Aktarmalı, uzun bir uçak yolculuğundan sonra nihayet Senegal'in başkenti Dakar'a varmıştık. Sakin, nispeten küçük diyebileceğimiz bir havaalanı. Türkiye'nin herhangi bir taşra kentindeki havaalanını andırıyor Dakar Havaalanı.
Ama farkı havaalanının fiziki yapısında değil, insanlarında aramak lazım. Hemen, ilk bakışta Afrika insanının gerçek insani yönünü görebiliyorsunuz. Güler yüzlü, hiç zorluk çıkarmayan görevliler; yardım istediğinizde yardım etmek için ellerinden gelen çabayı gösteren insanlar...
Sosyalist cübbeli, savaş çığırtkanı, kan dökücülükte Hitler'in Nazilerini aratmayacak kadar gözü dönmüş Josep Borell, Avrupa'yı bahçe, dünyanın geri kalanını “cangıl” diye anarken, kastettiği yerlerin başında işte bu sıcak ve insancıl insanların yaşadığı Afrika geliyordu. Elbette, dünyanın Avrupa dışında kalan yerleri de...
Okura hatırlatmakta yarar var: Avrupa Birliği Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Sorumlusu (ne çok sıfatı varmış alçağın) Borell'in Avrupası, (elbette burjuvaziyi kastediyoruz) geçen yüzyılın başına kadar siyah insanları, kelimenin gerçek anlamında söylüyoruz, “insan saymıyor, hayvanat bahçelerinde ya da benzer yerlerde kafesler içinde, seyirlik olacak biçimde sergiliyorlardı. Yinelemek gerek, sadece siyahi insanlar değil, Mısır'ın “beyaz” insanları, Filipinliler ve geri kalan diğer bütün halklar Avrupa burjuvazisinin bu zulmüyle tanışıyordu.
"1905 yılında Belçika'nın Liege şehrinde bir insan hayvanat bahçesinin çekilmiş bir fotoğrafı"
Havaalanından çıkıp, bizi bekleyen başka ülkelerden gelen yoldaşlarla buluşuyoruz. Dakar merkezine doğru ilerledikçe Senegal'in -aslında Afrika'nın büyük bir bölümünün demek daha doğru olmalı- yoksulluğu yüzümüze çarpıyor. Ertesi gün çok daha canlı tanık olacağımız şey, sokakların perişanlığı, hemen ilk anda fark ediliyor. Yoksulluk, bakımsızlık, sokak ve caddelerin dağınıklığı, eline geçen bir kaç parça şeyi satmaya çalışan sokak satıcılarının buldukları ilk yerde açtıkları, tezgah bile denmeyecek yerler. Gerçek bir yaşam savaşına tanık oluyoruz kısaca...
Bütün bunların Afrika insanını, Afrika kıtasını yüzyıllar boyunca hayasızca sömüren, kanını emen Amerikan, İngiliz ve Avrupa burjuvazisinin, Borell'in “bahçesinin” eseri olduğunu söylemeye gerek yok. Çok açık, Borell'in yani Rusya'ya karşı savaş çığırtkanlığını yapan koronun şeflerinin "bahçesi", Afrika insanın, Afrikalı çocukların kanıyla sulanmış.
Üstenci “beyaz insan” duygusu o kadar yaygın ki, kendine “komünist-sosyalist” diyenler dahi bu aşağılık ırkçı duygudan yakalarını kurtarabilmiş değiller. Bu aşağılık duygunun izlerini değişik biçimlerde bu tür insanlarda da görüyoruz. Örneğin, bu aralar Fransız ve ABD emperyalist devletlerini topraklarından kovan Afrika halkları, devrimcileri bunu kendi başlarına yapmış olamazlar. Çünkü buna ne akılları yeter, ne bilinçleri, ne de güçleri... Bunun arkasında mutlaka “yükselen güç” olarak Rusya ve Çin olmalı. Şu “yükselen güç” sakızını da, Rusya ve Çin'e açıktan “emperyalist” diyemeyenler çiğniyor. Eh işte... yükselen güçler Afrikalıları Avrupalı devletlere karşı kışkırtıyor, destekliyor; Afrikalılar da Fransa ve ABD'yi kovuyor. Afrika'nın siyah insanını küçümseyen beyaz “komünistler”in bakış açısı, tastamam budur. Oysa örneğin, Nijer'in, Burkina Faso'nun temsilcileriyle konuştuğunuzda, durumun tam tersi olduğunu görüyorsunuz. İleride buna değineceğiz.
Kalacağımız yer, Dakar'ın tüm ara sokaklarını kendinde somutlaştırmış bir ara sokakta idi. Dar, toprak yol, yayalar için herhangi bir kaldırım vb olmayan, Dakar'ın hemen her yerinde rastlayabileceğiniz bir ara sokak. Havalar, Ekim ayının sonları olmasına rağmen oldukça sıcaktı. İnsanlar, iç içe, kapı önlerinde oturmuş sohbet ediyorlar. Türkiye ya da Kürdistan'ın herhangi bir kasabasında her an rastlayabileceğiniz görüntü...
