Türkiye için dünyanın en çok un ihraç eden ülkesi deniyor. Diyelim ki, doğru. Bazıları bununla övünebilir, sonuçta her aklı evvelin böyle bir hakkı var. Ancak en fazla un ihraç eden bir devletin, aynı zamanda en büyük buğday üreticisi olması gerekir. Oysa durum hiç de böyle değil. Çünkü sattığı un için gerekli buğdayı satın alıyor!

Yani bu büyük un satıcısı, aynı zamanda büyük bir buğday alıcısıdır. Bu da ona; başkalarının değirmencisi olma şanını kazandırıyor. Hal bu olunca da kendi vatandaşını dünyanın en pahalı unlu gıdalarını tüketmek zorunda bırakıyor. Ne diyelim bir devletin vatandaşına bu onuru yaşatması küçümsenecek bir başarı olmasa gerek!

Bu büyük başarının ardında onbinlerce, yüzbinlerce dönümlük atıl bırakılarak çoraklaştırılmış bir zamanların verimli tarım arazileri var. İşte bu başlı başına bir övünç kaynağı olmalı!

Her biri için bando mızıka çalınan, resmi törenler yapılan, her saat başı bir bakanın bir açıklama yaptığı, bu pohpohlanmış, kutsanmış, yüceltilmiş adına diplomasi zaferi denmiş bu başarı sayesinde; Ukrayna’dan yola çıkan Karadeniz ve Boğazlardan seyrüseferle bu limanlara uğramadan, başka diyarlara olan rotalarına devam eden hububat dolu bu gemilerin bu topraklarda yaşayanlara faydası saymakla bitmiyor olsa gerek!

Daha Ukrayna’daki limandan demir almadan, oradaki bir gemi kaptanıyla üç gün öncesinde canlı yayınlarda röportajlar yapılıyor, programlar düzenleniyor. Tabii kaptan da gücünün, kudretinin bilincinde. Sanki kuru yük gemisi kaptanı değil de, iki uçak gemisi, beş zırhlı muhrip, altı kruvazör, dokuz destroyer çıkarma gemisi, sekiz nükleer denizaltıdan oluşan bir filonun amirali gibi. Dahası, az önce Rus donanmasını batırmış, Moskova’yı teslim almış çırpınan Karadeniz’i “Türk gölü(!)” yapmış muzaffer bir komutan. En azından ondan beklenen tavır bu. Ama kaptan biraz şaşkın, bu işte bir bit yeniği olmasından şüpheleniyor. Çünkü nükleer füze rampası değil, mısır taşıdığını biliyor!

Fakat kimin umurunda! “Ulu Türk”ün paşa gönlü coşmuş bir defa. Televizyonlar saniyede beş defa; dünyanın muhteşem başarımızı konuştuğunu söylüyor. Kelli felli danışmanlar, ensesi kalın bakanlar, omzu kalabalık paşalar, arz-ı endam eyliyor ve eksik olur mu hiç II. Abdülhamid Han, buğday tedarikinden girip, “bir gece ansızın”dan çıkıyor. Bir alkış, bir kıyamet, yağlar ballar etrafta uçuşuyor.

Bir hafta geçiyor ve buğday yüklü gemiler yollarına devam ediyor. Meğer o buğdayın onda biri bile bu limanlara gelmeyecekmiş. Zira BM sekreteri bizzat Ukrayna’ya gelerek büyük abilerinin çıkarlarını çoktan garantiye almıştır.

Yani bu gemiler boğazlardan akarak yollarına devam ederken; biz de dünyanın en iyi ekmeği olmasa da en pahalısını yerken, onlara gururla beyaz bir mendil sallayabileceğiz. Evet bu şan bizim, moralimizi bozacak hiçbir şey yok, daha henüz bir diplomasi zaferi kazandık, mehteranlara devam!..

Şimdi bir çok insan şöyle düşünüyor: “Biz olup bitenlerin farkındayız ve bu aptalca propagandalara da karnımız tok. Fakat ne yapacağımızı da iyi biliyoruz. Hele şu seçim günü bir gelsin!..”

