Liseli, üniversiteli öğrenciler yeni eğitim öğretim yılını yeni sömürü biçimleri, fakat eski yaşam çelişkileri ile karşıladı. Eski çelişkiler; yurt-barınma sorunlarıyla, ekonomik krizin yarattığı yoksullukla, eğitimde sadece ve sadece gericiliğin iktidarı ve bilimselliğin yok oluşuyla ve nihayetinde öğrencilerin eğitimden uzaklaşmak zorunda kalmasıyla hayat bulurken bir yandan yeni sömürü biçimleri de öğrencilerin yakasına yapıştı.

Sermaye iktidarı geliştirdiği yeni projelerle liseli çocukları üretime katmanın ve ucuz iş gücü haline getirmenin “meşru” bir yolunu buldu. Hatta yalnızca liselileri değil ortaokula kadar inerek, 12 yaşındaki çocukları dahi işçileştirmeyi ana hedefi haline getirdi. “MESEM” liselileri okuldan koparıp iş yerlerinde güvencesiz, düşük ücretlere çalıştırıp sömürmeye odaklı bir proje olarak uygulanmaya başlandı. Ki, bu projede karşı çıkılması gereken mesele düşük ücretler ya da çalışma koşulları değil, çocukların işçileştirilmesi ve bunun yasal zemininin oluşturulması.

“Maarif Modeli” ile bilimsellikten uzak, milliyetçilikle doldurulmuş ve hatta psikologların araştırmalarına göre çocukların psikolojik gelişiminde olumsuz etkiler yaratacak bir eğitim modeli oluşturuldu.

“ÇEDES” ile müfredat din etrafında şekillendi ve felsefe, tarih, sanat ve diğer tüm alanların içi boşaltılmış ve hatta bazıları tamamen kaldırılmış oldu.

Bu ve benzeri projelerle öğrenciler sormak ve sorgulamaktan, eleştirel düşünceden, felsefi bakış açısından, yorumlama ve çözümleme kabiliyetlerinden uzaklaştırılıyor. Devletin deyimiyle “milli-manevi değerlerine sahip çıkan”, ama aslında dinin boyunduruğu altında robotlaşmış tek tip öğrenciler yetiştirilmek isteniyor.

Liseliler bunlarla boğuşurken üniversite öğrencilerine de her yıl olduğu gibi rahat yok. İlk sırada patlak veren barınma sorunları daha eğitim dönemi henüz başlamak üzereyken bazı öğrencilerin okuldan vazgeçmesine, bazılarının okulla eş zamanlı olarak çalışmak zorunda kalmasına zemin hazırladı.

KYK’dan alınan “burs” (2000 TL) ile ne ulaşım, yurt, yemek gibi temel ihtiyaçlar karşılanabiliyor; ne de herhangi bir sosyal aktivite yapılabiliyor. Ekonomik kaygıların dışında rektörlüğe atanan kayyumlar ve içi boşaltılmış, torpillerin havada uçuştuğu akademik kadrolar akademik kaygıları da beraberinde getiriyor.

Sorunların ardı arkası kesilmiyor...

Böyle gerici, baskıcı bir eğitim ortamında öğrenciler nasıl özgür olabilir? Temel ihtiyaçlarını karşılamak bile neredeyse lüks olmuşken, öğrenci nasıl öğrenci olarak kalabilir? Koşullar değişmedikçe bunlar mümkün olamaz. Kapitalist sistem, eğitimi ancak kendi kârına hizmet edecek düzeyde ve şekilde planlandıkça, mümkün olamaz.

Akademik özgürlük için bu dinci-faşist iktidarı ve sermaye düzenini yıkmayı hedeflediğimiz an, işte o an görünür olur özgürlükler üzerine kurulu olan yaşam. Bu yaşam için mücadele etmek ve onu “insan” olarak değil, bir meta olarak gören kapitalizmi alaşağı etmek öğrencilerin kurtuluşunun anahtarı olacak.


İstanbul'dan Bir DÖB'lü