Sokaklardaki bu yoksul görüntü, caddelerdeki lüks arabalarla bir parça bozuluyor. Her kapitalist ülkede kolayca rastlayabileceğiniz sınıf farkı, Dakar'da hemen göze çarpıyor. Örneğin, kapitalist ülkelerde bir “sınıfsal statü” göstergesi olan otomobiller, burada da aynı olguyu yansıtıyor. Bir tarafta kırık-dökük, kişiyi her an yarı yolda bırakmaya hazır, her tarafı çarpılmış, caddeleri dolduran eski arabalar, diğer tarafta Türkiye'de bile lüks sayılabilecek arabalar. Elbette sayı olarak birinciler, lüks arabalardan kat kat fazla. Ancak, yoksulluk koşullarında bu sınıf farkı hemen göze batıyor. Nüfusun oldukça geniş bir kesiminde yoksulluk; buna karşın çok az bir kesiminde zenginlik olduğunu hemen anlayabiliyor insan. Sadece otomotiv alanında değil, hemen hemen bütün kullanım mallarında Senegal'in Avrupa'nın çöplüğü haline getirildiğini anlayabiliyorsunuz.
7. Uluslararası Dakar Konferansı Başlıyor!
Konferans organizasyon komitesi, sabahın erken saatlerinde herkesi Konferans yerine götürüyor. Bir okulun konferans salonu gibiydi. Senegal halkı, Fransız sömürge mirasının sonucu, çoğunlukla Fransızca konuşuyordu. Gittiğimiz yer de, okul anlamında “Ekol”dü. Belediye araçları üzerinde “Komün” yazısı vardı.
Konferans, Dünya Anti-Emperyalist Platformu, Pan-Afrika Üniter Dinamikleri (bu bileşim, Nijer, Burkina Faso, Kenya, Tanzanya gibi Afrika ülkelerinin komünist, devrimci, Pan-Afrikancı örgütlerini kapsıyordu) ve Senegal Ulusal Hazırlık Komitesi tarafından organize edilmişti.
Konferansa Asya, Amerika, Avrupa ve Afrika'daki 27 ülkeden komünist ve devrimci partilerle örgütler katıldı. Amerikan Komünistleri Partisi'nden G.Kore Demokratik Halk Partisi'ne; Britanya Komünist Partisi Marksist/Leninist'ten Kenya Komünist Partisi'ne kadar çok geniş bir katılım vardı. Konferansa, Türkiye'den de Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist davet edilmişti.
Davet edilip de çeşitli nedenlerden gelemeyenler de vardı. Donetsk Halk Cumhuriyeti'nden Aleksey Albu ve Yeni Yugoslavya Komünist Partisi gelemeyenler arasındaydı. Fransa'da 40 yıldır tutsak olan Filistinli komünist George Abdullah da unutulmamıştı. Donetsk Halk Cumhuriyeti'nin önde gelen yöneticilerinden Aleksey Albu, YYKP ve George Abdullah adına video konferans yoluyla gönderilen mesajlar büyük ilgi gördü ve katılımcılar tarafından coşkuyla karşılandı. “Özgür Filistin” ve “Nehirden Denize Filistin Özgür Olacak” sloganları konferans katılımcıları tarafından büyük bir coşkuyla atılıyordu.
Afrika'nın Che'si olarak bilinen, Gine Bissau'lu komünist ve ulusal kahraman Amilcar Cabral'ın adı her geçtiğinde sloganlarla karşılanıyordu. TKEP/Leninist adına yapılan konuşmada aşağıda görüldüğü gibi, Amilcar Cabral ve diğer Afrikalı ulusal kahramanların anılması özellikle Afrikalı komünist ve devrimciler tarafından büyük bir ilgi ve takdir gördü.
"Afrika halkları kendi bağrından büyük devrimci önderler çıkardı. Angola’dan Agostinho Neto, Mário Pinto de Andrade ve Lúcio Lara gibi; Mozambik’ten Marcelino dos Santos ve Noémia de Sousa gibi; Gine’den Vasco Cabral, Osageyfo Kwame Nkrumah, Ahmed Sekou Toure gibi; Sao Tome ve Principe’ten Alda Espírito Santo ve Hugo Menezes gibi; Gine-Bissau ve Cape Verde’den Amilcar Cabral gibi vb. Afrika devriminin siyasi-ideolojik askeri mücadelelerinin eşgüdümünü sağlamak için bu devrimci liderler Tüm Afrika Halklarının Devrimci Parti’sini kurdular.
Sosyalizmin güçlü varlığı ve Marksist-Leninist teori, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi yürüten devrimci Afrika halkları için büyük bir destek sunmaktaydı.
Gine ve Cape Verde'nin Bağımsızlığı için Afrika Partisi'nin (PAIGC) devrimci lideri Amílcar Cabral 1970'te şöyle yazmıştır: 'Marksist olsun ya da olmasın, Leninist olsun ya da olmasın, emperyalist tahakkümden topyekûn kurtuluşları için mücadele eden halkların çoğu zaman dikenli ve hatta kasvetli yolunu verimli bir netlikle aydınlatan, muazzam bir tarihsel kapsamı olduğunu kanıtlayan Lenin'in analiz ve sonuçlarının geçerliliğini, hatta dehasını kabul etmemek hiç kimsenin harcı değildir.'"
