< < Donbass İzlenimleri-2

Sabahtan beri hareket halindeydik, vakit öğleden sonrayı bir hayli geçmişti. Yorulmuştuk. Ukraynalı yoldaş bizi Moskova'nın bir başka merkezi yerine götürdü. Harcamalar için Ruble'ye ihtiyacımız vardı. Rusya'da kişi alışverişte istediği gibi döviz kullanamıyordu. Ruble kullanmak zorunluydu. Döviz bürosu aramaya başladık.

Buradaki durum Türkiye'den, hele de İstanbul'dan oldukça farklıydı. İstanbul'da görmeye alıştığımız adım başı döviz büroları burada yoktu. Sora sora büyük bir AVM'de küçücük bir köşeye sıkışmış bir döviz bürosu bulduk. Yine Türkiye'den farklı olarak, bakkaldan sakız alır gibi döviz bozduramıyorsunuz. Döviz piyasası üzerinde tam ve sıkı bir denetim vardı anlaşılan. Dövizinizi bozdurabilmek için pasaportunuzu göstermeniz gerekiyor. Yanı sıra, evrak doldurup imzalamanız şart. Bu işlemleri yaptıktan sonra dövizinize karşılık Ruble alabiliyorsunuz. Bu, bana 70'li yılların Türkiyesini anımsattı. O yıllarda döviz sadece bankalarda ve resmi kur üzerinden bozdurulabiliyordu. Buna karşılık “Tahtakale Piyasası” ortaya çıkmıştı. O yıllarda fabrikatörler bile ithalat için gerekli dövizi “Tahtakale Piyasası”ndan yani karaborsadan temin edebiliyorlardı. 12 Eylül askeri faşist darbesi ve Özal döneminde tüm bunlar değiştirildi. İşçi sınıfı ve ücretli emekçiler üzerindeki azgın, sınırsız sömürünün ilk taşları böyle döşenmişti Türkiye'de. Emperyalist sermayenin temel koşullarından biri, dövizin serbest dolaşımıydı. Özal bu koşulu askeri faşist darbe eşliğinde yerine getirmişti. Moskova'da böyle döviz karaborsası var mıydı; bilmiyoruz.

AVM'nin bir üst katına çıktığımızda orada Moskova küçük ve orta burjuva tabakalarıyla tanışmış olduk. İstanbul'un Kadıköy'ü ya da İstiklal Caddesi gibi diyebiliriz. Katın kenarında dizi dizi küçük dükkanlar, orta yerde oturulacak masa ve sandalyeler; giyim, kuşam, hareket ve davranışlarından küçük ve orta burjuva tabakalardan oldukları belli olan müşteriler. O kadar kalabalık ki, oturacak yer bulabilmek için ayakta biraz olsun beklemek gerekti. Bir başka katta, daha “elit” kesimlerden oldukları anlaşılan insanlar restoranlarda oturuyorlardı.

Navalny, destekçilerini buralardan mı devşiriyordu, bilemiyoruz. Ancak oradakilerin, artı-değer üretmeden bol kazanan yani proletaryanın ürettiği artı değerden “nasiplenen” kesimler oldukları açıktı. Kent, proletaryanın sırtından geçiniyordu.

Zafer parkında soluduğumuz anti faşist, anti emperyalist, SSCB'yi özlemiyle dolu hava burada yerini burjuva havaya bırakmıştı. İki ayrı dünya...

Lugansk'a gitmek için bizi bekleyen uzun bir yolculuk vardı daha. Kaldığımız yerden eşyalarımızı aldıktan sonra Ukraynalı komünist yoldaş bizi şehirler arası otobüs terminaline götürdü. Burada da kendini hissettirmeyen bir denetim vardı. Lugansklı yoldaşlar biletlerimizi önceden aldıkları için, ne gibi işlemler gerektiğini bilmiyoruz. Fakat bavul vb. eşyaları verirken işlem yapma gerekliliği, bir denetim duygusu uyandırdı. Yakın zamanda gerçekleştirilen katliam ve faşist Ukrayna devleti ve rejiminin her türlü terör eylemi için kiralık katil aradığı düşünüldüğünde, bu önlemlerin anlaşılır olduğu açıktı.

