Baharın gelişiyle birlikte sadece doğa değil insanlar da canlanıyor; üzerlerindeki ataleti atıp daha bir devingen oluyorlar; geleceğe daha bir umutlu ve iyimser bakıyorlar.
Referandum parodisi sonrası başlayan eylemler, toprağın ısınmaya başladığını gösteriyor. Eylemlerin bu noktada kalmayacağı, her türlü engelleme çabasına rağmen büyüyerek gelişeceği görülüyor; sadece küçük burjuvalar, yani "büyük umutlardan umutsuzluğa düşme" konusunda inanılmaz bir hıza sahip olanlar, kısa mola anlarına karamsarca anlamlar yükleyebilirler. Toplumsal olayların her yeni sıçrayışıyla biranda umutlananlar, olayların biraz yavaşlamasıyla karamsarlığa düşüyorlarsa, bundaki asıl neden stratejik düşünememeleridir.
Stratejik düşünme, geleceği bugünden öngörmek ve gerekli planlamaları bugünden yapmaktır. Siyasal anlamda, sınıflararası güç ve denge ilişkilerinin, somut duruma uygun somut bir tahlilini yapmak ve bu tahlillere uygun bir pratiğe müdahale çizgisi oluşturmaktır. Daha özlü bir ifadeyle hepimizin kafasındaki, "ne yapmalı" ve "nasıl yapmalı" sorularının cevaplarının bir kapsam içine alınmasıdır. O, hepimizin bildiği "Venceremos" şarkısında geçen "yarını bugünden kuracaksın/ o senin tarihin olacak" sözlerinin kendi gerçekliğimizde anlam bulmasıdır. Tarihin bayramlarını yaratmak için yola çıkanların verili anda neyi nasıl yapacaklarını, tarihin kendilerine yarattığı imkanlar içinde değerlendirmeleri ve çalışmalarında ağırlığı nereye vermeleri gerektiğini kararlaştırmalarıdır. Uzun yıllar içinde oluşmuş "bakışın yönü"nün pratikte somutlaştırılması; bir eylem kılavuzuna dönüştürülmesidir.
Strateji ve taktik üzerinde önemle duran Stalin, strateji için "...belirli bir ülkede proletarya hareketinin belirli bir tarihsel dönemdeki esas yönünü belirlemek" diyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye ve Kürdistan'da proletaryanın devrimci sınıf partisinin stratejisi anti-kapitalist bir Demokratik Halk Devrimi olarak belirlenmiştir zaten. İşçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşunun yolu çok önceden çizilmiştir. Şimdi üzerinde durulması gereken verili anda çalışmalarımızı neyin üzerinde yoğunlaştıracağımızdır. Teoriyi maddi bir güce dönüştürmek için bugün neler yapmamız gerektiğidir. Şuna kesinlikle eminiz ki, teorinin doğruluğunun sınanma yeri pratiktir; doğru, sonuç alıcı bir pratik için de stratejik düşünme olmazsa olmazdır. Eğer yön doğru tayin edilemezse kendimizi "tarihe not düşmek"ten öte bir şey yapmıyor halde buluruz. Elbette bu da bir şeydir ama sözkonusu olan devrime önderlik iddiası olduğuna göre iktidarı ele geçirmek üzere verilen mücadeleyle kıyaslandığında çok da önemli bir şey değildir.
Şimdi esas önemde olan işçi sınıfı ve emekçileri örgütlemek, kitleleri daha büyük bir savaşıma hazırlamak ise, o zaman üzerinde asıl yoğunlaşmamız gereken devrimci iç savaştır. Artık öyle bir ufka varmış bulunuyoruz ki, her şey "ya devrim, ya ölüm" yalınlığına kavuşmuş durumdadır. Bunun iyi anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekiyor. Bu öyle gel geç bir durum değildir; bir devrime kadar üzerinde yaşadığımız topraklarda ve içinde bulunduğumuz tarihsel kesitte tüm insanların yaşamını boydan boya belirleyecek bir durumdur. Kimileri buna "kaos aralığı" vb deseler de, gerçeklik, dünya üzerinde bir devrimci durum olduğu ve bunun sonucunda küresel çapta bir iç savaşın yaşandığıdır. Olayların gelişim yönünü önceden öngöremeyeceğimizi söylemek, bugünkü görevlerden kaçmaktan başka bir anlama gelmiyor. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, gelişmelerin yönü sosyalizme, komünizme doğrudur ve "bu kavga, en sonuncu kavgamızdır artık". Şimdi önemli olan, bu kavgaya nasıl hazırlanacağımızdır.
Bu "en sonuncu kavga"dan başarıyla çıkabilmemiz için önce başaracağımıza, zaferi kazanacağımıza inanmak, sonra başarmak için azmetmek, en sonu da, başarmak için hiç zaman geçirmeksizin çalışmaya koyulmak gerekiyor. Nereden başlamalı? sorusuna doğru cevap vermemiz; ama başlamak için fazla, hatta hiç zamanımızın olmadığını bilmemiz, tamamen çalışmaya odaklanmamız ve sonuç alıncaya kadar bırakmamamız gerekiyor. Enerjiyi doğru yere harcamamız, bunun için doğru zamanı seçmemiz gerekiyor. Değişimin yönünü doğru tespit edebilirsek, çalışmada odaklanmamız gereken yeri/ yerleri de doğru seçeriz. Bunun için bütünlüklü düşünecek, kitlelerin zora dayalı mücadelesini geliştirecek yerde ve zamanda, onların yanında olacak kadroları, pratik içinde örgütleyecek ve eğiteceğiz. Kitlelerin kendiliğinden mücadelesinin önemli olduğunu, ama ancak bir yere kadar gidebileceğini hepimiz biliyoruz. Bu noktadan daha ileri gidebilmesi ve bir devrim hareketine dönüşebilmesi için, onların önüne stratejik hedefler konulması gerekiyor. Bunu yapacak olan, yaşamın içinde, kitle hareketinin içinde olması gereken leninist kadrolardır. Kaç kişi olduğumuza bakmadan, sayımızdan daha fazla politik etkiye sahip olduğumuzu unutmadan, aynı etkiyi pratik anlamda da sağlayabilmek için, öne çıkmalıyız. İşte burada Denizlerin cüreti devreye giriyor. Denizlerin yoldaşları, stratejik düşünmede olduğu kadar, taktiksel önderlikte de liderliği kimseye bırakmamalıdır. Madem yaşam bizim öngörülerimizi doğruluyor, biz de yaşamın dizginlerini kendi ellerimize almak zorundayız.
Referandum sonrası Türkiye ve Kürdistan'da yığınlara hakim olan bilinç ve öfke dalgasını, doğru bir mücadele zeminine çekmek kolay olmayacak, bunu biliyoruz. Ama egemen sınıfın yönetememe krizinin daha da artacağını da biliyoruz. Bu koşullarda, doğru zamanda, doğru yerde olmayı başaran, pratiğini doğru bir stratejinin üzerine oturtan siyasi hareket, yığınlara yol gösterebilecek ve bu çürümüş, kokuşmuş her tarafından tel tel dökülen sistemi, layık olduğu yere gönderebilecek, "gelecek mutlak sosyalizm" diyebilecektir.
Nisan 2017
Ali Varol Günal