Cabral'ı çocukluğundan beri tanıyan Gine Bissau temsilcisi, TKEP/Leninist temsilcisine ayrıca teşekkür etti; onu Gine Bissau'ya özellikle davet etti.
Aralarda, Kenya'daki ayaklanmanın liderliğini yapan Kenya Komünist Partisi temsilcisiyle, Nijer ve Burkina Faso temsilcileriyle sohbet imkanımız oldu. Türkiye'de spekülasyonu çokça yapıldığı için Nijer ve Burkina Faso temsilcileriyle, ülkelerindeki durum üzerine konuştuk. “Fransa ve ABD'nin özellikle Nijer'den kovulması Rusya ve Çin'in işi miydi?” diye sorduk. Malum, “yükselen güç” lapasıyla her şeyi açıklamaya çalışan sosyal reformist ve sosyal şovenler, emperyalistlerin bu iki ülkeden -Mali de dahil- kovulmalarını “emperyalistler arası" paylaşım (bazen bunu doğrudan ve açıkça ifade etmekten çekinseler de, dolaylı olarak söylemek istedikleri tastamam budur) biçiminde açıklıyorlar.
Her iki temsilci de, ama özellikle de Nijer temsilcisi, “ne alakası var” diye yanıtladı. “Fransız ve Amerikan emperyalistlerini bizzat halk, askeri üslerin üzerine yürüyerek kaçmalarını sağladı” diye açıkladılar. Rusya ve Çin'i kendileri çağırmıştı ve kendi ifadeleriyle her iki ülkeyle ilişkileri “kazan-kazan” ilişkisiydi. “Fransa ise onları iliklerine kadar sömürüyordu. Halk, eylemleriyle bu duruma son verdi. Askerler, halkın istek ve eğilimlerine uygun davranmışlardı; hepsi bu” diyorlardı. Bunları dinledikten sonra, gösterilerde halkın elinde Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti bayraklarının neden taşındığını daha iyi anlayabiliyoruz. Afrika'nın yoksul, ezilen, sömürülen halkları kendilerini her şeyin ve herkesin üstünde gören sosyal şovenlerden ve sosyal reformistlerden çok daha bilinçliler.
“Afrika Komünizme Hazır”
Konferansın son gününün akşamında, oldukça başarılı bir Konferansı bitirmiş olmanın verdiği coşkuyla, Afrika'nın çeşitli Komünist Partilerinin temsilcileri Konferansın tüm bileşenleriyle birlikte işte bu sloganı, en çok kullandıkları dilde, İngilizce, atıyorlardı. “We Are Ready For Komünizm”
Pan-Afrika Üniter Dinamikleri adı, kişide Pan-Afrikanizmin öne çıkacağı ya da çıkarılacağı beklentisini uyandırıyor. Tam tersi oldu. Afrikalı hemen hemen tüm temsilciler, komünizme, marksizm-leninizme vurgu yaptılar, Çok az sayıda temsilci Pan-Afrikancı -ki bu da anti emperyalist bir bilinci ifade ediyor- bir tutum ortaya koydu.
Ayaklanmaların, isyanların, devrim ve devrim girişimlerinin birbiri ardına patladığı yoksul Afrika halkları, bu halkların temsilcileri “komünizme hazır”dı.
Coşkuyla atılan bu sloganın somut gerçekliği ifade etmediğini düşünenler olabilir. Elbette bu bir iddiadır ve bu iddiayı tartışılabilir bulanlar çıkabilir. Ancak, şu anda üzerinde durulması gereken nokta bu değil. Bu iddianın ileri sürülmüş olması, tek başına, bize şu somut olguyu göstermeye yeter: Afrika'nın devrimci-komünist partileri marksizm-leninizme muazzam bir eğilim içinde. Başka bir ifadeyle, marksist-leninist düşünce Afrika kıtasında büyük bir hızla yayılıyor.
Konferans boyunca Afrikalı temsilcilerin leninizme sürekli vurgu yapmaları, sadece ulusal kurtuluş değil, ulusal kurtuluşla birlikte toplumsal kurtuluş mücadelesi de verdiklerinin en büyük kanıtı oldu. Şöyle de denebilir; Afrikalı komünist-devrimci partiler, emperyalizme karşı verdikleri ulusal kurtuluş mücadelesini toplumsal kurtuluş mücadelesiyle birleştirmek gerektiğinin bilinciyle hareket ediyor; politika ve stratejilerini bu bilinç temelinde oluşturuyorlar.
Kenya'da, Nijerya'da, Sudan'da ve daha bir dizi Afrika ülkesinde yoksul, ezilen halklar ve işçi sınıfı birbiri ardına ayaklanıyor. Bu devrimci ortamda; bu ayaklanmalar, isyanlar ve devrim girişimleri ortamında Afrika'nın devrimci örgütlerinin marksizm-leninizme dört elle sarılmaları geleceğe büyük umutlarla bakmamız için yeterli değil mi? Daha ne olsun!