İki Kere İki Bazen Bir Bile Etmez!

Ne zaman biri, kuantum ya da karadelik veya kütle çekim yasası dese, Mücadele Birliği okurlarının ciddi bir kısmı anında bütün radarlarını açarak pür dikkat takibe geçer. Haklılar onlar, bilimi ciddiye alırlar ve buna ilaveten gene haklılar ki, fizik üzerine üç satır okuyanlardan bazıları çıkıp “belirsizlik” ilkesinden hareketle güya Marksizmi (ya da bir çok tezini, sınıflar savaşı da dahil) yanlışlamaya kadar varan cahil cesaretini gösterebiliyor.

Oysa, bir insan eğer başına bir at gözlüğü geçirmemişse, ne fizik ne de diğer bilim dallarına dair okumalardan böyle bir sonuç çıkaramaz. Tersine, kozmosun sürekli bir değişim içinde yani bu cephede de “değişmeyen tek şey(in) değişim” (Marx) olduğunu açıkça görecektir.

Belirsizlik ilkesinden bilinemezciliği, kuantumdan ise kaosu anlayan bu at gözlüğü takmış bilim müritlerinin sandıklarının aksine fizik bize, sadece kozmos ve değişimin iç içeliğinden öte birliğini göstermekle kalmaz yaşamla devrimin birliğini de ifade eder.

Nasıl ki kozmos ile sürekli değişim yekpare bir form ise, yaşamla devrim de böyledir. Birini ötekinden koparmak (bunun imkansızlığını bir yana bırakarak söylüyoruz) ikisinin de mahvına sebep olur. Bu hem toplumsal yaşam hem de onun bir parçası olan bireyin yaşamı için bir kural. Yaşam; sürekli bir değişim-dönüşüm, sürekli bir devinim, sürekli bir nicelik biriktirme ve nihayetinde niteliksel sıçramalardan, yani devrimlerden oluşuyor. Ancak bu sabit bir içiçelik ya da bir makinenin birbirine bağlı dişlileri veya de entegre devre kartları gibi değildir. Çünkü bundan daha ileri, birbirini içerme şeklindedir. Devrim sosyal yaşamın içindedir sosyal yaşam da devrimin.

Elbette ki biz şimdi kalkıp kozmostaki bu sürekli değişimle devrim arasındaki organik bir bağın varlığını ispatlamaya çalışmıyoruz. Biz, bu değişimin evrensel niteliğine ve devrimlerle olan benzerliğine dikkat çekmek istiyoruz. Keza bilinen evrenimiz sürekli değişiyor, sürekli dönüşüyor, sürekli güç ve enerji biriktiriyor; fakat ve üstelik bu öyle rutin ve belirli düzeylerde yol alan, yani salt reformist bir dönüşüm değil, hayır bilinen evrenimiz sıklıkla sıçramalarla ilerliyor ve bu sıçramaların içindeki küçük gezegenimiz ve onun içindeki sosyal yaşamımızda durmadan ilerliyor. Arada organik bir bağ olsa da olmasa da. Şu an bile, biz bunları yazarken yakıtını bitiren ve haliyle aşırı enerji yitiren yıldızlar aniden aşırı hava basılmış bir balon gibi şişip patlayarak ısıya, ışığa, toza dönüşüyor ve yine tam da bu esnada başka başka bir yerlerde daha önce patlamış yıldız ve gezegenlerin tozları yani atomları hızla bir araya gelerek yeni yıldızların ve gezegenlerin temellerini atıyor. Yaşam ve ölüm iç içe, bilinen evrenimizin de bir yanı yangın yeri, bir yanı derya deniz...

Yakıtını tüketen, yani içindeki hidrojen ve helyum atomları azalan yıldızlar, devam eden nükleer füzyonun etkisiyle aniden şişerek patlar. Hemen önceki paragrafta da bahsettiğimiz bu aşırı şişme ve patlamanın benzerini, hatta tam da şimdi bunun aynısını yaşayan başka bir şey yok mu? Mesela, artık rakamsal olarak büyümekten başka bir şey olmayan küresel kapitalist ekonomi gibi, hatta emperyalist sistemin kendisi gibi... Ürettiği toplam değerden bin kat fazla şişen o “süper” devletler birer yıldız patlaması adayı değil mi? Hiçbir benzerlik yok mu?

Aslında çok daha benzer örnekler olsa da biz burada bir tane daha vermekle yetinelim. Bilindiği üzere, güneş benzeri yıldızlarda, kütle çekim alanının akıllara zarar gücüyle ve termonükleer füzyon gereğince oradaki hidrojen ve helyum atomları tüm elektronlarını yitirerek oldukça dengesiz birer çıplak atom durumuna gelirler. Ancak kütle çekim kuvveti onları yine de ve hiç durmadan daha küçük alanlara hapsederek sıkıştırmaya devam eder. Sonuçta bu biçare, oldukça dengesiz ve çıplak atomlar birbirleriyle birleşerek başka atomlara dönüşür.

Bunun benzer bir örneği siyasal arenada yaşanıyor. Hani şu liderlerinin büyük büyük harflerle cırtlak cırtlak bağıra bağıra konuşmayı çok sevdiği faşist partilerin durumu gibi. Sınıflar savaşının, özellikle de sarsıcı devrimci ayaklanmalarla gezegen bazında etkinlikler yaratan yeni evreyle birlikte bu tip partiler, çok daha kısa zaman dilimlerinde tükeniyorlar. Yeni evre adeta bir kütle çekim kuvvetiyle, onların dayanakları olan ve onları bütün halinde tutan kitle tabanlarını onlardan koparıyor ve geriye gün be gün eriyen, atom çekirdeklerine kadar yalnızlaşmış (ya da bununla yüz yüze olan) şuursuz ve dengesiz atomları sıkıştırmaya devam ediyorsa, sınıf savaşı da aynı böyle giderek katlanan bir güçle bu dengesizleşmiş ve elektronlarını (onları destekleyen şovenist kitleyi) kaybetmiş partileri daha da dar bir alanda birleşmeye (ittifaka) mahkum ediyor.

Fakat bu bir çözüm değildir. Nasıl ki termonükleer füzyonla birleşmek zorunda kalan hidrojen (ya da helyum) atomları artık başka atomlara dönüşmüşse (Karbon, oksijen ve diğer atomlara dönüşürler!) bu partiler de birleştiklerinde artık o eski güçlerini kaybederek başka şeylere dönüşürler. En önemlisi de bu birleşme kesin bir güç kaybının göstergesi olur.

Çünkü, termonükleer füzyon içerisinde iki kere iki asla dört etmez! Çıplak ve dengesiz hidrojen veya helyum atomları birleşirken bir kayıp da gerçekleşir. Örneğin dört hidrojen atomu birleşip başka bir atomu meydana getirdiğinde ortaya çıkan yeni atomun kütlesi asla bu dört hidrojen atomun kütlesine denk olmaz. Ve hep üç küsurlu bir rakam çıkar. Kayıp kütle çoktan ısı ve ışığa dönüşerek ortamdan hızla uzaklaşmıştır. İşte bunun bir benzeri de bahsettiğimiz partilerin birleşmelerinde yaşanıyor ve çoğu kez sınıf savaşı kütle çekimi kadar merhametli davranmıyor. Zira bazen bu alanda iki iki daha bir bile etmeyebiliyor! Dahası kayıp kütle bir balyoz misali karşıt kütleye dönüşebiliyor. Peki sizce bu balyoz nereye inecektir. Esas mesele budur ve bunun cevabı hiç de “belirsizlik ilkesi”yle alakalı değildir.

Kenan Kızıl