçlendirecek bir politika izliyorlarsa, dışarıya yönelik politikalarında da aynı amaca uygun davranıyorlar Bu bir sınıf savaşıdır. Tekelci sermayenin dünya politikası, iç politikasından ayrı görülemez. Bu sınıfın iç politikası ne ise dış politikası da odur. Somutlarsak: Türkiye tekelci sermayesi ve onların siyasi iktidarı, devletin ABD emperyalizmi ve Avrupa emperyalist güçleri ile ilişkileri, AB'ye katılma siyaseti, NATO içinde yer alması, askeri anlaşmaları, NATO askeri tatbikatları, siyasi ittifakları, başka ülkede asker bulundurma ve benzeri tüm bunlar başka şeylerin yanında, içeride sınıf konumunu güçlendirmek içindir. İç ve dış politikada bu çizgiyi izleyen sadece hükümet değil, muhalefet de aynı temelden hareket eder. İşçi sınıfı nasıl içeride sınıfların kaldırılması amacına yönelik bir politik çizgi izliyorsa, dünyaya yönelik enternasyonalizmi de aynı amaca, emeğin evrensel kurtuluşuna yöneliktir. İki sınıf, iki güç, iki dünya her alanda karşı karşıya gelir, karşıt bir politika izler. Bu her yönüyle bir sınıf savaşıdır.

Muhalefet, kitlelerin siyasi iktidara ve daha ilerisi sisteme karşı duyduğu öfkeyi ve tepkiyi kendine çekmek ve geniş bir toplum desteği ile iktidara gelmek ister. Bu amaçla halkın istemlerini de, değişim özlemlerini de demagojik olarak gündeme getirmek zorunda. Hiçbir muhalefet bunu yapmadan siyasi iktidara gelemez. Sistem içi muhalefetin bütün amacı, sermayenin sınıf egemenliğini geniş bir toplumsal temele dayandırmaktır. Böylece, burjuvazinin teşhir olan, sarsılan, zayıflayan ve yıkılmaya yüz tutmuş sınıf egemenliğini ayakta tutmak ister. Ancak işler istediği gibi gitmez. Toplumun kaptan köşkünde oturanların sınıf egemenliğine daha geniş kitle desteği sağlayamaz. Çünkü emekçi sınıfın sınıf çıkarlarıyla, kapitalist sistemin sınıf çıkarları birbirine karşıttır. İnsanların görüşünde ve bilincinde büyük bir değişim var. Dolayısıyla bu çıkar karşıtlığını görecek bir düzeye sahipler. Emekçi sınıf bilinçli biçimde davranarak, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkılması ve emeğin devrimci iktidarı için savaşı sürdürüyor.

Ücretli emeğe dayanan bir üretim sisteminde işçi sınıfı özgür olamayacaktır. İşçi sınıfının özgürleşmesi, sermayeden özgürleşmektir. Bunun için sermayenin ekonomik ve politik gücünün yıkılması zorunludur. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son vererek, onları ortak mülkiyetine almak emekçi sınıfının özgürlüğünün temel koşuludur. Bu amaca, bütün biçimleri ile işçi sınıfı ile burjuvazi arasında sürmekte olan sınıf savaşını yükselterek ve sonuna kadar götürerek başarabiliriz.

İşçi sınıfı hareketini ve genel olarak emek hareketini burjuva egemenliği tehdit edecek bir noktaya gelmeden ezmek, dağıtmak, etkisizleştirmek sermaye sınıfının ve bütün düzen güçlerinin vazgeçilmez hedefi olmuştur. Bu sınıf savaşıdır. Kapitalist sistem, hiçbir zaman ezilen ve sömürülerin bir güç haline gelmesine tahammül etmemiştir. Emekçi halkın militan devrimci bir güç olması onlar için daima ciddi bir tehdittir. Militan kitleler ne zaman burjuvaziyi tehdit edecek bir noktaya geldiyse, sömürücü güçler baskı kuvvetlerini sonuna kadar harekete geçirmişlerdir. Askeri faşist darbeler, kitle katliamları, kısacası ezmenin tüm biçimleri, tüm yol ve yöntemleri en iğrenç düzeyde kullanılmıştır. Sınıf savaşı, on yıllarca süren iç savaş biçimini aldı. Bu, uzun iç savaştır.

Sınıf çelişkilerinin çok keskin olması, sınıf karşıtlığının son derece şiddetli oluşu, çelişkilerin üst üste binmesi, devrimci durumun varlığı, özcesi patlayıcı toplumsal durumun yaşandığı güncel koşullarda küçük bir eylem, büyük bir ayaklanmaya dönüşebilir. Bu ise burjuvazi ve siyasi iktidarın en büyük korkusudur. Devrimin yükselişini durdurmak amacıyla iktidar, gerici burjuva şiddetini daha fazla devreye sokarken, muhalefet de kendini bir alternatif olarak sunmak için ısrarlı bir çaba içinde. İktidarıyla, muhalefetiyle tüm düzen güçleri, halkların devrimci başkaldırısını bastırmak ve ezmek için başvurdukları her girişimden sonra, ezilen ve sömürülen kitleler her seferinde daha büyük bir güç olarak onların karşısına çıktı.

Bu topraklarda 68 başkaldırısını ezmek için 12 Mart Askeri Faşist Darbesi'ne başvurdu egemen güç olan tekelci sermaye ve emperyalizm. Fakat 70’lerde daha büyük güçle karşılaştılar. 12 Eylül'den sonraysa 90'larda, önceki dönemleri aşan Türkiye ve Kürdistan devrimci kitle gücüyle yüz yüze geldiler. 90 sonrası ve 2000 başlarında uygulanan ağır saldırılar, baskı ve katliamlara halklar Gezi Haziran Halk Ayaklanması ve 6-8 Ekim serhıldanı ile yanıt verdiler. Bugün ise geniş birleşik bir halk ayaklanması mayalanmış durumda. Ayaklanma için bütün koşullar bir araya gelmiştir. Bu kaçınılmaz karşılaşmanın sonucunu işçi sınıfının ve devrimci halk kitlelerinin devrimci savaşı karara bağlayacaktır.

İnsanların sürekli eylem yapması, başkaldırması iktidarın muhaliflerine göre toplumun “iyi yönetilmemesinden” ileri geliyor. Onlara bakılırsa, kendileri iktidara gelirse tüm bunlar olmayacaktır. Halbuki olan şey, egemen sınıfın ve siyasi iktidarın toplumu iyi yönetmesi ya da kötü yönetmesi değil, toplumu yönetememesidir. Toplumu yönetememeleri, devrimci durumun önemli bir göstergesidir. Yani toplumun önüne gelen ve çözmesi gereken sorun, daha kapsamlıdır. Ve daha derin bir krizin varlığını gösteriyor. Bu gerçeğe rağmen sorunu bir yönetim sorunu olarak göstermek, sistem içi güçlerin işine geliyor. Oysa asıl mesele sistemdir. Kapitalist sistemin toplumsal yapısı, çağdaş topluma dar geliyor. Çelişki ve çatışmalar bu sistemin kendisiyle. Toplumun önüne çıkan ve çözüm bekleyen, çözümü için de taşıyan sorun, sistemin aşılması ile çözülür.

Tekelci sermaye ve siyasi yönetim, iktidara ve sisteme tepki gösteren eleştiren ve başkaldıran herkese savaş açtı. Bu burjuvazinin genel tavrıdır. Amerika ve Avrupa'da Filistin için isyan eden öğrenciler “terörist” ilan edildi ve savaş açıldı. Türkiye ve Kürdistan'da iktidarı eleştiren ve başkaldıran herkese karşı yıllardan beri savaş veriliyor. Sermayenin ve siyasi yönetimin topluma karşı savaşması, toplumdaki çatışmayı genişletiyor ve daha da şiddetlendiriyor. Bu çatışmayı kazanmak için burjuvazinin girişeceği her saldırı, umutsuz bir girişimden başka bir şey olamaz. Yönetemeyen ve egemen olamayan bir sınıfın, her yerde gösterdiği bir tavırdır. Sömürücü sınıfın şiddete, daha çok şiddete başvurması durumu değiştirmeyecektir. Bu topraklarda yönetici sınıf yüz yıldır emekçilere, Kürt halkına, aydınlara, gençlere şiddet uyguluyor. Kadınların önceki toplum biçimlerindeki ezilmeleri, burjuvazinin egemenliği altında devam etti; kadınlara yönelik toplumsal şiddet kesintisiz uygulandı. Komünistlere yönelik şiddet, bu tarihin hiçbir döneminde eksik olmadı. Yüzyıllık burjuva şiddet, ezilen ve sömürülenlerin yeniden ve yeniden başkaldırısını ortadan kaldıramadı ve ortadan kaldıramazdı. Çünkü başkaldırıya yol açan, toplumsal sistemin kendisidir. Bunu yaratan koşullar yok edilmeden, başkaldırı gündemde kalır. Bütün bu yıllar boyunca uygulanan burjuva şiddet, toplumun kodamanlarına istediği sonucu vermedi. Bugün faşizme ve sermayeye karşı isyan ve devrim, daha geniş bir kitle gücüne dayanarak ve daha kararlı olarak sürüyor. Yani burjuva gerici şiddet, kitleler karşısındaki etkisini yitirdi. Kitleler değişti. Sistemle her yerde savaş içindeler. Savaş, toplum köklü olarak değişinceye dek sürecektir. Burjuvazi nasıl bir yönetime başvurursa başvursun, sonu değişmeyecektir.

Sistemin egemenleri ne yaparsa yapsınlar, karşılarında bilinçli, deneyimli militan kitleler var. Her yerde cesaretle savaşan insanlarla karşı karşıyalar. Egemen sınıf ve siyasi iktidar, devlet egemenlik sistemi hiçbir zaman tek başına şiddete başvurmadılar. Baskı sistemini yoğun bir propaganda sistemi ile tamamladılar. Ellerindeki propaganda olanaklarını sonuna kadar kullandılar ve kullanıyorlar. Yalan söyleme, gerçekler hakkında yanlış algı oluşturma, karalama, kötüleme, aldatmaca, sahtekarlık vb, propagandalarının temel içeriğidir. Peki sonuç... Sonuçta ne oldu? Şiddet, yalan, demagoji, sahtekarlık kitlelerinin uyanışını ve başkaldırısını durdurabildi mi? Tüm bu yöntemler, bu sömürü ve baskı sistemini isyan ve devrimden kurtarabilir mi? Kesinlikle kurtaramaz. İsyan ve devrim yeni bir yaşam biçiminin yolunun açılması için biricik yöntemdir. Sistemin on yıllardır durduramadığı bu büyük başkaldırı, insanlık eski toplumdan tamamen kurtulana, yeni, insani bir toplum kurulana dek süreklidir.

C.Dağlı