Ne muhteşem bir düşünce ve çözüm ama! Zaten o sandıktan burjuva muhalefet birinci çıkınca Serhat’ın, Botan’ın, Çukurova’nın, Trakya’nın topraklarından garan gibi buğday başakları uzanacak. Sabahısı da üç ekmek bir kuruş olacak!

Hepsi bu değil, muhalefet kazanır kazanmaz girdi maliyetleri kendiliğinden sıfırlanacak. Kapitalist çarpık gelişmenin, kentsel üretiminin rekabet gücünün param parça ettiği, çökerttiği tarımsal üretim alanları da ışık hızıyla toparlanacak ayağa kalkacak!

Hatta neden olmasın ki, o muhteşem burjuva miras hukukunun git gide daha da küçük parçalara ayırdığı tarım arazilerinin sahipleri hepsini tam bir kardeşlik duygusuyla birleştirerek, ölçek ekonomisine geçecek ve dünyanın en ucuz tarım ürünlerini yetiştireceklerdir!

Sadece başaklar dolusu sarı buğday tarlaları değil, seçimden sonra hepimizi dalları salkım saçak meyve dolu bağ ve bahçeler bekliyor. Sağlıklı ve ekonomik sebze ve meyveyle midelerimiz bayram etmekle kalmayacak, çocuklarımız da cevize, bademe, fındığa doyacak. Çünkü Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok! Muhalefet o sihirli değneğini şöyle bir oynatmaya görsün.

Öyle ki, seçimden sonra bizi bekleyen tek sorun artan onca buğdayı, şunca meyveyi, bunca sebzeyi ne yapacağımız olacak. Gerçi onun da çözümü var. Arap ülkeleri ne güne duruyor. Bir varil buğday verip, beş varil petrol aldık mı enerji sorunumuzu bile çözeriz. Sonra da Kürtleri ve işçileri paraya boğar, iç savaş belasından kurtuluruz. Hele bir sandık kurulsun. Yoksa bu faşist propagandaya aldandığımız yok!

Evet, doğrusu kimsenin bu kadar safça düşündüğünü biz de sanmıyoruz. Ve evet, bu faşist propaganda eski gücünden de çok uzakta. Peki bunları buna rağmen niye yazdık?

Çünkü,

Ha bunlara inanmışız, ha başka gerçeklerle seçim gününü beklemişiz aynı şey. Bu beklenti hangi kelimelerle ifade edilirse edilsin, hiç fark etmez. Bu yazıdaki safdil beklentilerle aynı ağılıkta ve önemdedir.

Umutlarını seçimlere bağlayanlar, hatta alınarak “başarılı” bir sonucun devrime hizmet edeceğinin hayalini kuranlar yanılıyorlar.

Bu topraklarda kapitalizm çoktan sistem ölçütünde felç olmuş ve bir kördüğüme dönüşmüştür. O artık bir çözümsüzlük yumağıdır ve en basit sorunları dahi çözemez. İşin doğrusu ve doğası gereği bütün sorunların çözümü gelip tek bir soruna bağlanmıştır. Korun kapitalist sistemin kendisi, onu çözen onun sebep olduğu tüm problemlerin de çözüm yolunu sonuna kadar açmış olur. Boşuna sistemi reforme, rektefe etmeye de kimse uğraşmasın. Hastanız çoktan “ex” oldu ve organları tamamen çürümüş haldedir. Fişi çekmenin zamanı geldi. Bunu yapalım ve birbirimize gözün aydın kurtuldun diyelim!

Yine de seçim, reform vb. vb. hayalleriyle beklemeyi seçer ve tek bir hamlede emekçilerin iktidarını kuracak bu yolculuğa çıkmaz, bu adımı atmazsak, kaybedeceğimiz şey geleceğimizdir. Zira her boş beklenti geleceğimizden kopup giden bir parçaya denk düşecektir.

Geçip giden gemileri seyreden ve onlara mendil sallayan sistem tarafından mahvedilen hayatlarımızdır. Artık mendil sallamasak mı?!

Kenan Kızıl