Ukraynalı komünist yoldaştan ayrılıp otobüse bindik ve 13 saat sürecek yaklaşık bin kilometrelik yolculuk başladı. Haritalardan vb. bildiğimiz şeyi gözlerimizle görmek daha değişik bir deneyimdi: Rusya, hakikatten uçsuz-bucaksız bir ülkeydi. Moskova'dan güney batıya gittikçe dümdüz diyebileceğimiz bin kilometrelik -ötesini bilmiyoruz- bir ova görüyoruz. Ufak-tefek yükseklikler hariç, dağ diye bir şeye rastlamadık. Haliyle tünel diye bir şey de yoktu. Müthiş bir bitki örtüsü her yeri kaplamış. Bitki örtüsü ve ağaçlardan toprağı görmek mümkün değil. Elbette tahıl ekimi yapılan geniş düzlükler hariç. Bu geniş düzlükleri görünce, Rusya'nın neden dünyanın tahıl ambarı olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz.

Mola yerlerindeki restoran ya da benzeri yerlerden anlıyoruz ki, hırsız oligarklar dışında, ne sermaye birikimi ne de burjuva kültür orta kesimler arasında henüz gelişmiş değil. Sosyalizmi tahrip eden hırsız “oligark” takımı, karşı devrimciler tahrip ettikleri sosyalizmin yerine kapitalizmi tam oturtabilmiş değil. Moskova'dan uzaklaştıkça bu daha iyi hissedilebiliyor. Yine de insanların küçük küçük de olsa “para kazanma” derdinde olduğunu görebiliyorsunuz.

Otobüsten ineceğimiz kasabaya sabah saatlerinde vardık. Oldukça iptidai bir otobüs terminaliydi. Öyle ki, Türkiye'nin sıradan bir kasabasının otobüs terminali bile daha düzenlidir. Bunu bir olumsuzluk belirtisi olarak anlamadık. Aksine, aradan geçen otuz yılı aşkın zamana rağmen kapitalist ilişkilerin oturtulamadığının işareti olarak gördük. Marketler, küçük dükkanlar vb. de öyleydiler.

Çok beklemedik, kısa zamanda bizi alacak Lugansk Halk Cumhuriyeti'den yoldaşlar bulunduğumuz noktaya geldiler. Savaş bölgesine gidiyorduk. Haliyle, uymamız gereken zorunlu kurallar vardı. O kuralları tek tek anlattılar. Varlığımızın bilinmemesi gerekiyordu. Faşist Ukrayna devleti ve rejiminin ajanları olabileceğini, ihbar edilmemiz halinde dron saldırısına uğrayabileceğimizi, bunun için kimseyle konuşmamamız gerektiğini vb vb. anlattılar. Konuşma yasağına askeri kontrol noktaları dahildi.

On üç saatlik otobüs yolculuğundan sonra, faşist güçlerin bombardımanı sonucu delik deşik olmuş yollarda iki-buçuk, üç saat sürecek yolculuğa Lugansklı yoldaşlarla böyle başladık.

Aynı bitki örtüsü, aynı coğrafi özellikler. Bir ülkeden bir başka ülkeye geçtiğinizi ancak sınırdaki askeri kontrol noktalarından anlayabiliyorsunuz. Sınırda yani Lugansk Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasındaki sınırda tam bir kontrol vardı. İçinde bulunduğumuz iki araba askerler tarafından durdurulduğunda, Lugansklı yoldaşlar gerekli belgeleri gösterdi ve sınırı sorunsuz bir şekilde geçtik.

Lugansk Halk Cumhuriyeti ve Donesk Halk Cumhuriyetleri Rusya Federasyonu'na katılmışlardı, ancak sınırlar olduğu gibi korunmuştu. Nedenini sorduğumuzda, Rusya Federasyonu'nda siyasal sistemin böyle olduğunu, örneğin Rusya Federasyonu içinde yer alan öteki özerk ya da federal Cumhuriyetlerin de sınırlarının böyle korunduğunu açıkladılar. Bir kaç askeri kontrol noktasını daha geride bıraktıktan sonra, nihayet Lugansk kentine vardık.

Lugansk kenti, Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin başkenti. 2014 ayaklanması ve onu izleyen savaştan, daha doğrusu faşist Ukrayna ordusu ve Azov, Aydar gibi faşist milislerin saldırılarından önce nüfusu bir milyon kadar olan, geniş arazi üzerine kurulu büyük bir kent. Faşizme karşı ayaklanma ve onu izleyen savaşla birlikte nüfusun bir bölümü göç etmiş. O yıllarda yani 2014'ü izleyen yıllarda göç edenler, özellikle Finlandiya'daki göçmenler şimdi geri dönmeye başlıyormuş.

Kalacağımız yere yerleştikten sonra bizi şehire götürdüler. Lugansk kenti, sürmekte olan savaşın şiddetini giderek daha az hissediyor. Ara ara yapılan dron saldırıları dışında, ön cephede süren savaşa rağmen, savaş havası yok demek mümkün. Halk, günlük olağan yaşamını sürdürüyor. Okullar açık, üniversitelerde öğrenim sürüyor. Sovyetler Birliği'nin izlerini her adımda görmek, hissetmek mümkün şehirde. Kente girer girmez buna tanık olabiliyorsunuz. Dükkanlarda, arabalarda, evlerde, kısacası her yerde SSCB bayrağı, SSCB'ye ait semboller, anıtlar görüyorsunuz. Stalin'in en ünlü generallerinden Vorosilov'un at üzerinde dev bir heykeli, “Büyük Anavatan Savaşı”nda kahramanlıklar göstermiş askerlerin büst ve heykelleri... Resmi binalarda ise üç bayrak vardı: Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin bayrağı, orak-çekiçli zafer sancağı ve Rusya bayrağı. Kısacası, Sovyetler Birliği ve sosyalizm havasını tüm şehirde soluyabiliyorsunuz. Moskova'nın “Zafer Parkı”nda soluduğumuz hava, kapıldığımız duygular burada bütün bir kente hakim.

Bizi Lugansk kent müzesine götürdüler. Müzede, insanın bütün bir tarihsel evrimini gösteren resimler, belgeler, kalıntılar, tarihi eserler yer alıyordu. Bize rehberlik eden müze müdürü, her bir tarihi eser hakkında ayrıntılı bilgi veriyordu. Bir başka bölümde Sovyetler Birliği dönemine ait pek çok eser sergileniyordu. Faşizme ve emperyalizme karşı verilen “Büyük Anavatan Savaşı”na ait silahlar, gazete küpürleri, belgeler; kısaca, Sovyetler Birliği tarihine dair akla gelebilecek her türlü vardı.

Ertesi gün ön cephe hatlarına gideceğimiz, buna göre hazırlık yapmamız gerektiği söylendi. Güvenlik önlemleri hakkında bizimle konuştular; cep telefonu vb. aletleri yanımıza almanın sakıncalarını anlattıktan sonra, bunları konakladığımız yerde bırakmanın doğru olacağını söylediler. Sabah saatlerinde iki araba gelip bizi aldı. Yanımızda güvenlikten sorumlu yoldaşlar, İngilizceden Rusça’ya çeviri yapan genç bir kadın ve yönetim yetkililerinden iki yoldaş vardı. Böylece gideceğimiz yöne doğru şehir merkezinden ayrıldık.

Devam Edecek...

 

Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız